Emekçi sınıflar ve partiler: TİP, CHP, RP-AKP

Sonuç olarak, siyasetini toplumsallaştırma, toplumu anti-kapitalist bir hatta taşıma hedefi doğrultusunda gerçekten bir sıçrama yapmak isteyen tüm sosyalist yapıların yüzünü döneceği “tehlikeli sınıflar” yoksul emekçi mahallelerindedir.

Şehrin üstünde bastırılmış ve duyulması imkansız olan bir sefalet iniltisi asılıydı. (...) Dert ve ıstırabın neden olduğu kasvetli çalkantıda, sefaletin hummalı mücadelesinde, bencilliğin pis balçıklarında, yoksulluğu büyüten evlerin zemininde isyan elçileri, adaletin çok uzaklardaki ocak taşlarından çıkan kıvılcımlar gibi ortalıkta dolaşıyordu. Basit ve büyük bir öğretinin küçücük bereketli tohumlarını bu sefil çukurlara gizlice getirdiler ve bazen kaba, gözlerinde şimşeklerle, bazen nazik ve sevecen bir şekilde bu berrak ve yakıcı gerçeği zalimlerin emriyle ve zorbaların gücüyle sessiz, kör enstrümanlara dönüşen kölelerin karanlık kalplerine ektiler. Bu asık suratlı varlıklar,  mazlumlar, yeni kelimelerin müziğini -kalplerinin uzun zamandır beklediği müziği- pek de inanmadan dinlediler. Yavaş yavaş başlarını kaldırdılar ve zalimlerin kendilerini sardığı yalan ağlarını yırttılar.

Maxim Gorki, Yoldaş, çev. H. Kınay[i]

Türkiye’nin modern siyasal alanı uzun süre Osmanlı’nın kadim düzenini savunanlarla, Batılı anlamda modern bir yeni sosyal düzenin inşasını savunanlar arasındaki çatışma ekseninde şekillendi. Bu sahneye, 2. Meşrutiyet sürecinden itibaren dönem dönem emekçi sınıflardan yana partiler de dahil olmak istediyse de milliyetçi-devletçi iktidar blokları onlara hayat hakkı tanımamak için azami bir çaba içinde oldu.

Siyasi hayatı çoğunlukla modernleşmecilik ve muhafazakarlık geriliminin gölgesinde, 1946’dan beri de otoriterleşme-kısmi demokratikleşme salınımında cereyan eden Türkiye’de, CHP içinden Demokrat Parti’nin (DP) türemesine yol açan Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu tartışmalarından itibarense politika diye icra edilen şeyin sınıfsal içeriği ve çelişkileri daha gözle görülür hale geldi.

EMEKÇİ SINIFLARIN SAHNEYE ÇIKIŞI VE TİP

1950'lerin sonlarında hızlanan sanayileşme ve kırdan kente göçle genişleyen kentli emekçi sınıfların çıkarlarının gözle görülür hale gelmesiyse 1960’larda oldu. İşçi sınıfının temsilciliğini yapma ya da bir bütün olarak kır ve kentin emekçilerinin sesini ve büyüyen sosyal varlığını siyaset sahnesine taşıma konusunda sosyalist öncü işçilerin kurduğu Türkiye İşçi Partisi (TİP)’le, onun sınıf kardeşi DİSK’in belirleyici anlamda kritik rolleri oldu. Her ne kadar, 1965’ten itibaren ittifaklar siyaseti ve devrim-parlamenterizm tartışmaları yüzünden bölünmeler, kopuşlar yaşasa da TİP’in öncü kadrolarının Türkiye’de emekçi sınıflar mücadelesi içindeki çığır açıcı önemde bir çıkış yaptığı gerçeği yadsınamaz. DİSK’in kapatılması girişimine karşı 15-16 Haziran 1970’te iki gün süren büyük işçi ayaklanmasıysa, 12 Mart’ta TİP’in kapatılıp, ondan ‘69’da kopmuş devrimci gençlik önderleri katledilmesine rağmen, şehirlerde ve kırda emekçi sınıfların en parlak büyüme dönemini yaşamasını getiren tarihsel anlamda mayalayıcı bir hadise olarak not edilmelidir.

