Gezi’yi gerçek siyasal değişimlere taşımak

"Çaresizlikle düşüp kalksa da, faşist düzen aktörlerince manipülasyona yatkın da olsa, devrimcilerin gözünü dikmesi gereken yer, fırtınanın gözüne dönüşmekte olan tutunacak dalları kırılmışların öfkesidir. Yeni halk ayaklanmalarının enerjisi de kuşkusuz buradadır."

Gezi’nin geri çekilmesinden bir yıl sonra, Kürt illerinde Kobani isyanı patlak verdi. Bu iki devasa sosyal patlamayı kendi otokratik rejim planını destekleyen gerekçelere dönüştüren Erdoğan, 7 Haziran seçimleri sonrası önünü açtığı kontrollü bir savaş-çatışma-bombalamalar süreciyle AKP tabanını yanında tutarken, muhalifler başta olmak üzere Türkiye’nin emekçilerini ve ezilenlerini adeta paralize etti. Bu süreçte devletin güvenlik aygıtlarında örgütlenmiş milliyetçi-devletçi kliklerin bir kısmını da yanına alacak şekilde, Kürt illerinde savaşı derinleştirip, eski müttefiki Fettullah Gülen Cemaatini enterne ederek bir askeri darbe girişimi tuzağına düşüren otokrat, devlete karşı tehditleri ezme bahanesiyle de tüm devlet yetkilerinin kendisine devredildiği, bütün kurum ve makamların kendisine mutlak itaatini dayatan bir sürekli OHAL rejimi tesis etti.

REJİM HUKUKİLEŞTİKTEN SONRA HIZLANAN SOSYAL-SINIFSAL YIKIM

Ülkenin ve devletin altı üstüne getirilerek kurulan Saray rejimi, hukukileştikten bir ay sonra Rahip Bronson gerilimiyle patlak veren döviz kuru kriziyle başlayan süreçte, sosyal grup ve sınıflar arasındaki bölüşüm ilişkilerini alt-üst etmeye dönük bir süreç işletmeye başladı. Yeni siyasi rejimin sosyal-sınıfsal hedefi, son üç buçuk yıl içinde derinleştirilen ekonomik ve sosyal bunalım içinde daha net biçimde açığa çıktı.

Toplumun % 15-20lik mülk sahibi burjuva ve orta burjuva kesimler dışındaki, 80-85’lik kısmı; özel tüketim vergileri, iktidarın akaryakıt, elektrik gibi temel tüketim maddelerine bir yılda yüzde 200leri aşan varan zamlarla patlatılan enflasyon ve düşük kredi faizleriyle açık biçimde soyuluyor. Rejim toplumun çok geniş kesimlerinden topladıklarını kazançlar kademeli biçimde, sırasıyla; i) Saray çevresi, ii) devlet ihaleleriyle ihya edilen saray sermayesi, iii) merkez bankasınnın verdiği ucuz krediyi kullanıp, arka kapıdan sattığı ucuz dövizleri toplayarak 2021 karını yüzde 300  arttıran finans oligarşisi ve geleneksel tekelci sermaye ve iv) inşaat ve konut sektöründe semirtilen İslamcı orta burjuvaziye doğru aktarıyor. Bununla da yetinmeyip, ülkenin yeraltı yerüstü kaynaklarını, dış borçlanma olanaklarını rejim inşası öncesine göre daha büyük bir hızda kazanca dönüştürüyor.

Bu süreçte emeğiyle geçinen kesimlerin milli gelirden aldığı pay, bir buçuk-iki yıl içinde son 18 yıldakine eşit olacak bir oranda düşerken, küçük burjuva ara katmanlar nefes almak için mülk ve tasarruflarını elden çıkarmak zorunda kalıyor. Bu şekilde hepimizin gözünün içine baka baka köklü bir mülksüzleştirme ve servet transferi programı uygulayan Saray rejimi altında Türkiye kapitalizmi de yüzde 11, yüzde 7,5 gibi büyüme rekorları kırıyor. Bankalar, finans kurumları, holdingler ve büyük şirketler rekor karlar açıklıyor. Halkın dörtte üçü şok edici bir yoksullaşma ve mülksüzleşmenin pençesinde inlerken, mülk sahipleri düşük kredi ve yüksek rantlarla servetlerine servet katıyor.

