Marksizm eleştireldir. Marksistler pek öyle değildir. Eleştiriyle karşılaştıklarında, içeriğine çok da girmeden, onu savuşturmaya çalışırlar genelde. Duvar örerler.
Duvarlar kalınlaştıkça; eleştiriyi, hem kendini geliştirme, dönüştürme ve icabında aşmak için bir vasıta, bir kaldıraç olarak değerlendirme fırsatı, hem de eleştirenle bir etkileşim içerisine girme, “eleştirenlerin de eleştirilmesi” için tartışma fırsatı uçar gider.
Çeşit çeşit savuşturma yöntemleri vardır bu alanda. Her biri eleştirilmeye müsaittir tabii ki! Ve savuşturulmaya da!!!
Yöntem ne olursa olsun, asıl olay “savmak/savuşturmak” ise sonuç bellidir: Yeter ki içerik tartışılmasın abicim... eleştirinin içeriğinden hareketle zaaflarımız açığa çıkmasın… doğru bellediklerimizin ve bellettiklerimizin dışında, farklı/eleştirel görüş çok alan bulamasın… biz huzurlu yolumuzda takılıp duralım öylece...
Bakalım öyleyse kısaca yöntemlere:
Retorikle örtmece
Görüşlerimize karşı eleştiri yüklü bir yazı/makale/kitap karşısında, onun dile getirdiklerini ve içeriğini hiç görmeden, görüşlerimizi yeniden dört başı mamur bir şekilde sıralama esasına dayanır. Etkileşime kapalıdır ve “Budur işte” demek için kaleme alınır. Ortada bir yanlış, bir boşluk, bir zafiyet varsa, retorik marifetiyle onu örtmeye, görmezden gelmeye ve iman tazelemeye yarar.
Cımbızlamaca
Retorikle örtmecenin hemen yamacında karşı tarafın söylediklerine de bir şekilde değinmek gerekirse, söz konusu eleştiriden zayıf bir öğeyi cımbızlayıp evirip çevirmece her zaman iş yapar. Hem eleştirinin bütününden sıyrılmanızı sağlar, hem de kendi cephenizden küçük de olsa haklı çıkacağınız bir tutamak bulmuş olursunuz, onunla uzun uzun oynayıp durursunuz işte.
Retorikle örtmece ve cımbızlamacanın bütünlüğünde, özcü tezlerinizi tumturaklı biçimde yeniden ve yeniden ifade etmek/formüle etmek mühimdir bu bahiste.
Neyi, nasıl cımbızlayacağınız da önemlidir tabii ki. Örneğin bir yerlerde “HDP/güçbirliği” lafı geçer geçmez, “Ama Kürtler de Gezi’de yoktu” ve bir üst perdesi olarak “Gezi’ye darbe dediler” son zamanda pek gözde. Kürt Özgürlük Hareketi’nin en başta dozerin karşısında, baştan sona hep eylemin içinde, neticede geniş ve heterojen katılımlı bir sürecin hep bağrında olduğu unutulur, tam karşı istikametteki hareketler, örneğin Gezi içerisinde 9 Haziran mitinginde KÖH’ü alandan kovmak için yenilen naneler görmezden gelinir, hareketin bir temsilcisinin sarf ettiği bir söz bağlamından koparılarak tekrarlanır durur.
Lagaluga yahut demagoji
En popüler eleştiri savma yöntemlerinden biridir. En yaygın ve en ergen. Retoriğe, uzun uzun anlatmaya, aradan laf cımbızlamaya falan da gerek yoktur işte. Haldır huldur, paldır küldür girişiverirsiniz eleştiriye ve eleştirmene.
Hoyratlığı demagojiyle birleştirecekseniz, eleştirinin konusundan/içeriğinden bambaşka bir meseleye dikkat çekmek, onun üzerinden yürüyüp laf cambazlığıyla ilerlemek esastır. Çok da uzatmaya gerek yoktur ve sosyal mecra döneminde günlük/sıradan bir uğraş haline gelmiştir. En iyisi, eleştiriye denk geldiğinizde, “Yaw he he” dersiniz yürürsünüz güzelce.
Eleştirinin zamanlamasına da bu bahiste dikkat çekilebilir. Nasılsa her zaman “yapılacak çok önemli işler var”dır, “şimdi bunları tartışmanın zamanı değil”dir ve neticede “zamanlama manidar”dır.
Etiketleme
Etiketler önemli, kendi klanımızda/dükkanımızda kendi içrek kavramlarımız/düz mantığımızla eleştirel aklı def edebilelim yeter ki. “Tag” de deniyor şimdi.
Özgürlükçü bir söylem gördüğünüzde, hemen “liberal” etiketini kullanırsınız mesela. Dayanışmacı görürseniz, “sivil toplumcu” iyi gider. Etiketleyip rahatlarsınız, oooh aklınız rahat, siz rahat, misss.
Öte yandan buradaki gibi, mizah ve/veya ironiyle gelen eleştiriye, “bakın işte alay ediyor”, “sulandırıyor”, “dalga geçiyor”, “laubali”, “babeylibalabuladabamburbeylibapbup” vb. etiketleri de gayet uygun düşer tabii ki. Düşünsenize, bu kafayı değiştirmek/aşmak için Gezi bile yetmedi!
