Görüntüler nereye götürür insanı?

İşte böyle; görüntülerin özelliğidir bu, Mustafa Peker’in resimleri insanı dolaylı olarak Güzelbahçe’ye, oradan da Tokat Alevilerine kadar götürür.       

Kitaplar illâ sözcüklerle yazılmaz; başka yolları da vardır kişinin kendini anlatabilmesinin. Resim olsun, fotoğraf olsun yazarın (veya çizerin) kendini başka bir ifade yolu; hatta başlangıcı mağara resimlerine dek giden, yazının bulunuşundan önceki ilk ifade yoludur. Üstelik, renk, ışık, kompozisyon; dahası okurun bakışı gibi çoğul ve kişisel okumaya da olanak sağlayan bir yazma ve okuma biçimi.

Bunları düşünerek Mustafa Peker’in Şövaleden Tuvale Akan Yüzler kitabını aldım elime. Daha önce de Peker hakkında yazmıştım; yine aynı şeyleri söyleyeceğim: “Peker’in tablolarına bir tür Barthes teorilerinin pratiğe yansıması denilebilir. Peker, nesne ile resmi arasına bir ara durak, bir kod yerleştirmemiş. Belki de bu yüzden figüratif, soyut, kübist, dışavurumcu gibi farklı özellikler taşıyan resimleri var. Ancak resimlerinin değişmeyen ortak özelliği toplumcu gerçekçi olmaları. Jdanov’un, “sanat eserlerinde hayatı gerçeğe uygun bir biçimde yansıtabilmek; durağan ve cansız bir biçimde değil de devrimci gelişmesi içinde yansıtabilmek için hayatı tanımak” diye tanımladığı bu akım Peker’in resimlerinde kendisini iki şekilde belli ediyor. Öncelikle Peker’in tabloları ilk bakışta göründüğünden daha kalabalık; resme biraz bakınca başka yüzler de ortaya çıkıyor. Örneğin sıkça çizdiği ilk baştaki zayıf, yalnız kadın, resmin içine girdikçe çoğalıyor ve bence kadının yalnızlığı kayboluyor, potansiyel gücü ortaya çıkıyor. Buna bağlı olarak toplumcu gerçekçiliğin Peker’in resimlerine diğer yansıması ise süren bir hareketi gözden geçirip tanımlaması. Burada “bir ressam yapıtının bittiğini nasıl anlar” sorusunun yanıtını da veriyor. Bitiş anının erken olması belirsizlik, gecikmesi umutsuzluktur. Doğru zamanda bitirmek ise toplumcu gerçekçiliktir. İşte bu sanatçının dilidir.”(1)

Künye: Şövaleden Tuvale Akan Yüzler. Mustafa Peker. Efe Yay., 2022. Yeni Kuşak Köy Enstitüler Derneği’nde satılıyor,
fiyatı 100 TL.

Aklıma şu soru geliyor: ‘İnsan neden bir tabloyu mekanına asar? Sadece güzel olduğu için değil bence. Elbette bu gerekli, hatta ön koşuldur ama daha fazlası da gerekir; yoksa ne denli güzel olursa olsun, aynı görüntü eninde sonunda sıkıcı hale gelir. Başka şeyler gerekir; her bakışta yeni bir şeyler görmek, keşfetmek, her seferinde ilk kez bakıyormuş duygusu yaşamak gibi. İşte Peker’in tablolarındaki yüzler tam bu dediğime uyar; fiziksel ve ruhsal konumuza göre tablo farklılaşır. Tek tek yüzlerdeki ayrı ifadeler ve bunların birbiriyle kombinasyonu, tabloya bakışınızı değiştirir. Tam da bu yüzden herkesin ödünç almak isteyeceği eserlerdir, Peker’inkiler. Sahip olmak demiyorum çünkü tablolar ressamındır, kimse satın aldı diye ‘benim’ diyemez, ancak ödünç alabilir. Sanatçı yaşamını yitirse bile, mirası toplumadır.

