Geri sayım…

Geri sayım başladı…

Altı gün sonra 17 Aralık’ın birinci yıl dönümü…

Titreyen sesteki  “Alo Babacığım” telaşı, ne müthiş bir korkunun dağları beklediğini herkese duyurmuştu…  Avazlar, dünyanın öbür yarısını aştı; tuttu sağır sultana bile ulaştı. Ya o çıkan pis kokular; artık atmosferin en üst tabakasına bile bulaştı…

Diğer “Babalar ve Oğullar” filminde seyredilen kepazelikler de bu işin cabasıydı. Hortumculuğun akıllara zarar boyutlara ulaştığını ve hayal bile edilemez bir düzeye taştığını ne de güzel seyretmiştik… Ve ne yazık ki sadece holivut işi bir macera-kumarbazlık filmi izler gibi, solukları tutup bakalım sonunda ne olacak diye kendimizi eğlemiştik.

Filmin bütün baş oğlanları bu kara Aralık gününün üstünü kapatalım diye çok çalıştılar. Artçı çabaları da halen sürmeye devam ediyor… Görüntü şimdilik zapt-ü rap altında. Oysa “Pandora’nın Kutusu” bir kez açılmaya görsün; artık kapanır mı?

Yani, iktidarını pekiştirerek yol yürüdüğü görüntüsü veren AKP iktidarına, 2013 yılı esasında kâbus oldu. Önce Haziran Direnişi patlak verdi ki Haziranın H'sinden nefret eder oldular ve sonrası da, “paralelci” hükmüne bağlanan 17 Aralık süreci.

O yüzden, şimdi daha da bir aceleleri var.

O yüzden dinci gericilikte daha da radikaller. Kendileri bitmeden, bitirmek telaşı her yanlarını sardı.

O yüzden daha faşizan bir tutum içindeler. Hem Türkiye’nin aydınlanmacı bilincine hınçları bitmiyor; hem de mevta ilan eyledikleri eski iktidar ortaklarının oyunbozanlık yapmasını bir türlü hazmedemiyorlar.

Soru şöyle olsun; 17 Aralık süreci içinde ne vardı? Yanıtı ne yoktu ki…

Şimdilerde yıktıklarına inandıkları, oysa ahalinin yarısının direncinin düpedüz ayakta durduğu cumhuriyetten son kalanları telaşla süpürmeye çalışıyorlar.

Ve bir an önce ve belki de ecdat dediklerinin kimilerine de uzanan iki yüzyıllık kinleriyle, içinde saklandıkları Truva atının içinden çıkıp, huzura kavuşacakları rejimlerini bir an önce ilan etmeye çabalıyorlar.

Kendini kendi topuğundan vuran bir gericilik ve tam adıyla müsemma (adı verilmiş) bir karşı devrimcilik durumuyla yüz yüzeyiz.

Düne kadar iktidar ittifakında ve birbirinin yedeğinde olanlar, bugün hem düşman kardeştir ve hem de karşı devrim bir yandan son hamlelerini yaparken, bir yandan da kendi evlatlarını da yiyerek son hedefe doludizgin ilerlemektedir.

Dedim ya; var olan azgınlık, kuvvetten çok kendi zemininin kayganlığında korkuya durmuştur. Eski vekiller başı, yeni sarayına kapağı atmış, hesapça 17 Aralık vartasından asude bir limana çıkmıştır. Oysa kazın ayağının öyle olmadığını iyi bilmektedir. Gidişi, kaptanı olduğu gemiyi de reissiz bırakmıştır. İşte kaygan zemin tam da burasıdır. Alay-ı vâlâ (gösterişli, tantanalı) ile kurulan parti ya çatlarsa, bir de yerinde duramayıp iktidardan kayarsa, işte o zaman yandı keten helvası telaşındadırlar.  Öyleyse 2023'te yeni Osmanlı memaliğine (toprak ve memleket) ermek isteği, şimdilerde gemi daha da azıya almayı gerekli kılmaktadır.

Hazret, son din şurasına katılıyor. Yağıyor, esiyor ve en şiddetli gök gürültüsünü bastıran bir patlamayla cami hocalarını cihada çağırıyor. Hazret, çün (mademki,  çünkü) buyuruyor; “saldırı vakti, ne gerekiyorsa yapın     

Acep bu neyin saldırı vaktidir? Gereken nedir? Gereği için ne yapmak gerekmektedir?

Sonra kendime kızıyorum!  A be bre cahil; buna yanıt tektir. “Arife tarif, ne hacet; arif olan anlar”. Hoca efendilerde herhalde anlarlar ki, yakında kokusu ortaya çıkar.

Durum kısaca şöyledir: Cumhurun sadaret makamında oturandan, alenen cihada teşvik ruhsatı çıkmıştır. Bu sesi duyabilecek Cumhuriyet Başsavcıları eğer kalmışsa, şimdi onların ne eyleyeceklerini beklemek gerektir.

Kuşkusuz durum sadece bundan ibaret değildir.

Sadaret makamında oturan, kadına saldırıya devam etmektedir. Hem de öyle gizli ve saklılarda değil, bilcümle kefere önünde de ifadede beis görmemektedir.

Neymiş kadın erkeğe eşit olamazmış. Olmadığına göre eşdeğer olmalıymış.