Sosyalist hareketin 1973-1977 arasında devrimci hareket ve TKP kollarında yaşadığı ülke çapına yayılan büyümesi karşısında, ABD-devlet destekli gladyo çetelerinin faşist terörü ve ona karşı gelişen anti-faşist direniş, emekçi sınıfların sosyo-ekonomik çıkarlarına karşı topyekün bir sermaye taarruzunu 12 Eylül’e kadar önledi. Bununla birlikte, faşist terör ve MC hükümetleri nedeniyle, DİSK ve emekçi sınıflar 12 Eylül öncesinde daha fazla CHP’nin parti alanına kaydı. Buradan CHP ve emekçi sınıflar konusuna geçebiliriz.

CHP VE EMEKÇİ SINIFLAR

Cumhuriyetin kurucu partisi CHP, emekçi sınıfları kendi sosyal-sınıfsal ittifaklarına eklemlemeye dönük özel politikalar geliştiren ilk burjuva düzen partisiydi. 1961-63 arasındaki koalisyon hükümetinin Çalışma Bakanı Bülent Ecevit, işçi-köylü emekçi sınıflara hitap eden siyasalar ve politik söylem geliştirme noktasındaki başarılı performansıyla, parti içinde öne çıktı ve Büyük Şefi İsmet İnönü’nün halefi oldu. 1967’de İnönü’nün ağzından CHP’nin kendisini “ortanın solu”nda tanımlaması, 1960’ların sonlarından itibaren kızışan sınıf mücadeleleri içinde, birinci TİP’in boşluğunun doldurulamamasının da etkisiyle emekçi sınıfların umudu konumuna yükseltti. Yoksuldan, halktan yana, insanca hakça bir düzen umudu CHP’yi bugüne kadar ulaştığı en yüksek oy oranlarına ulaştırırken, bütün büyükşehir belediyelerini de elinde tutmasını getirdi. Sosyalist ve devrimci sol örgütlerin ve işçi sınıfının amiral gemisi DİSK’in üzerinden silindir gibi geçen 12 Eylül askeri darbesi, diğer partilerle birlikte CHP’yi de kapatıp, liderine siyaset yasağı koyunca emekçi sınıflar içinde solun gücünde de önemli bir kırılma yaşandı.

1988-89 bahar eylemleri bu kırılmayı bir nebze gidermişse de SSCB’nin ve Doğu Bloku’nun 1991’deki çöküşü sınıf mücadeleleri tarihinde çağ kapatıcı bir olay oldu. Komünist ya da sosyal demokrat olması  fark etmeksizin, 1. Enternasyonal’den beri emekçi sınıfları siyasal söyleminde, örgütlenme-eylem stratejilerini şekillendirmekte kerteriz noktası kabul eden sol anlayış, kendisini sosyal açıdan da daraltıcı büyük bir bunalımın içinde buldu. Bu yenilgi ortamında, bir istisna olarak Marksist temelde kurulmuş, Kürt ulusal hareketinin gücünü koruyup ve 1993’e kadar arttırdığını da söyleyip, geçelim.

NEOLİBERAL İSLAMCILARIN EMEKÇİLERİN SİYASETİNE EKLEMLENMESİ

Neoliberal 24 Ocak kararlarının en fazla vurduğu küçük köylülüğün yoksullaşıp-işsizleştiği 1980’li yıllar, köy ve kasabaların hızla boşaldığı bir dönem oldu. Türkiye tarihinde kent nüfusunun kırı yakalayıp, geçtiği yıllar da bu dönemdi. PKK’nin 1990’lara doğru artan silahlı gücünün Bölgede kırsal alanlarda yaşayan devlet yanlısı muhafazakar kesimleri kitlesel biçimde Batı’ya, özellikle de İstanbul’a yönlendirmesi ve bunların büyük ölçüde kayıtdışı emek ve üretim süreçleriyle işçileşmesi, emekçi sınıfların 12 Eylül sonrasında sosyo-ekonomik olarak palazlanan İslamcı hareketin yörüngesine girmesinde kritik bir dönüm noktasıydı. Bir başka ifadeyle, muhafazakar Kürtlerin 1985-1995 arasındaki göçü Ümraniye, Kağıthane, Sultanbeyli, Bağcılar, Gebze gibi pekçok emekçi karakterli yerde İslam temelinde Türk-Kürt birliğini savunan RP’yi güçlendirdi. Kürt hareketinin kendisine karşı yürütülen kirli savaşın en kanlı yıllarından biri olan 1994’te yapılan yerel seçimleri boykot etmesi de RP’nin Kürt illeri de dahil, pekçok büyükşehirde belediye yönetimlerini ele geçirmesine katkıda bulunan olaylardan biri olarak işaretlenmelidir.