Özünde baskı olduğu için fotoğraflar kitap formatına daha uygundur; elbette çok kaliteli baskı kaydıyla. Çağın Göz Hastanesinin ‘Göz Alabildiğine’ serisinin onuncu kitabı Göz Alabildiğine Dönüşüm 2021’de yayınlandı.  Dönüşüm ama daha çok dönüşen çevre var karelerde. Artık bendeki fotoğraf kitaplarında, Eczacıbaşı serisinden sonra cilt sayısı olarak ikinci sıradalar. Umarım bu projeden vazgeçmezler, devam ederler çünkü gerçekten bakılası fotoğraflar yayınlıyorlar. Ancak her kitapta biraz daha artan, sanatçıların teknik olanakları kullanarak fotoğraflarla fazlaca oynaması beni biraz tedirgin ediyor ve artık alıştığımız anlamda fotoğraf demenin kolay olmadığını düşünüyorum; belki fotoğrafla resim yapmak daha doğru bir tanımlama olabilir. Bu yaklaşımla fotoğrafın anı yakalama işlevi bitmiş oluyor. Yıllar önce Balkan Naci İslimyeli’nin polaroid çekim yaptıktan sonra, kuruma sürecinde üzerinde oynamasını anımsatıyorlar. Onlara da alışamamıştım.

Künye: Göz Alabildiğine Dönüşüm. Çağın Göz Hastanesi Yay., 2021. Satılmıyor, Hastaneden istenebilir.

Bunları söyleyince bütün fotoğraflar böyle sanılmasın, halâ salt deklanşöre basanlar var. Ya da öyle ustalıkla oynuyorlar ki anlamak olası değil. Örnekse İsmet Danyeli. Ara Güler’in “Biz tarihçiyiz, anında tarih yazıyoruz. Görüntülü tarih yazıyoruz” sözlerinde olduğu gibi, yaşamın, ama sıradan yaşamın, tarihini yazıyor. Yalnız, insanın aklına ‘neden etkin toplumsallığı belgelemiyor?’ sorusu da gelmiyor değil. Gerçekten, son yılların akılda kalıcı fotoğraflarını düşünüyorum, Tekel direnişinden, THY grevinden, Gezi’den çok sayıda kare geliyor aklıma. Böyle bir yetenek keşke buralarda olsaydı diyorum. Neyse, Danyeli’nin fotoğraflarına sadece Göz Alabildiğine Dönüşüm'de değil, birçok yerde, serinin önceki kitaplarında denk gelmek olası. Bu haftanın diğer fotoğraf kitabı Güzelbahçe ve Deniz Fotoğrafları'nda da iki çalışması var. Bildiğim kadarıyla ödüllü fotoğraflarının bile sayısı yüze yakın. Sanırım artık kendi kitabını görmenin zamanı geldi.

Künye: Güzelbahçe ve Deniz Fotoğrafları. Çağlayan Bilgen (Haz.), Güzelbahçe Belediyesi Yay., 2014. Satılmıyor,
Belediyeden istenebilir, Belediye sitesinde pdf şekli var.

Güzelbahçe küçük bir yer. Fotoğraflarda yansıtılan yerlerin çoğunu dolaştım ve çok sevindim çünkü değişim-dönüşüm yoktu! Öyle bir dönemdeyiz ki her şey bozuluyor, değişimlerin çoğu geriye doğru. Kavram olarak değişim olmamasından mutlu olabileceğimi hiç düşünmezdim. Belki de Güzelbahçe henüz yeterince turistik olmadığı için böyle.

