Geliyor mu gelmekte olan?

İktidar bloku ve Cumhurbaşkanı’nın kabinesi ve partisi siyasette etkin değil; tüm ekonomik politik kararlar, dış ilişkiler, siyaset-hukuk ilişkisini hukuk aleyhine yönlendiren ve blokun öteki küçük partisinin liderinin kesin desteğine sahip tek otorite tarafından alınıyor.

Bütün unsurlarıyla ağırlaşan ekonomik krizin siyasi bir bunalıma dönüşmesinin içinde ya da arifesindeyiz. Enflasyon hızla yükseliyor, gelir dağılımı olağanüstü ölçülerde bozuldu; Türk lirası kısa sürede hızla, büyük ölçüde değer yitirdi; yoksulluk tırmandı, orta gelir grubu artık tüketimi canlandırabilen bir kesim olmaktan çıktı.

***

Erkene alınma olasılığı yüksektir ama olmazsa seçimler Haziran 2023’te. Erken ya da geç sonuçları öngörmek kolay değil. Yine de muhalefet bloku kamuoyu yoklamaların bakılırsa hem oyunu hem de siyasi etkisini artırdı. Toplumsal muhalefet bileşenleri, gençlik ve kadın hareketi, sivil toplum kuruluşları, demokratik kitle örgütleri hemen her konuda taleplerini dile getirmekte kararlı görünüyor, giderek daha cesur hareket ediyorlar. Bir anlamda korku duvarı aşılmış gibi.

***

Sol partiler, hareketler de siyaseti küçümsemedikleri, steril bir siyaset aramadıkları zamanlarda taleplere siyasi bir kimlik kazandırmak için daha korkusuzca davranabiliyorlar.

HOBBES-SCHMITT-AGAMBEN

Thomas Hobbes, korku özgürlük ilişkisini korkunun egemen olduğu bir ilişki olarak tarif eder, Kendini sınırlamanın özgür insanın kararı olduğunu savunur. İnsanın özgür iradesiyle ama korktuğu için aldığı kararlardan söz eder. “Genel olarak insanların devletlerde yaptıkları bütün eylemler, o eylemleri yapan kişilerin yapmama özgürlüğüne sahip oldukları fakat yasa korkusu ile yaptıkları eylemlerdir” der (Leviathan, sf.163, YKY) Hobbes’ta korku ilişkinin başat unsurudur. Şimdi ise korku özgürlük ilişkisi özgürlük talebinin ağır bastığı, korkunun yok olmamakla birlikte gerilediği bir ilişki olarak tarif edilebiliyor.

***

20 yılı aşkın bir süredir iktidarda olan partinin özellikle Cumhurbaşkanlığı Hükümeti sistemine geçtikten sonra siyaset hukuk ilişkisinde otoriter siyasete meyletmesinin, hukukun siyaset lehine gerilemesinin, bir anlamda 2015’te ilan edilmiş olağanüstü hâlin fiilen sürdürülmesinin Carl Schmitt’in teorisine denk düştüğü söylenebilir. Schmitt’in “Souveraen ist, wer über den Ausnahmezustand entsheidet”; “olağanüstü hâle -istisnai duruma- kim karar verirse egemen odur” formülasyonunun istisna hâline süreklilik kazandırmayı amaçlayan bir formül olduğu, Türkiye’de de uygulanmak istendiği, büyük ölçüde uygulandığı bir gerçektir. Bunun temel nedeni ise azalan kamuoyu desteğine karşın iktidar blokunun her ne olursa olsun erkini sürdürme isteğidir.  

***

Güvenlikçi devlet anlayışını kuramsallaştırma çabasına girişen filozoflardan birisi de Giorgio Agamben’dir. 11 Eylül el Kaide saldırısından sonra geliştirdiği “İstisna hâli”, “Olağanüstü hâl tezlerinde Agamben, olağanüstü hâl ilanının otoriter bir iktidar kurmak için bir araç olduğunu, batı devletlerinin artık “güvenlikçi devlet” olarak adlandırılması gerektiğini savunur. Güvenlikçi devlette halkın rolü, siyasi statüsü aslında temsili demokrasiden farklı değildir, ama seçim sonrası her şeyi egemene devrederek apolitikleşir. Güvenlikçi devlette hukuki bir kesinlik de söz konusu olmaz, yasalar daha çok egemenin yorumu ve gereksinimlerine göre uygulama alanı bulacak, hukuk düzenine bir belirsizlik egemen olacaktır.