Örgütsel korunma kalkanları
Etiketlemeyle paralel geliştirilen kalkanlardır. Özgürlük vurgusu gördüğünüzde kullandığınız liberal etiketini, benzer başka vurgulara da uyarlar, örgütünüzün arkasına saklanırsınız. Bağımsız eleştirel akıl karşısında, sosyal çevrenin gücünü, pışpışlamasını ve pohpohlamasını arkasına almak önemlidir bu bahiste. Diyelim “yazının şehveti” denen o güçlü akıntıya kapılıp ya da “cahil cesareti” vb. başka bir itkiyle “feminizm, liberalizmin sinsi bir varyantı” türünden bir şey yazıp saçmaladınız. Feminizmin tarihiyle, teorisiyle ilgisi olmayan, liberalizmle ilişkilenme açısından vb. neresinden tutsanız elinizde kalacak bir tespit. Bunu size anlattılar ya da siz hatanızın farkına vardınız, olsun, asla geri adım atmamalısınız. Alttan alma, hatanı kabul etme, özür, özeleştiri falan hak getire. Tam tersine, sosyal çevrenizden güç alıp daha da tepeye çıkmalısınız. Şeflerden onay geldi, tabandan övgüler geldi, kralsınız, “adamsınız”!
Tabii dilenirse örgütsüzleş(tir)me öcüsü de gösterilebilir bu bahiste. “Bakın işte bu yazılanlar hep örgütsüzlüğe çıkar.”
Eleştirmene yüklenme
Hep savma/savunma, duvar örme pozisyonunda kalacak değiliz ya, arada saldırmak da lazım bu eleştirmen denen mahluka. “Peki sen ne yapıyorsun; öyle uzaktan, dışarıdan, yandan vb. bakıp değerlendirmek olur mu?” ve “Hariçten gazel okuyup duruyorsun” en popüler olanları. Eleştirmeni, eleştirme pozisyonundan çıkarıp, eylemeye çağırmak da daha dostça/kapsayıcı bir biçimidir yüklenmenin: “Hep yazıp çizmekle olmaz hocam, elini taşın altına koyman lazım.”
Bu sorumluluk yükleyici, kısmen de “çağırıcı” savuşturma yöntemlerine ek olarak, daha dışlayıcı metodlar da vardır tabii ki: “O kendi işine baksın”, “Herkes kendi işine baksın” vb. bu minvalde etkili olabilir.
Eleştirmene yüklenirken, “Bunlar eleştiri değil, suçlama ve hatta hakaret” diyerek, şiddet dozunu artırmak da her zaman mümkündür. Daha da artırıp, küfür, aşağılama ve tehdit boyutuna ulaşırsanız, karşınızdakinin özgüvenini azaltmak ve hatta yok etmek için etkili fırsatlar da yakalayabilirsiniz. Dikkat ediniz, bu riskli yöntemi, genç bir eleştirel akla sistematik biçimde uygulamayı “başarır” iseniz, sonuç şizofreni dahi olabilir. Gerçi o zaman da, “Bakın, adam deli, raporu bile var” diyip rahat edersiniz. Bu süreçte kendinizin bir “leke”ye dönüştüğünü zaten hayatta fark etmezsiniz.
“Eleştirenlerin de eleştirilmesi” denen, böyle bir şey değildir tabii ki. Eleştirmenin kişilğine değil eleştiri konusuna yüklenerek gerçekleştirilebilecek bir şeydir. Karşı eleştiridir ve mazallah etkileşim getirir.
Eleştiriye/eleştirmene dönük sansür çağrıları
Yüklenmeyi eleştirmenin kendisinden, eleştirinin dile getirildiği mecraya kaydırabilirsiniz dilerseniz. Zaten, “Suç onun yazmasında değil, ona yazdırandadır” bir bakıma. “Böyle bir yazının burada yer almasına üzüldüm, şaşırdım” ya da. Bu eleştiri savma yöntemindeki olgunluk, feraset ve dahi cesaret diğerlerinde yoktur. Sansürleyin gitsin işte, ne kafamızı şişiriyorsunuz, uğraştırıyorsunuz be!
Yok saymak, görmezden gelmek, küçük görmek
“Ne ciddiye alacağız onu” modu olarak özetlenebilir.
Siz görmezden gelirken, çevrenizde, çevrenizin çevresinde vb. bir etkisi olur da eleştiride ısrar ederse lavuk, hırçınlığına, dikiş tutturamamışlığına, kaçıklığına vb. vb. uzanmak mümkün olabilir bu durumda. “Görmezden gelme”den “küçük görme”ye doğru yaşanan bir geçiş yani. Unutmayın, siz hep en yükseklerdesiniz bu dünyada.
Daha da olgun ve yukarıdan takılmak icap ederse, “Bu eleştirileri de tabii anlayışla karşılamak lazım” diyip eleştiri konusu hakkında hiçbir şey söylemeden “Biz işimize bakacağız” diye devam etmek de mümkündür her zaman.
*
Uzattık yine. Bunlardan birini ya da birkaçını ya da aklımıza gelmeyen daha başkalarını başarıyla uyguladığınız müddetçe, “eleştiriden bütünüyle muaf”sınız, hiç merak etmeyiniz işte…
Bir de Yalçın Küçük arada söyleyip duruyor ya, “Burada beş taş oynamıyoruz” diye. Aslında emin değilim, eleştiriler karşısında alınan bu tutumları gördükçe...