Dolaşırken Güzelbahçe Tarihi'ni yeterince bilmediğimi fark ettim. Bildiğim kadarıyla bu konuda iki kitap var. Ben, Engin Berber ve Serhan Kemal Saygı’nın yazdığını tercih ettim (diğeri İlhan Pınar’ın). Yakın bir zamana kadar Kilizman olarak bilinen Güzelbahçe, Urla merkezli antik Klazomenai’nin sınırları içerisinde ele alınıyor. Güzelbahçe içerisinde çeşitli yerlerde neolitik döneme ait bulgulara rastlanabiliyor. Pers saldırısından korunmak için şimdiki Karantina adasına çekilip, bir ada kenti halini alan Klazomenai’den 4. veya 5. yy.’da ayrılanlar Kilizman’ı kuruyor. Dikkat ederseniz Klazomenai-Kilizman sözcükleri arasında da fonetik bir benzerlik var. Sonrasında yüzyıllar boyu tarihinde bence dikkat çeken bir olay yok. Ancak 1930’lu yıllarda toprağının renginden dolayı (terra rosa) Kızılbahçe adını almışsa da 1950’li yıllardaki antikomünizm rüzgarıyla ismi Güzelbahçe’ye çevrilmiş. 1992 yılında Narlıdere ile birleştirilip Narlıbahçe adıyla ilçe yapılmış ama Güzelbahçe’liler bunu bir türlü içlerine sindirememişler ve yolu trafiğe kapatmak, çadır kurup açlık grevine başlamak gibi eylemlere girişmişler. Neden bu işi bu kadar önemsediklerini kavrayamamakla birlikte, başarıya ulaştıklarını görüyorum. Sonuçtan o denli mutlu olmuşlar ki, sokaklarda davul çalıp, halay çekerek kutlama yapmışlar. Niye ki? Sanırım benim gerçekten kavrama sorunum var. 

Künye: Güzelbahçe Tarihi. Engin Berber, Serhan Kemal Saygı. Güzelbahçe Belediyesi Yay., 2013. Satılmıyor,
Belediyeden istenebilir, Belediye sitesinde pdf şekli var.

Güzelbahçe, sahil boyu uzanan İzmir’in en küçük ilçelerinden birisi. Tipik bir sahil kasabası. En ayrıksı duran yeri, denizden biraz içeride konumlanan Yaka Köyü (mahallesi). Berkin Elvan Parkı ve heykeli, otantik üretici pazarı-ki bu pazarda resim sergileri açılmakta- ve Tahtacı Kültür Eviyle bir Alevi yerleşim yeri. Güzelbahçe Tarihi’nde Yaka Köyü üzerinde çok durulmadığından, sıkça başvurduğum Nejat Birdoğan’ın Anadolu’nun Gizli Kültürü Alevilik kitabına uzandım. Özel bir bilgi yoktu, ancak tüm İzmir ve Aydın yöresinde olduğu gibi bölge Tahtacılarının Yanyatır Oğulları veya Timur Beylileri ocaklarına bağlı olduğunu öğrendim, o kadar. Ama Birdoğan’ın kitabına başlayınca bırakamadım ve sonuna dek okudum. Alevi kültürünün, özünde olmasa bile, ayrıntılarındaki farklılıkların yarattığı zenginlik gerçekten etkileyici. Aslına bakarsanız, bu topraklar için illa bir inanç gerekiyorsa, (illa sözcüğünün altını çiziyorum) bu Alevilik olmalıymış diye düşünüyorum. Birdoğan şöyle anlatıyor: “Göçebe Oğuzlar kendilerine İslam yelpazesi içerisinde bir yer arıyorlardı. Bunu da bulmakta gecikmediler. Dördüncü arda (halife) Ali, bu dürüst, namuslu insanların dinsel bilinç kaynağı olabilirdi. Öyle de yaptılar…Türkmenlerin Müslümanlıkları yüzeyseldi. Eski Türk gelenek ve inançlarına sıkı sıkıya bağlıydılar…Anadolu’nun Türkiye haline gelmesi Türkmenler sayesinde olmuştur”. Öyle ki, toplumun ileri unsurları hep Alevi sanılmıştır bu topraklarda; Şeyh Bedreddin gibi.

Künye: Anadolu’nun Gizli Kültürü Alevilik. Nejat Birdoğan. Sahaflarda Hamburg Alevi Kültür Merkezi, Berfin ve Kaynak
Yay., baskıları 15-95 TL arası.

Kitabı okuduğumda, Cumhuriyetten önce Tokat Alevilerinin tapuyu yasaklamaları ve toprağı iki yılda bir değiştirerek kullanmaları bu toprakların hiç de boş olmadığını bir kez daha anımsattı bana.   

İşte böyle; görüntülerin özelliğidir bu, Mustafa Peker’in resimleri insanı dolaylı olarak Güzelbahçe’ye, oradan da Tokat Alevilerine kadar götürür.       


(1)https://ilerihaber.org/yazar/goruntulerin-anlattigi-120304