Dumlupınar ve Rum Sındığı Zaferi veya Küçük Asya Felaketi
Emperyalizmin iştahı hiçbir zaman kapanmaz. İnsanlar ölmüş, toplumsal kültürler yıkıma uğramış; bunlar onun umuru ve derdi değildir.
Tarihsel “Büyük Helen İmparatorluğu” rüyasının gerisinde, Yunan belleğinde geri dönüşü olmayan büyük travmaların oluştuğu önemli tarihsel kavşaklar bulunmaktadır.
Meseleyi, “Helen kimliğinin” ne olduğu tartışması üzerinden yapmayacağım.
Öyleyse, bir ön kabulle başlayabilirim.
Helen İmparatorluğu tarih tezi
Yunanistan, Helen kimliğinin bugünkü çağdaş görüntüsünü temsil iddiasına sahiptir. Bu iddia da büyük ölçüde diğer Avrupalı tarihçiler tarafından yaratılmış bir resmi tarih fotoğrafıdır.
Buna göre durum şudur.
Helen tarih tezi, iki dönemi öngörür. Birinci dönem, Roma İmparatorluğu dönemi öncesinden başlayan antik dönemdir. Antik Yunan medeniyetinin ilk örnekleri bugünkü Yunanistan coğrafyası üzerinde kurulan ve önemli bir kısmının Helen’liği (“Dor”lar, “Thrak”lar..?) tartışılabilecek kent devletleri ile bunun kısmen uzantısı olduğu, Avrupalı resmi tarih tezlerine yansıtılan, Batı Anadolu’daki kent devletlerine dayanır.
Bu kent devletlerinin, tarihin hikâyesi haline gelmesinden çok sonraları, yani Büyük Roma İmparatorluğu içinde kaybolup gitmelerini takiben, imparatorluğun Batı ve Doğu Roma olarak ikiye ayrılması, yine Yunan tarihince, Helenizm’in ikinci doğuşu olarak nitelenir.
Hikâyesi de kısaca şöyledir.
Avrupa’ya ya da doğudan batıya olan “Büyük Kavimler Göçleri”, 375 yılından başlayarak büyük bir kargaşaya neden olur. Bunun ardından 395'te, I. Theodosius, İmparatorluğu Batı ve Doğu Roma olarak iki ayrı devlete böler.
Ne ki sular durulmaz…
Germen kavimlerden birisi olan Vizigotların aşiret reisi Odoakr, Batı Roma İmparatoru Romulus Augustus'u 476'da tahtından indirir ve imparatorluk alâmetlerini Bizans'a göndererek, kendisini İtalya kralı ilan eder. Böylece Batı Roma İmparatorluğu da resmen tarihe karışmış olur.
Doğu Roma’nın başkenti Konstantinopolis yani bugünkü İstanbul’dur. Antik Yunan tarihine göre burada “Byzantion” adında eski bir Yunan kentinin bulunduğu iddiası vardır. Coğrafi tarihe göre bir yerleşke olduğuna ilişkin kimi çanak, çömlek buluntuları ele geçirilmiş olsa da bir şehir mimarisi izine rastlanamamıştır. Buna karşın, özellikle 19. yüzyıldan itibaren Doğu Roma’nın adı Avrupalı tarihçilerle yeniden ve Bizans olarak sürekli anılmaya başlanmıştır.
Helen travmaları…
Yunanistan’ın Helen İmparatorluğu güncel tarih tezine göre ilk felaket, Büyük Selçuklu devletinin Anadolu’ya ayak basışıdır.
Esasen, Kavimler Göçü sırasında farklı boylar olarak nitelenen ve köken olarak pek çok Türk boyu kavimleri ile ardılları hem Anadolu’ya ve hem de Avrupa’ya ulaşmış olsa bile, 26 Ağustos 1071 Malazgirt Savaşı ile gerçekleşen ayak basış, en büyük felaket olarak hatırlanmaktadır. Bu tarihsel süreç Bizans İmparatorluğu’nun yıkılışına kadar devam eder.
Helenizm’inin en acılı ikinci travması da Doğu Roma’nın (Bizans İmparatorluğu) 1453 tarihinde Fatih'in İstanbul'u fethinden sonra yaşanmıştır.
İstanbul'un fethi sonrası 1458 yılında Atina, 1460 yılında Mora Yarımadası alınmış ve 1500 yılına gelindiğinde de Venedikliler ve Cenevizliler elinde kalan birkaç istisnai adanın dışında; Osmanlı Devleti, Ege Denizi'ndeki adaların pek çoğunu ele geçirmiştir.