Solun tarihsel bir bunalıma girdiği, kırda mülksüzleşme ve çözülmenin hızlandığı, 1985-95 arası yıllarda, AKP’nin öncülü Refah Partisi’nin 1994 ve 1995’teki seçim zaferlerinin arkasındaki daha belirleyici bir faktör, henüz belediyeleri kazanmadan önce, büyükşehirlere Karadeniz, Kürdistan ve orta Anadolu’dan henüz göç etmiş, asgari ücretin altında, sigortasız, kayıt-dışı çalışan proleterya bölüklerini yardım faaliyetleriyla ağlarıyla örgütlemiş olmasıdır. Yoksul mahallelerindeki evlerin hepsine defalarca eli dolu biçimde giden güçlü bir örgütsel performanstan söz ediyoruz. Erzaktan, yakacağa, iş-ev bulmaya kadar uzanan yardım ağları içinde parti-belediye ve çoğu zaman onların dolayımı olan tarikat/cemaat vakıfları yer almaktadır. Belli parçaları paslansa ya da yıpransa da bu “örgütleyici yardım” makinesinin işlemeye devam ettiği anlaşılmaktadır. Ancak 2019 belediye seçimlerinden sonra makinenin yağı ciddi anlamda azalmış, daha ağır dönmeye ve gıcırtısı yapmaya başlamıştır...

YOKSUL PROLETARYANIN SARAY BLOKUNDAN UZAKLAŞMASI

Dolayısıyla, yoksula yardım ağlarıyla kuşatılıp, örgütlenmiş yoksul proleter kesimler arasından asgeri ücretle-5000 TL geliri olan en geniş nüfus kesimini oluşturan, yine de çoğunluğu emekçi sınıflar kümesinin parçası olan gelir dilimine geçiş yapanlar, ya da siyasetteki yetenekleriyle RP-AKP’nin iktidar basamaklarını tırmanıp, Başakşehir’e kadar yükselen de olmuştur. Fakat, asgari ücret ve altında yaşayan emekçiler grubunun, lümpen proletarya ve tamamen bakıma muhtaç yoksullarla birlikte, Türkiye nüfusu içinde halen yüzde 25-30 oranında bir ağırlığa sahip olduğunu, bunların da 1990’lardan bugüne büyük oranda İslamcı siyasetin destekçisi oldukları görülmüştür. Tek adam rejimine geçişin tamamlandığı 2018 yazından bugüne yaşanan kur şoklarının etkisiyle daha da yoksullaşan bu kesim partiyle ve cemaat ağlarıyla ilişkilerinde neler yaşandığına ilişkin bilgilerimiz eksik olsa da üçte birinin son bir yıl içinde AKP-MHP saray blokundan uzaklaştığı görülmektedir.

ÖNÜMÜZDEKİ BÜYÜK SORU

Sosyalistlerin bu noktada üzerine düşünmesi, eylemsel hamlelerle denemeler yapması gereken önemli bir konu; “Bu uzaklaşmayı, proletaryanın alt bölüklerinin 1990’lardan beri etkisinde oldukları İslami siyasetin ya da soy faşizm denen habitusun hegemonyasından çıkışına dönüştürmek nasıl mümkün olabilir?” sorusudur. Bunun tarihsel bir kırılmaya dönüşüp dönüşmeyeceği, aslında yalnızca sosyalistlerin değil, burjuva düzen içi solun da önünde durmaktadır. Şu durumda kabul etmek gerekir ki, bu noktada İslamcıların bileğini bükmek, bütün bu siyasi aktörlerin toplam kapasitesi ve yeteneğine bağlıdır.