***

Schmitt’in “Ausnahmeszustand - istisnai hâl teorisinin artık tüm dünyada “hukuk devleti” yerine geçtiği öne sürülen “güvenlikçi devlet” kavramı ile meşruiyet kazandığı iddiası yaygınlaştırmak isteniyor. Kuşkusuz bu emperyalist kapitalizmin küresel çapta sıkıntıya girdiği dönemin kışkırtılmış aşırı sağ ve fanatik dinci eğilimlerin, IŞİD ve benzeri terörist örgütlerin eylemlerini gerekçe göstererek “güvenlikçi devlete” alan açma, “otoriter demokrasi” gibi oksimoronlara meşruiyet kazandırma, aynı zamanda sınırların göçmenlere kapatılmasını haklı kılma çabasıdır.

***

Güvenlikçi devlet teorisinin batı ülkelerinde belli kesimlerin hoşuna gitse de pratik olarak başarı kazanması zor görünüyor. 11 Eylül 2001’den sonra Bush’un dayattığı olağanüstü hâl uygulaması “Patriot Act - Yurtseverlik Yasası” 2020’den sonra uzatılmadı. Avrupa’da göçmenlere karşı yasaları daraltan uygulamalar, yoğun kışkırtmalara karşın kamuoyunun desteğini kazanamadı. Yine de güvenlikçi devlet kuramının iktidarları heyecanlandırdığı, heveslendirdiği de bir gerçektir.

ALACAKARANLIKTA MIYIZ?

Peki bundan sonra ne olacak, bizi ne bekliyor? İktidar bloku ya da liderleri doğal yollarla seçimi kaybetmeyi göze alan doğal bir süreci kabul edecekler mi?  Son günlerde iktidar kanadı sözcülerinin açıklamaları, söylemi, hiç gündeme gelmemesi gereken böyle bir olasılığı tartışılır hale getirdi. İşte bu konu ile yakından ilgili, dikkate alınması gereken bir açıklama: Hükümete yasaların hazırlanması konusunda danışmanlık yapan Türkiye Bilimler Akademisi (TÜBA) Asli Üyesi Prof. Dr. İzzet Özgenç'ten geldi, İzzet Özgenç, -usuldendir, ben öyle demek istememiştim diye tevil etse de- Twitter hesabında şunları yazdı: "Türk Lirasının yabancı paralar karşısındaki süregelen değer kaybı, “ağır ekonomik bunalım” sonucunun ortaya çıkacağı süreci başlatmıştır. Bu nedenle kaçınılmaz görünen ağır ekonomik bunalım sebebiyle olağanüstü hâl ilânına (Ana Yasa madde. 119) toplum olarak hazırlıklı olmamız gerekir."

***

İktidar bloku ve Cumhurbaşkanı’nın kabinesi ve partisi siyasette etkin değil; tüm ekonomik politik kararlar, dış ilişkiler, siyaset-hukuk ilişkisini hukuk aleyhine yönlendiren ve blokun öteki küçük partisinin liderinin kesin desteğine sahip tek otorite tarafından alınıyor. Ekonomideki kriz durumunun siyasi bir yenilgiye dönüşmemesi için alınan ama çözüm olmayan politikalar ısrarla sürdürülüyor. Son çare olarak derin bir sessizliği, muhalefetsiz bir sistemi öngören politikalar, olağanüstü hâlin kapısını açmak için “devlet politikası” haline getirilmek isteniyor.

***

Ekonomik kriz ya da bunalım nedeniyle ilan edilecek bir olağanüstü hâl, krizi çözebilir mi? Bunalımlar kararlarla yok edilebilir mi? Kuşkusuz kriz karşısında çaresiz kalmış siyaset her zaman derin sessizliğe heveslenir. Bu küçümsenmemesi gereken bir tehlikedir. AKP’nin kapitalist piyasa sisteminin çözümsüzlüğüne çarpıp parçalanan politikalarına sağlam tezlerle karşı çıkılmazsa, laiklik gibi kararlılıkla savunulması gerekenler unutulursa, olmayan demokrasi, gelmeyen demokrasiye dönüşecek, “geliyor gelmekte olan” ise, her şeyin normal düzeninde gitmekte olduğuna inananlar bilsinler ki, gelmeyecek, gelemeyecektir.