Tam da burada, belki şu Osmanlıcaya zıplamak gerekir. Eşittin karşılığı “müsavi” dir. Eşitlik için de “müsavat” kelimesi temrin edilir. Eşdeğerin karşılığı ise “muadil” dir. Ontolojik olarak bakılırsa müsaviler kendi başına varlıktır. Oysa muadillik durumunda, biri yoksa ötekinin yerine diğerinin ikamesi söz konusudur. Böylelikle kadını ötekileştirmeye çalışan hazret, Osmanlıcaya vakıf olmadığını da ispat ederek, önce erkeği koyunluk makamına atamakta ve sonra da kadına keçi muamelesi yapmakta ve işleri karıştırarak “Abdurrahman Çelebi” sendromu oluşturmaktadır. Durum akıllara ziyandır…

Cehalet sınır tanımadığından, ihtiyaç şöyle tespit edilmiştir: Osmanlı Saray şürekâsının dili olan Osmanlıcanın, mecburi tedrisatına giriş hamlesi yapılmaktadır.

“Yetmez ama evet” avazları ortalığı sarmaya devam etmektedir. Anaokulu bebeleri, yani sabi sübyan dâhil, karma eğitimin ilgasına yol döşenmektedir. Böylelikle kızlı, oğlanlı beraber soluk alıp vermenin sağlık açısından muhtemel sakıncaları böylelikle bertaraf edilecektir.

Gericilikte sınır tanımayan zihniyet, kadın açısından “okumayı”, en çok kadının iş sahibi olup “çalışma” tehlikesiyle örtüştürmektedir. Çıkardıkları sonuç ise akıllara durgunluk vermektedir. Neymiş? Çalışan kadın fuhuşu yaygınlaştırmaktaymış. Böyle alçakça bir zihniyete ancak pes demek yetmemektedir.

Örnek tükenmez; bir de kelp meselesine bakılabilir…

RTE avanesinde vekil bir zat, “inkılâp” ve “inkilap” meselesine takıyor. Atatürk’e dil uzatmak için kendine kapı açıyor. Cumhuriyet ve devrim tarihine YÖK’ün isim diye taktığı ve şimdi toptan tedrisatını online (çevrim içi) yaptığı “Atatürk inkılâpları ve inkılâplar tarihi” tümcesindeki inkılâbın, ahali tarafından “inkilap” diye anılmasıyla dalga geçiyor ve alenen işi küfür etmeye vardırıyor.

“Kelp” hem temiz anlamına ve hem de köpek anlamına gelmektedir. Bundan türeyen” inkilap” kelimesi de “köpekleşme” durağına çıkmaktadır. Yani zat, meramı gizlemek için bir sözcüğün yakın anlamını söyleyip, uzak anlamını kastederek, hesapça “tevriye sanatı”  icra etmektedir. Böylece Atatürk köpekleşmesi mecazında içinin ağusunu kusmaktadır.

Kuşkusuz Nef’i tevriye sanatının zirvesinde bir şairdir. Yaşadığı çağda şöyle yazmıştır:

Tahir Efendi bana kelp demiş / İltifatı bu sözde zahirdir, / Maliki mezhebim benim zira / İtikadımca kelp tahirdir.

Tahir, hem Tahir Efendidir; hem de temiz, pak anlamındadır. Kelp hem köpek hem de temiz manasındadır. Lakırdı özetlenirse, Nef-i, hem köpek temiz hayvandır, hem de asıl köpek Tahir Efendi'dir anlamında tevriye yapmaktadır. Bu arada, bir alakası olmasa da, Tayyip ve Tahir temizlik manasında birbirine muadil yani eşdeğerdir.

19. Milli Eğitim Şurası burada yazılanların aleniyete döküldüğü en önemli kavşaklardan birisi olmuştur. Başbakan hepsinin üzerine tuğ dikmiş Cumhuriyete bakışını “gereksiz bir parantez” parantezine almıştır…

Son haber de, AKP grubundan başka bir vekilden gelmiş, Osmanlı armasının kaldırılmasına bühtan yağdırarak parti-devlete bir arma bulmak için kanun teklifi vermiştir.

Şimdi soluk alalım ve adını açık seçik bir daha koyalım. Cumhuriyet lafına alerji duyanlara yeni büyük müjde, RTE ve ekibi tezgâh üstü bir hizmette bulunmakta ve karşı devrim yapmaktadır. Yeni Türkiye’de kadın eve; eski yazı ve Osmanlıca göğe; yakın zamanda mahalle mektebi ve medrese göbeğe yerleştirildiğinde isteyen istediği kadar “yetmez ama” diye bağırmaya devam edebilir.

Yazının başlığından, sadece 17 Aralık yıldönümüne gönderme yapılmadığı artık anlaşılmış olmalıdır. Garantili olsun; bir daha şerh düşelim. Geriye sayılmaya ve sarılmaya çalışılan kocaman bir gelecektir. Ya ayakta adam gibi durulacak ve direnilecek ya da kündeye gelip tuş olunacaktır.

Parti-devleti kurmaya çalışanların telaşı, oyunlarının farkına varılmasıdır. O nedenle acilcidirler. Bir an önce kestirip atmaya çalışmaktadırlar ve Haziran Direnişi'ne nefretleri de buradan kaynaklanmaktadır.

Şimdi haziran direnişine çıkan halk sınıflarını bir şeye benzetemeyenlere bir çift soru sorma sırasıdır. Tamam da çözüm için sözünüz nedir?

Eveleme, geveleme zamanı tükenmiş ve halka talkın verme dönemleri çoktan bitmiştir. Karşı-devrim doludizgin at koşturuyorsa, zaman o zamandır ki, yanıtını karşıtların anlayacağı dilden vermek gerektir.

Devrimci durumu yaratmak için örgütlenmek ve artık mukabele etmek vacip olmuştur.

Yani geriye sayım çoktan başlamıştır…

nuriabaci@gmail.com