YAYGINLAŞAN ÇARESİZLİK VE ÖFKEDE MAYALANANLAR

Bu yıkım tablosu içinde geniş halk kesimleri arasında yeni ve güçlü bir kolektif çıkış umudu maalesef yaratılamadı. Bu yüzden bu kesimleri pençesine alan çaresizlik de, öfke de derinleşti. Bu durumdakilerin bir kısmı düzen muhalefetinin sözüne uyup sandığı beklerken, bir kısmı yurtdışına gitme planları yapıyor, küçük burjuvazinin başını çektiği başka bir kısmı da önüne atılan günah keçilerinin gözünü oymak için gün sayıyor. Çaresizlikle düşüp kalksa da, faşist düzen aktörlerince manipülasyona yatkın da olsa, devrimcilerin gözünü dikmesi gereken yer, fırtınanın gözüne dönüşmekte olan tutunacak dalları kırılmışların öfkesidir. Yeni halk ayaklanmalarının enerjisi de kuşkusuz buradadır.

Daha açık ifade etmek gerekirse, Erdoğan önümüzdeki seçimleri gaspetse dahi, Saray rejiminin yönettiği bir ülkede yaşamayı sindirmesi-kabullenmesi iyice zorlaşan geleceği ve bugünü yok edilmişler topluluğu son iki yılda iyice genişlemiştir. Bunlar içinde kuşkusuz en çabuk ulaşılabilir olanlar; ezilen halk kesimlerinden gelen barınma-beslenme gibi biyolojik ihtiyaçlarını bile karşılayamayan üniversite öğrencileri, genç kadınlar, üniversite mezunu olup da iş bulamamış veya marketlerde, e-ticarette, depolama-lojistik sektöründe ucuz işgücü olarak çalışanlar ve hayatları düzensiz işlerle küçük suçlar arasında savrulan yoksul mahalleli gençlerdir. Dokuz yıl önceki gibi esaslı bir sosyal-siyasal değişim yaratmadan geri çekilmemesi için öfkeli prekarya ve mülksüz proletaryayı ortaklaştıracak, net biçimde soygun, sefalet ve zulüm düzeninden kurtuluşa işaret eden bir yeniden kuruluş vizyonunu tarif etmek, bu halen afaki bulunuyorsa da ortaya buna ön gelen bir geçiş talepleri demeti koymak gerekiyor.

BUGÜNÜN SINIFÇI GEÇİŞ TALEPLERİ

Proletarya bölüklerinin öfkeli ama örgütsüz olduğu, sınıf partisinin güçlü olmadığı tarihsel dönemlerde siyasetin gündelik gündemleri dışında, azami programımıza ulaşma yolunda güç toplamamızı sağlayacak derli toplu bir talepler dizgesine sahip olmak önemlidir. Örneğin TİP’in 20 Ekim 2021’de yayımladığı dört maddelik “Kurtuluş ve Kuruluş İçin Bir Yol Var” bildirgesi bu çerçevede değerlendirilebilir. Bugünün ihtiyacı daha çok siyasi mücadele ve yeniden kuruluşa ilişkin bu bildirgeyi, Kasım 2021’den beri yaşanan yoksullaştırma soygunu, işçi ve halk direnişleri ışığında sosyal-sınıfsal taleplerle yeniden güncellemektir. Emekçi halkın mutfaklarındaki yangınla, gençliğin içinde büyüyen öfkeyi gören bir noktadan bu güncellemeyi: i) temel ihtiyaç maddeleriyle kolektif tüketim hizmetlerinnin kamulaştırılıp, belli miktara kadar ücretsiz sunulması; ii) barınma ve konut krizinin kamu tarafından üretilip, özel mülkiyet yaratmayacak biçimde  sunulan kitlesel kiralık sosyal konut üretimiyle çözülmesi, iii) kullanılanlar dışındaki gayrimenkullerle onlardan elde edilecek rantların artanlı oranda vergilendirilmesi; iv) finans oligarşisiyle büyük burjuvazinin vergi muafiyet ve indirimlerinin kaldırılıp, gelirlerinin ilerici bir vergilendirmeye tabi tutulması; v) çalışma saatlerinin düşürülerek, istihdamın kadınlar, engelliler, yeni işe girecek gençler gibi dezavantajlı gruplar lehine arttırılması; vi) asgari ücret ve emekli aylığının insanca yaşanabilecek düzeye çıkartılması gibi talepler üzerinden yapmak uygun olacaktır. Bu hedeflere nasıl bir emekçi-yoksullaştırılan halk ittifakıyla ulaşılabileceğini göstererek, ona kurmaylık edecek bir sosyal-siyasal cepheyi inşa etmeyi gündemleştirmek bahsettiğimiz topluluğun keskinleşen öfkesinin sosyal değişim yaratacak bir siyasal hatta toplanıp, büyütülmesini sağlayabilir.

