Görmezden gelmek kötülüğü yok etmiyor...

İnsanlar bazen duymamayı, görmemeyi, konuşmamayı tercih eder. Kimi tamamen susar, kimi şizofrenik bir serenada kapılıp gider, kimi de parmaklarını klavyede tıkırdatıp birlik beraberlik modunda bir özlü sözü sanal ortamda paylaşarak lanetler yağdırır.

Kötülüğe karşı söylem geliştirmemiz gerektiğini yıllar içinde öğrendik ve bu bilgiye sahip olduğumuz için sorumluyuz lakin kimi zaman sorumluluğumuz yokmuş gibi davranıyoruz. Herkes günlük heyulasında koşturuyor. Ya korkuyor yahut kötülüğü görmek istemiyor. Halbuki görmezden gelmek kötülüğü yok etmiyor, aksine büyütüyor. Beş yaşındaki bir çocuk baş edemeyeceğini düşündüğü bir kötülükle karşılaştığında bir tür hissizlik, umursamazlık geliştirir ya, yetişkinler de işte aynısını yapıyor, çocuğa öykünüyor. Önleyemeyeceğimizi düşündüğümüz kötülüklere karşı hissizlik geliştirirken görmezden gelemeyeceğimiz kötülüklere karşı da pasif tepkiler veriyoruz.

Haneke'nin Duygusal Buzlaşma Üçlemesi olarak bilinen, sinema dünyasına kazandırdığı ilk üç filmi anımsayın: Der Siebente Kontinent (Yedinci Kıta, 1989), Benny's Video (Benny'nin Videosu, 1992) ve 71 Fragmente einer Chronologie des Zufalls (Tesadüfi Bir Kronolojinin 71 Parçası, 1994). Kapitalizmin merkezindeki toplumun gün be gün yabancılaşmasını, tüketim dünyasının yarattığı umursamazlığı, insanların vurdumduymazlığını tokat gibi yüzümüze vuran bu filmleri hatırlayın. Yedinci Kıta’da, orta sınıfın varoluş sancısını, hayatın aileler için git gide anlamsız ve çekilmez bir hal alışını, yıllarca çalışıp didinerek edinilmiş eşyaların, filmin sonunda klozete gönderilen paraların aslında insanı nasıl dibe doğru çektiğini görürüz.

Benny'nin Videosu'nda, Benny'nin sıradan bir durummuş gibi Evi'yi kolayca öldürmesini, videoya kaydetmesini, soğukkanlılığını koruyarak dolaptan çıkardığı dondurmayı yemesini, hiçbir şey olmamış gibi telefonla görüşmesini, ortalığı toparlayıp cesedi dolabına tıkıştırmasını sağlayarak seyirciyi rahatsız / huzursuz eder yönetmen. Benny, babasının “Bunu neden yaptın? Anlamıyorum!” cümlelerinin üzerine “Sadece videoda nasıl görüneceğini merak ettim,” diye karşılık verir, çünkü Haneke'nin de bir röportajında söylediği gibi "Çocuklar duygusal ya da entelektüel destek verilmeksizin televizyonun önünde bırakılırsa, onlar için Saraybosna'daki bir cesetle Terminatör'deki bir ceset arasında gerçeklik açısından bir fark kalmaz."

Üçlemenin son filmi Tesadüfi Bir Kronoloji'nin 71 Parçası’nda ise kesişen hayatların bir bankada ani bir biçimde katledilmesini ele alır Haneke. Filmin zirve anında üniversiteli genç arabasını bir benzin istasyonuna çeker, benzini doldurur lakin üstünde nakit para olmadığı için ödeme yapamaz. Kasiyer nakit para bulabilmesi için genci bankaya yönlendirir. Bankamatiğin bozuk olması, sırada bekleyen insanların doğal tepkileri, bir vatandaş tarafından yumruklanması sonrasında gencin herkesi kurşun yağmuruna tutmasını izleriz.

Giulio Cavalli'nin romanı "Dalga" da; çarpıcı, düşündürücü ve diliyle okuru büyüleyen bir distopya. Küçük ve yoksul bir sahil kasabasında dalgalarla kıyıya vuran bir cesedin bir balıkçı

tarafından bulunmasıyla başlıyor hikaye ve kısa süre içinde kıyıya vuran cesetler binleri buluyor. Kasaba sakinlerine göre bu "şeyler" hiç onlara benzemiyor, onlardan değil. Cavalli; bireyselleşme, pragmatizm, kapitalizm, ırkçılık, mülteci düşmanlığı ve totaliter rejimler üzerine odaklanıyor. İnsan davranışlarının, devlet politikalarının, ahlak dışı ve insanlığa aykırı tutumların medeniyet, siyaset veya din çatısı altında güzelleme yapılarak değil de tüm çıplaklığıyla sunulduğunda daha da korkunç olduğunu gösteriyor. Distopik bir evrende yaşanan vahşet anlatılırken zulme gerekçe olarak gösterilen cümlelere ("İnsan her şeye alışır," yahut "Paranın mutluluk getirmediğini söylerler, bunu parası olmayanlar söyler," gibi) aşina oluşumuz ürkütüyor. Ve sonunda hissizliği / buzlaşmayı / taşlaşmayı fark ettiğimizde vicdani bir hesaplaşma içinde buluyoruz kendimizi.  

İran tarihinin kırılma anlarına şahitlik eden ve hem Şah'a hem de onu deviren Humeyni'ye karşı duruşu nedeniyle baskı ve zulüm gören Gulam Hüseyin Sâedi de "Korku ve Titreme" adlı birbirine bağlanan öykülerin oluşturduğu romanında geçimini balıkçılıkla sağlayan köylülerin - bunlar, yoksulluk ve açlıkla sınandığında her türden kötülüğü, gaddarlığı yapabilecek, değerlerini kolayca unutabilecek insanlar -  panoramasını çiziyor. Bir "yabancıyla" karşılaşmanın, inançlarını ve kabullendiklerini sarsmasından korkan ve bu korkuyla anlamsız şüphelere kapılan & saçma / duyarsız / pragmatik davranışlar sergileyen köylüler bir süre sonra "yabancıların" getirdiği yiyecekler sebebiyle tedirginliği bırakıp önceliklerini değiştiriyor. Dağıtılan paralar, sonu gelmeyecek gibi görünen ziyafetler tükendiğinde ise yozlaşan, açgözlü köylülerin öyküsü açık bir siyasi alegoriye dönüşüyor.

İnsanlar bazen duymamayı, görmemeyi, konuşmamayı tercih eder. Kimi tamamen susar, kimi şizofrenik bir serenada kapılıp gider, kimi de parmaklarını klavyede tıkırdatıp birlik beraberlik modunda bir özlü sözü sanal ortamda paylaşarak lanetler yağdırır. Görmezden gelmenin veya pasif tepkiler vermenin kötülüğü yok etmediği bilinse de çaylar demlenir, netflix dizileri izlenir, devam ettirilir rutinler. Kapitalizmin kuşattığı duygu yoksunluğunun içinde özünü yitiren insan, yaşamın amacı değil, sistemin aracı haline gelir. Bu hissizliğin / taşlaşmanın bünyesinde yaşananlar Marx'ın “İnsanın kendi doğasına yabancılaşması kapitalist toplumun en temel kötülüğüdür,” sözünü haklı çıkarmaktadır.

Künye:

- Dalga, Giulio Cavalli, Çev: Yelda Gürlek, Can Yayınları, 2021.

- Korku ve Titreme, Gulam Hüseyin Sâedi, Çev: Makbule Aras Eivazi & Farhad Eivazi, YKY, 2021.