Bu 1922’lere değin, Yunan belleğinin gerisinde, Büyük Helen İmparatorluğu'nun ya da “Megali İdea”nın yeniden ihya edilme rüyasının sonu olarak hep hatırlana gelmiştir.
Ara bir kesit; Yunan isyanı (1814-1829)…
Kısaca milat öncesindeki antik Yunan medeniyeti yıllarından sonra, Helenler ilk önce Roma, daha sonra Bizans ve son olarak Osmanlı imparatorluklarının hegemonyası altında yaşaya gelmişlerdir. Ta ki, 1798 Fransız İhtilali tüm Avrupa'da siyasi depremler yaratmasına kadar. Bu tarih, Helenlere de bağımsızlık mücadelesi için ilham verir.
Yunan isyanlarının gerisindeki birincil etmen, Rusların Ortodoksluğu kullanarak Yunanlıları kışkırtmasıyla olmuştur.
İkincisi de yukarıda vurgulanan Fransız İhtilali'nin, milliyetçilik ve bağımsız devlet fikriyatını Avrupa’da yaygınlaştırmasıdır.
İlk isyan 1814’de Yunanlıların “Etniki Eterya” Cemiyeti’ni kurmalarını takiben, Eflak’ta başlatılmıştır. Ne ki Eflak halkının desteği olmayınca isyan kolayca Osmanlı tarafından bastırılmıştır.
İkinci isyan ise Mora’da çıkarılmış ve Osmanlı Devleti isyanı bastıramayınca, Mısır valisi Kavalalı Mehmet Ali Paşa’dan yardım istemiştir. Kavalalı, Mora ve Girit’in kendisine verilmesi koşulu ile isyanı bastırmıştır.
25 Mart 1821, Yunanistan bağımsızlığı ile sonuçlanacak olan son isyanın başlama tarihidir. İsyanın sürdüğü sıralarda, 1827’de iki önemli olay cereyan eder.
İlki Navarin olayıdır. Mısır’da güçlü bir yönetim doğması, İngiltere, Fransa ve Rusya’yı çok rahatsız etmiş ve II. Mahmut dönemi olan 1827 de Navarin’de bulunan Osmanlı donanması, bu devletlerce yakılmıştır. Bu arada yine bu üç müttefik devlet, aralarında anlaşarak Yunan asıllı Rusya Dışişleri Bakanı İoannis Kapodistrias’ı Yunanistan’a başbakan yapmışlar ve bir nevi Yunanistan bağımsızlığını teminat altına almışlardır. Bu da ikinci önemli kavşaktır.
Osmanlı’nın Navarin olayı ile ilgili tazminat isteği 1828-1829 Ruslarla savaşa neden olmuştur. Ruslar, batıdan önce Eflak ve Boğdan’ı işgal edip Balkanlara kadar inmişler ve Edirne’yi işgal etmişlerdir. Ayrıca doğuda da Erzurum ve Kars Ruslar tarafından ele geçirilmiştir.
Osmanlı, 1829’da barış ister; Ruslarla Edirne Antlaşması yapılır. Kaybedilen toprak hesabı bir yana Osmanlı Devleti, Yunanistan’ın bağımsızlığını tanır. Bu arada savaşa fiilen katılmamakla birlikte ABD, üç müttefik devleti, siyaseten destekler…
Üçüncü travma
Üçüncü travma, Küçük Asya Felaketi'dir.
1821'de Rusya, Fransa ve İngiltere’nin marifeti ile Osmanlı'dan bağımsızlığa kavuşturulan Yunanistan, birinci paylaşım savaşında İtilaf Devletleri'nin safında yer almıştır.
Bu savaşta, İngiltere, Fransa, Sırbistan ve Rusya İmparatorluğu'nun oluşturduğu (daha sonra İtalya, Yunanistan, Portekiz, Romanya ve ABD'nin katıldığı) İtilaf Devletleri; Almanya ve Avusturya-Macaristan'ın oluşturduğu (daha sonra Osmanlı İmparatorluğu ve Bulgaristan'ın katıldığı) İttifak Devletleri'yle savaştı. Savaşın galibi İtilaf Devletleri olunca, İttifak Devletleri tarafında saf tutan Osmanlı Devleti’nin de sonuna gelinmiş oldu. Önce Mondros Mütarekesi ve ardından resmiyet kazanamamış olan Sevr Antlaşması'na göre Osmanlı Devleti'nin elinde kalan tüm coğrafya işgale uğradı.
