Halk vurgusu sınıf vurgusunu ezer mi?

Birinci kural şu: Siyasetin konusunu sınıflar ve onların çıkarları belirler. 

Sosyalistler/komünistler kendilerini bir sınıfın temsilcisi olarak açıkça ilan ederlerken, siyasetteki en samimi kesimdir. Başka herhangi bir akım bu işi alenen yapmamaktadır. Ne milliyetçiler, ne muhafazakarlar, ne liberaller ne de sosyal demokratlar biz sermaye sınıfının o ya da bu kesimini temsilen siyaset yapıyoruz derler.

"Halkçılık" kavramı burada özel olarak önem kazanır.

CHP'nin halkçılığını ele alalım. 

Yedi ilkeden biri olan halkçılık, 1920'ler Türkiyesi'nde sınıfın ve sınıfçılığın baskılanması için değerlendirilmiştir. Özetle, modern anlamda sınıflardan ve sınıf çıkarlarından söz edilemeyeceği iddia edilerek, halkçılık kavramı devreye sokulmuştur.

Sosyalizminin Türkiye'de ve dünyada prestijinin çok yükseklerde olduğu bir dönemde, sömürgeciliğe karşı bağımsızlık savaşının üzerine inşa edilen cumhuriyetin kurucu partisinin, doğal olarak, sosyalizmle mesafesini belirlemesi gerekiyordu. "Halkçılık" bunun için değerlendirildi.

Gelelim sosyalistler-komünistler için halk kavramının yerine...

Önce bir avantajdan ya da haktan bahsedelim. 

Sınıflardan oluşan bir toplumda, sömürülenler sömürenlerden sayıca çok daha fazladır. 

Sosyalistlerin ve komünistlerin halkın geniş kesimlerinin beklenti ve talepleri üzerinde hak iddiası gerçekçidir.

Bir şartla:

"Hepimiz aynı gemideyiz" teranesine pabuç bırakmayacak bir netlik.

Sınıf uzlaşmacılığına kapı aralayan bu sihirli sözcük, sınıflar arasındaki mücadelenin bir kenara bırakılması ya da ötelenmesini, önemli olanın, işçiyle patronun birlikte yol aldığı geminin batmaması için çaba sarf etmek olduğunu vaaz eder. 

Sakladıkları gerçek, geminin kürekçilerinin işçi, lüks kamaralarda kalanlarınsa patron sınıfı olduğudur. 

İşte bu yalın gerçeğin bilincinde olan* ve bunu analitik ve teorik düzeyde her an yeniden üretebilen özne, sınıf çıkarlarını toplumun genelinin çıkarları olarak sunabilme, kendi sözünü basit ve anlaşılır kılma görevleriyle karşı karşıyadır. 

Emekçi sınıfların çıkarlarını halkın talepleri ve özlemleri haline getirebilmek bazı dönemlerde daha mümkündür. Elbette ustalık gerektiren bir yanı olan bu iş, sosyalizmin toplumsallaşmasının, toplumsal bir seçenek haline gelmesinin mümkün olduğu süreçler için kaçınılmaz olarak gündeme gelecektir. 

Somut durum olarak, sosyalistlerin halk kavramıyla ilişkisini kuvvetlendirmesinde bir avantajdan daha söz edilebilir. Burjuvazinin de hak iddia edebildiği kimi talepler özgün kimi dönemlerde bu sınıfın güncel konumlanışıyla tezatlıklar barındırabilir. Bugün örneğin, özgürlük, laiklik ve adalet gibi alanlarda düzen siyasetinin etkin girdilerde bulunmaları çok zordur. Bu taleplerin düzen aktörleri tarafından kapsanamadığı dönemlerde, işçi sınıfı temsilcileri, bu kavramların işçi sınıfı mücadelesine içkin olmasından da yararlanarak siyasetteki ağırlıklarını artırmayı denemelidirler. Bu noktada risk şudur. HDP ve CHP'de cisimleşen düzen muhalefeti bu alanlara ilişkin denemelerde bulunmaktadır, bulunacaktır. Bu öznelerin sınırları ise, seçim döneminde test edilmiştir. CHP'nin denemeleri, AKP tipi projecilikle, HDP'nin denemeleri ise yerelcilik ve kimlikçilikle çevrelenmektedir. Dahası, laiklik gibi kendi başına çok değerli bir talebe ilişkin bu özneler ama'lı, fakat'lı söylemlere mahkumdur. Bu nedenle, sosyalist siyaset açısından risk evet vardır ancak olanaklar daha fazladır.  

Son bir avantaj ise, düzen siyasetinin iktisadi alanda güvencelerden yoksun olmasıdır. Yine konjonktürel bir durumdur. Emekçilere büyüme ve refah vaat edecek bir dönemde olmayan burjuva siyasetinin bu zayıflığı, yukarıda sayılan taleplerle doğrudan sınıfsal taleplerin söylem ve eylem düzeyinde eklemlenebilmesne olanak sunmaktadır.** 

Önümüzdeki dönemde, sosyalizmin, sosyalist siyasetin AKP'nin geri çekiliş döneminde oluşacak çatlaklara yerleşebilmesini sağlayacaksak ve bu işi düzen muhalefetinin yapmasının önünde zorluklar varsa, halk faktörünün işçi sınıfı siyasetine örgütsel ve siyasal araçlarla kazanılması için çaba harcanmalıdır. 


* Söylemsel olarak basitmiş gibi görünen bu kavrayış, tarihin belli dönemlerinde komünist-sosyalist olduğunu iddia eden bazı özneler tarafından unutulmuştur. Örneğin, 80'lerin başından itibaren dünyada ve ülkemizde, kamu işletmelerindeki ataletin işçi sınıfı ve 'orta sınıflar' için de sorun olduğu bu nedenle özelleştirme politikalarına onay verilebileceğini iddia eden 'komünistler' olmuştur. 

** Buna benzer bir olanak, 2001 krizi döneminde komünistler tarafından değerlendirilmeye çalışılmış ve "Halk Muhtıra Veriyor" çalışmasıyla "insanca yaşam" ekseninde halk vurgusu sosyalist siyasetin merkezine yerleşmiştir.