Gezi’den beri yaşadığımız sorun, Erdoğan’ın ülkeye giydirmeye çalıştığı, diktatoryal- neoliberal-İslami muhafazakar deli gömleğine girmek istemeyen, mahkum edildiği sefaletten kurtulmak isteyen milyonların feryat ve taleplerinin toplumcu ve demokratik bir sosyal değişimi hedefleyen ittifak/cephe(ler) zemininde yanyana getirilemeyişidir. Yalnızca bugünün Türkiyesine özgü  olmayıp, pek çok yerinde isyan anlarında karşımıza çıkan bu tarihsel çıkmazdan kurtuluşa dair son 3 yılın toplumsal patlamalarından çıkan bazı emareleri tekrardan hızlıca hatırlatmanın önemli olduğunu düşünüyorum.

2019 SONRASI DALGADA ORTAYA ÇIKAN EĞİLİMLER

2019-2021 arasında ortaya çıkan, bugün Sri Lanka ve İran’da devam eden ikinci dalga halk isyanları içinde Lübnan, Irak, Kolombiya  gibi 2011-2014 arasındakilere benzeyenlerin yanında, Sudan ve Şili gibi farklı ve önceki dalgada gözlemlenen bazı önemli handikapları aşma potansiyeli gösteren örneklerle de karşılaştık. Bunları daha önceki birkaç yazımda ele aldığım için hızlıca özetleyerek geçeyim.

Belli muhalif siyasi ve mesleki-sendikal örgütlerce oluşturulan çok sayıdaki ittifaklar/cephelerin kurulabilmesi bu iki isyan hareketinin paylaştığı ayrıksı yanlarından biri. Bundan daha önemlisi iki ülkede de siyasal sistemin değiştirilmesinin temel yöntemi olarak anayasal yeniden kuruluşun benimsenmesidir. Sudan’da şimdi askeri cunta hüküm sürüyor olsa bile, 30 yıl şeriatçı bir otokratik diktatörlükle yönetilmiş bir ülkede 2019-21 arasında halk muhalefetinin anayasal yeniden kuruluş ve gerillalarla barış sürecini devrimi çalmaya yeminli egemenlere ve orduya dayatabilmiş olması bile çok değerli.

Örneğin Sudan’daki isyan hareketi, Irak’ta, Lübnan’da olduğu gibi devrilen iktidarın yerini, kurumsal düzen siyasetinden başka siyasi aktörlerin almasını beklemedi. Ekim 2021’den Mart 2022’ye kadar da Mısır’daki gibi ABD-İsrail destekli askeri cuntanın devrimin geçici hükümetini devirmesine direndi.

Şili’de Ekim 2019’da başlayan halk isyanı, geçen yıl geçici Anayasa Meclisi’nin oluşup, bu yılın başında sosyalist Gabriel Boric’in devlet başkanı seçilmesiyle sağlam temellere kavuşmuş bir yeniden kuruluş sürecine evrildi. Şili’deki isyanının farklılıklarını önceki yazılarımda da vurgulamıştım: a) aşırı sağcı devlet başkanı Sebastian Pinera’nın istifası talebinin, kısa sürede sosyal bir yeni anayasa talebinin gerisine düşmüş olması, b) isyancıların yaşadıkları pek çok sosyo-ekonomik sorunun, faşist Pinochet cuntası zamanında kabul edilmiş neoliberal 1980 Anayasasının halen yürürlükte olmasından kaynaklandığı bilgisinde ortaklaşması, c) çözümün sosyal bir yeni anayasa olduğunda birleşmesi; d) burjuva-küçük burjuva sosyo-kültürel yatkınlıkları olan yüksek eğitimli gri yakalılar kadar, hiçbir düzeniçi vaatle durdurulamayan yoksul proleteryanın da damgasını taşıyor olmasıdır. Bunu sağlayan sorunun nedeni ve çözümün yolu konusundaki üst bilginin olabildiğince popüler olmasıdır. Bu sayede isyanın bölüklerinden ilkinin ikincisi üzerinde sosyo-kültürel-entellektüel sermayesiyle bir bilgi iktidarı kurup, diğerini isyanın çeperlerine itme olasılığı da minimize olmuştur. Bu hafta her zamankinden kısa konuşup, Gezi’nin 9’uncu yıldönümünde dünyanın durumu ve tarihsel düzlemde çıkış hattı konusunu bir sonraki yazıya bırakıyorum.