Bir soluk ve bir ara başlık!
İstiklal Savaşının Cepheleri
İstiklal Savaşı'nın ayrıntılarına burada elbette yer yok. Ancak muharebeler dönemini kısaca sadece cephe adlarıyla hatırlamak yararlı olabilir. Başlıca üç cephede mücadele edilmiştir. Yani İstiklal Savaşı sadece bir Türk-Yunan savaşı değildir.
Doğu Cephesi'nde Kazım Karabekir Paşa komutasındaki düzenli ordu ile Ermenilerle savaşılmıştır.
Güney Cephesi savaşları, düzenli ordu ile savaşılmayan yegâne cephedir. Yerel direniş güçleri yani Kuvayı Milliye, bu cephedeki kent savaşlarını ve direniş savunmalarını yapmıştır. Osmanlı parçalanırken, İngilizler Musul, Maraş, Urfa ve Antep’i işgal etmiştir. Fransızlar ise sadece Adana’yı ele geçirmiştir. Burada Fransız ve Ermenilere karşı direnilmiştir.
İngilizler önce işgal edip, sonrasında “Suriye İtilafnamesi” ile Musul’u kendilerine ayırmışlar ve Maraş, Urfa ve Antep’i Fransızlara bırakmışlardır. Bu şehirlerde de Fransızlara karşı savaşılmıştır.
Batı Cephesi ise en yoğun ve kanlı savaşların sürdüğü cephe olmuştur. İngiltere’nin yoğun teşvik ve desteği ile onlara taşeronluk eden Yunanlılarla savaşılmıştır.
Cephenin ilk savaşı 24 Ekim 1920 de yapılan Gediz Savaşı'dır. Ali Fuat Paşa komutasındaki Kuvayı Milliye birlikleri Yunan güçlerine taarruz etmelerine karşın, bu kaybedilmiş ilk savaş olmuştur. Böylece Batı Cephesi'nde düzenli ordu kurulma girişimi de başlatılmıştır. Cephenin kuzey komutanlığına Albay İsmet, güneyine ise Refet Bele atanmıştır.
I. İnönü Savaşı (6-10 Ocak 1921) Albay İsmet’in komutasında düzenli ordunun ilk zaferidir. İsmet generalliğe yükseltilmiştir. 16 Mart 1921 de Sovyetler Birliği ile Moskova Antlaşması yapılmış ve Afganistan’la beraber Sovyetler, henüz fiili bir devlet olmayan Türkiye’yi ilk tanıyan ülküler olmuştur. Bundan sonraki aşamalarda İstiklal Savaşı'na, Sovyetler; para, altın ve silah vererek koşulsuz tam destekle arka çıkmıştır.
II. İnönü Savaşı (23 Mart-1 Nisan 1921) zaferle sonuçlandıktan sonra İtalya ve Fransa savaştan koşulsuz çekilmiş ve Ankara Hükümeti'ni tanımışlardır.
Cephenin dördüncü savaşı Aslıhan-Dumlupınar Muharebeleri'dir. (8-12 Nisan 1921). Düzenli ordunun taarruz gücü denenmiş ve başarı sağlanamayınca Refet Bele komutanlıktan alınmış ve tüm cephe komutanlığı İsmet Paşa’da birleştirilmiştir.
10-24 Temmuz 1921 de Eskişehir-Kütahya Savaşları cereyan etmiştir. Taarruz gücüne ulaşamamış düzenli ordunun yenilgisiyle Eskişehir, Kütahya ve Afyonkarahisar Yunan birliklerinin eline geçmiştir.
Büyük Millet Meclisi son derece tartışmalı toplantılar sonunda Mustafa Kemal’e başkomutanlık yetkisini vermiş ve tekrar asker olarak savaş meydanlarına dönmesini sağlamıştır.
Savunmanın bittiği ve topyekûn savaşın tarihi ilk örneklerinden olan cephe savaşı Sakarya Savaşı'dır. (23 Ağustos- 13 Eylül 1921). Buna Subaylar Savaşı da denir. Sakarya Savaşı, Mustafa Kemal’in “Hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır. O satıh bütün vatandır” komutunu verdiği İstiklal Savaşı'nın en kanlı meydan muharebesidir. Mustafa Kemal Paşa başkomutan, İsmet Paşa cephe komutanı ve Fevzi Çakmak Paşa da genelkurmay başkanı olarak savaşı yönetirler.