Bu anlamda devrimci sosyalist güçlerin bu gelişmeye gerekli yanıtı vermeyi sağlayacak bir güce, kadro birikimine/yapısına veya olanaklar havuzuna sahip olmadığı için bu sürecin uzun ve gel-gitli bir süreç olacağı söylenebilir. En basitinden şunun ayırdında olmak önemlidir: Maxim Rodinson’un, İran Devrimi ve İslami Cihat, Müslüman Kardeşlerin silahlı eylemleriyle müslüman dünyada emekçi yoksullar arasında yükselişe geçen siyasal İslamcılığa biçtiği 50 yıllık buzul dönemin Türkiye’de de sonuna geliyor olabiliriz.

TAM DA BUGÜNDEN YARINA NELER YAPMALI?

Buzların erimesi ve bu sınıf bölüğünün kütleden kopuşunun Şubat-Marta doğru daha ağırlaşacak geçim sıkıntılarıyla süreklileşmesi ve kendisini eylemli biçimlerde dışa vurması çok yüksek olasılıktır. Bu anlamda saray rejimini çökertecek sürecin de kırılma noktası olacak fakat emekçi sınıfları siyasetinin kritik maddesi gören bütün sol siyasetler açısından tarihsel bir yükseliş vektörü yakalama fırsatı sunan bir gerçeklikle karşı karşıyayız.

Kamusal siyasette onları kazanmayı hedefleyen yeni bir dil ve eylem tarzı geliştirmenin yanında, sosyalist yoldaşlaşma temelinde mahallelerde paralel bir muhtarlık ya da belediye gibi çalışacak barınma-insanca geçinebilme hakkı temelli mahalle evleri tarzı yardım-dayanışma-müşterekleşme kanalları da yaratılabilirse, bu olanakların gerçeğe dönüştürülme olasılığı da artacaktır. Elindeki güçlerle bu kesimlere doğru anlamlı bir hamle yapma konusunda pek çok örgütün sosyal bileşimi ve demode olmuş fikirleri nedeniyle çok fazla bir şansı bulunmadığını söyleyebiliriz. Bununla birlikte, 70’lerin geleneklerinin devamı olan 60 yaş üstülerin tasallutundaki sosyal klüp partilerini bir yana bıraktığımızda, bu konuda hamle yapacak çok sayıda irili ufaklı yapının bulunduğu görülüyor.

Sonuç olarak, siyasetini toplumsallaştırma, toplumu anti-kapitalist bir hatta taşıma hedefi doğrultusunda gerçekten bir sıçrama yapmak isteyen tüm sosyalist yapıların yüzünü döneceği “tehlikeli sınıflar” yoksul emekçi mahallelerindedir. Onları kazanmaya dönük hamle yapma noktasındaki her gecikmenin kapısının, aynı kesimlerin neo-faşizm gibi başka sağ siyasetlere veya zaten mahallesinde yayılmaya başlamış lümpen proletar kriminal bataklıklara daha fazla gömülmesine açıldığı da ortadadır.

Yazıyı iradenin iyimserliğine ilişkin Latin Amerika’dan bir haberle bitirmek istiyorum. Şili’de 2019 sonlarında patlak veren isyan hareketleriyle başlayan devrimci siyasal süreç bu hafta sonu başkanlık seçimlerinin ikinci turuyla ciddi bir virajdan geçecek. İlk turdan Şili’nin Bolsonaro’su birinci çıkmıştı. Fakat ikinci tura kalan radikal sosyalist aday Boric, boykotçu isyancıların da desteğini alarak iktidara yürüyor. Şili seçim yasakları nedeniyle son iki hafta seçim anketleri yayımlanamadığı için son durumu bilmemekle birlikte Boric’in, neo-faşist rakibi Kast’ın 5 puan önünde olduğunu biliyoruz. Şili’nin isyancılarını ve devrimci sosyalistlerini Gorki’nin epigraftaki pasajıyla selamlıyorum... Umarım gelecek hafta onların zaferini konuşuruz.

[i] https://sendika.org/2021/11/yoldas-maxim-gorki-638216/, 25.11.2021, Hilal Kınay