Davutoğlu'nun başbakanlığı ve Erdoğan'ın cumhurbaşkanlığı AKP rejimi açısından bir yeni tercih anlamına geliyordu. Bu tercihin yeniliği ve tehlikeleri hakkında sanırız solda ilk değerlendirmeyi yapan 30 Ağustos tarihli "Başbakan Davutoğlu" yazısıyla Metin Çulhaoğlu oldu.
Çulhaoğlu, ABD'nin bölgede taşları istediği gibi oynatamaması durumunun ortaya çıkardığı boşlukta, Türkiye'nin özgün pozisyon alma çabasında Davutoğlu'nun rolünü ele alıyor ve şunları söylüyordu: "Davutoğlu dikkatle izlenmelidir. Obsesifliğinin kriminalliğe dönüşmesi ihtimali vardır ve önüne geçilmelidir. Kendi sağlığı için değil, Türkiye’de ve komşu coğrafyada yaşayan halkların selameti için..."
Son bir haftada yaşananlar, Erdoğan-Davutoğlu Türkiyesine ilişkin değerlendirmelerimizi derinleştirme fırsatı sundu, ortaya çıkacak siyasi boşlukları daha gözle görünür kıldı.
1. Birleşmiş Milletler toplantısında Mısır'ın, Türkiye'nin ve ABD'nin verdiği mesajlar ile Batı basınının IŞİD konusunda Türkiye'yi suçlayıcı yayınları yoğunlaştırması önemli verilerdi. Erdoğan'ın ABD'deki ve Türkiye'deki vurguları yer yer farklılaşsa ve IŞİD karşıtı koalisyona gireceği mesajını verse de, AKP rejimi Batı'da işinin bir hayli zor olduğunun ve bölgenin geleceğinde kendine yer açmak için bölgedeki İslami aktörlere hamilik pozisyonunun öneminin farkında...
2. Erdoğan'ın dün verdiği mesaj dikkate alınmalı. Türkiye'nin Irak ve Suriye'ye yapılacak müdahaleden kaçamayacağını söylüyor. AKP muhtemelen böyle bir operasyonda muharip güç olmayı tercih etmeyecek. Lojistik desteği tercih edecek. Hedefi Suriye ve Irak'ta siyasi sorunlar yaşadığı aktörlerin devreden çıkarılması, Kürt sorununda elini rahatlatmak, enerji hatları üzerindeki hakimiyeti tamamen kaybetmemek olacak.
3. Dış gündemle iç gündemin böylesine iç içeliği devrimci siyaset için bir sıkışma anlamına gelmiyor. IŞİD-AKP-ABD bütünlüğünü sağlayan bir yaklaşım ve bölgenin geneline ilişkin söz söyleme cesareti birleştiğinde, gerçek ve büyük siyaset alanına sosyalistlerin müdahale şansı her zamankinden fazla...
4. Erdoğan'ın Irak ve Suriye operasyonuna Türkiye'nin dahil olması gerektiği yönündeki sözleri, yeni bir tezkereyi gündeme getirmiş oldu. AKP Türkiyesi, Erdoğan'ın başbakanlığı döneminde giriştiği, Davutoğlu başbakanlığında obsesif bir şekilde kilitlendiği Ortadoğu operasyonunda yenilmelidir. AKP Türkiyesi'nin bölgede ağırlığının artması, bizi zayıflatır. Çok zayıf olan bu ihtimalin ortaya çıkmaması, yenilgide sosyalistlerin imzasının olması Türkiye devrimi için muazzam olanaklar açacaktır. Tezkerenin reddedilmesinin, Türkiye'nin herhangi bir operasyonun parçası olmamasının sağlanması; AKP'nin IŞİD ve bölgedeki radikal İslamcılarla ilişkilerinin teşhiri vazgeçilmez ve ertelenemez görevlerdir.
5. ABD'nin, Çulhaoğlu'nun sözleriyle, bölgede taşları istediği gibi oynatamama zaafı önemli bir faktördür. En az bu kadar önemli olan başka bir faktör, bu ülke için IŞİD'in alternatifinin başka bir IŞİD olması, gericiliğin yerine başka tür bir gericiliği koymak dışında bir perspektife sahip olunmamasıdır. Emperyalizm için bölgede laiklik temelinde bir gelecek çizmek mümkün değildir. Bağımlılık ilişkileri laikliği reddeder. Bu tarihsel olarak da böyledir, güncel olarak da... Tam da bu nedenle bölgede, sol-sosyalist hat laikliğin ve bağımsızlığın temsilciliğini üstlenmelidir. Bu hem IŞİD'le mücadele demektir, hem IŞİD'i üreten güçlerle mücadele... Bu görevler, "böyle yaparsak şunun yanına düşer miyiz" ürkekliğini terk etmeyi gerektirir.
6. Dış gündem her geçen gün Türkiye'nin daha da iç gündemi haline geldi. Rejimin konsantrasyonu bölge politikasına kayarken, içeride dizginlerinden boşanan gericilik ciddi bir meşruiyet sorunu yaşıyor. 10 yaşındaki kız çocuklarına türban dayatması, imam hatipleştirme gibi adımların yarattığı toplumsal tepkiyi soğuracak mekanizmalar üretilmiyor. Tam da bu nedenle, sosyalistlerin bölge perspektifi, ülke içinde gericilikle mücadeleyi güçlendirerek, laik Türkiye için toplumsal bir seferberlik başlatılarak pekiştirilmelidir.
7. AKP açısından aynı konsantrasyon kaybı, emekçi kesimlerin yaşadıkları sorunları, güvencesizliği ve artan yoksullaşmayı da birer kriz dinamiği haline getiriyor. Sınıfın örgütlenmesi ve emekçi sınıfların gündeminin Türkiyenin gündemi haline getirilmesi için atılacak küçük ama kararlı adımlar dahi büyük ses getirecek, emekçilere güven verecektir.