Nihayet sıra Büyük Taarruz ve Başkomutanlık Meydan Savaşı'na gelir. (26 Ağustos-9 Eylül 1922). Sakarya Savaşı'nın üçlüsü aynı üçlü olarak bütün plan, sevk ve idareyi üstlenir. Başkomutanlık Meydan Savaşı’na “Dumlupınar”, Büyük Taarruz'a da “Rum Sındığı” Savaşı adları verilmiştir. Her ikisi, bir taktik ve strateji planlama dehasını yansıtan bir muharebe olarak harp tarihine yazılmıştır.
Yunan orduları dağılır. Yunan başkomutan esir düşer. Bir “Megali İdea” rüyası sona erer.
Yeniden üçüncü travma
Türkiye Cumhuriyeti'nin bağımsızlık ve özgürlük kavgası utkuya erişir. Bu zafer, bugünün tarihini de yazan dün olarak 100. yılına 30 Ağustos 2022'de erişmiş olur. Türkiye’nin kurucu zaferi, Yunanistan’ın halen unutamadığı ve Küçük Asya Felaketi olarak andıkları kara günlerine dönüşür.
Bu son cephe savaşında, 37 bin şehit ve bir bunun kadar yaralı gazi verdiğimiz, istatistikler de kayıtlıdır.
Bu malumatı da hani tek kurşun atmadan kazandık diyen bir zat-ı devlet yetkilisine ithaf olarak buraya not düşeyim.
Helen rüyası bitti mi? NATO içinde hesapça müttefik görünmemize karşın bitmediğinin de farkında olmak gerekir...
O nedenle Yunanistan’ın 25 Mart bağımsızlık günü gibi Türk İstiklali'nin zaferini de kutlayan NATO Genel Sekreteri, Yunanistan tarafından neredeyse aforoz edilmiştir.
Bir sonuca varmak…
Yani tarih bugünü mümkün kılan dündür. Bunu bilmek, bilmiyorsak öğrenmek gerekir.
Emperyalizmin iştahı hiçbir zaman kapanmaz. İnsanlar ölmüş, toplumsal kültürler yıkıma uğramış; bunlar onun umuru ve derdi değildir.
Savaşlar, sürekli sürdürülebilir olmalıdır ki silahlar, roketler, bombalar ve bilcümle her türlü ölüm aracı üretilebilsin ve satılmaya devam etsin.
Düne kadar, çeşitli coğrafyalarda vekâlet örgütlerle yürütülen sürekli savaş konjonktürü, paradigmal bir değişimle, artık vekâlet devletler aracılığıyla sürdürülen bir savaş sahası yaratılmasına dönüşmüş bulunuyor.
Ukrayna-Rusya savaşı böyledir. Rusya’nın gelişimine sekte vurma bahanesi ile Ukrayna siyaseti ABD ve NATO tarafından taşeronluğa soyundurulmuş ve masum Ukrayna halkanın kırıma uğratılmasında, ülke olarak Ukrayna’nın yıkılmasında bir beis görülmemiştir.
Tayvan yeni taşeron olarak Çin’in gelişmesine gem vurmak adına ABD tarafından sürekli kışkırtılmakta ve dünyayı büyük bir kapışma içine gömmekten adeta çekinilmemektedir.
ABD’nin Yunanistan’a yaptığı yığınak ve adeta Yunanistan’ı fiili işgale uğratmasının ardında var olan kaşımanın, bir Türk-Yunan çatışmasıyla bölgede yeni bir siyasi coğrafya yaratılması isteği ile bitiştiğini anlamak için fazlaca müneccim olmak da gerekmemektedir.
Bu nokta atış neden ve sonuçlarının her birisinin, ayrı yazılarla değerlendirme konusu yapılması da ayrı bir gerekliliktir.
ABD ve AB’nin, Türkiye’nin bölgesinde gelişmekte olan bir güç olarak görüntü vermesinden ne denli rahatsızlık duyulduğu ve Rusya ve Çin gibi artık kontrol altına alınması gereken üçüncü ülke olarak resmi ağızlardan anıldığını işitmek, durumun farkında olmayı ve ayılmayı da gerektirmektedir. Elbette Kıbrıs işi de bundan bağımsız başka bir süreç değildir.
Ve bla bla…
Bu uzun yazı için bir son nokta da şu olsun:
1 Eylül Dünya Barış Günü'nüz kutlu olsun demeyi ne çok arzu ederdim; bilemezsiniz!