Dış ticaretteki gelişmeler hayra alamet değil!..

Neoliberal politikalar uygulayacağım, finans kapitale yarenlik edeceğim diye kamuyu ekonomide dışlar, stratejik kamu varlıklarını özelleştirme adı altında “peşkeş” çekerseniz; Devlet Planlama Teşkilatı (DPT) gibi bir kurumu kapatır; eğitimi bilimsel gerçeklerden uzak, yaratıcılığı ve özgür düşünceyi öldürecek şekilde dizayn ederseniz sonuçta geleceğiniz nokta burası olur.

Sayın Mehmet Şimşek’in ekonomi yönetiminin başına1 getirilmesi ile çoğu kesimler, ekonomide işlerin kısa zamanda yoluna gireceği yanılgısına düştü. Bunda en önemli etken; görevi devir alırken yaptığı konuşmada, “rasyonele” dönme dışında bir seçeneğin kalmadığını söylemesi ve ortodoks politikalara dönüleceğinin sinyalini vermesiydi. Oysa, aynı hamam aynı tas misali, bize göre değişen bir şey yoktu. Çünkü; önce Yeni Ekonomi Modeli (YEM), sonra da Türkiye Ekonomi Modeli (TEM) dedikleri ve Türkiye ekonomisini içinden çıkılmaz hale getiren politikalar halen uygulanmaktaydı: Reel ücretleri baskılayarak iç talebi düşür ve ihracatı artırmaya çalış. Bütün hikaye bu idi!  Değişen ise sadece; bu emek dostu olmayan TEM’i, sayın Nurettin Nebati zamanında heterodoks politikalarla, sayın Şimşek döneminde ise ortodoks politikalarla uygulamaya çalışmalarıydı. Bunun en önemli kanıtı da seçim döneminde kaşıkla verdiklerini sonra kepçeyle almalarıdır.

Dış ticaret gelişmeleri hiç iç açıcı değil:

Şimşek politikalarının en önemli unsurlarından birisi, ki bu OVP ile de tescillendi, ihracata dayalı bir büyüme stratejisini yaşama geçirmekti. Bunun için ve kısa vadede spekülatif parayı ülkeye çekmek için TL’nin önemli paralar karşısında değer kaybetmesi, güya bu şekilde Türkiye’nin rekabet gücünün artması gerekiyordu! Kazın ayağı hiç de öyle olmadı. İzleyen tabloda yer alan veriler, beklentilerin aksine Şimşek politikalarının ihracatta bir ivme yaratmadığını; aksine durumun daha da kötüleştiğini göstermektedir. Durumun neden daha kötüye gittiğini açıklamak için, iktidarın yaptığının aksine 2, dış ticaretin iki tarafı olan ihracat ve ithalattaki gelişmelere ayrı ayrı bakmakta yarar vardır. Bunu yaparken de önce Eylül 2023 ile Eylül 2022 aylarını, sonra da Ocak-Eylül 2022 ile Ocak-Eylül 2023 dönemlerini karşılaştırmaya çalışacağız. Önce ithalat ile başlayalım:

Kaynak: TB ve TÜİK verileri kullanılarak yazar tarafından üretilmiştir.

Tablodan da görüldüğü gibi ne yazık ki Türkiye tipik bir girdi ithalatçısı. Ama girdi ithalatı hem Eylül 2023’te bir önceki yılın aynı ayına göre hem de Ocak-Eylül 2023 döneminde bir önceki yılın aynı dönemine göre önemli ölçüde düşmüş durumda. Girdi ithalatındaki düşüş, hem imalat sanayimiz yoğun bir biçimde ithal girdi kullanarak üretim yaptığı, hem de en büyük ihracatçı sektör olduğu için hem sanayi üretiminde azalmalara hem de ihracatta yavaşlamaya neden olmaktadır. Girdi ithalatında azalma yanında bir diğer olumsuz gelişme ise tüketim malları ithalatındaki önemli artıştır. Bu enflasyonla mücadelede olumsuz etkiler yarattığı gibi cari açığı artırıcı etki de yapmaktadır. Eylül 2022’de sadece yüzde 8,5 olan tüketim malları ithalatının toplam ithalattaki payı, Eylül 2023’te yüzde 13,7’ye artmıştır. Geçen yılın Ocak-Eylül döneminde yüzde 7,8 olan oran bu yılın aynı döneminde ciddi oranda artarak yüzde 12,4’e yükselmiştir. Bu artışta; konut ve otomobil sektöründe oluşan balonlar sonucu servetine servet katanlar ile KKM ile bu servetlerini daha da büyüten 8-10 milyon arası bir kesimin tüketim talebinin artması önemli rol oynamaktadır. Zaten başta iktidar olmak üzere iktidara yakın kesimler bu 8-10 milyon kişinin tüketim çılgınlığına bakarak “Türkiye Ekonomisi Güzellemesi” yapmaktadırlar. “Telefonunu  göster” sorusu da bunun dışa vurumlarından birisi olsa gerek!.. İthalat cephesinde tek olumlu gelişme ise yatırım malları ithalatındaki artıştır. Eylül 2022’de toplam ithalattaki payı yüzde 11,1 olan yatırım malları ithalatı, Eylül 2023’te yüzde 13,8’e; Ocak-Eylül 2022 döneminde yüzde 10,7 olan oran 2023’ün aynı döneminde yüzde 13,9’a artmıştır. Bu yatırımlar iş ve aş yarattığı, ihracata katkı sağladığı oranda ekonomiye olumlu katkılar sağlayacak yatırımlardır. Ancak yatırım malları ithalatının son zamanlarda ivme kaybettiğini söylemek gerekir. Bu gelişme de hem üretim hem de ihracat açısından olumsuz bir gelişme olarak değerlendirilmelidir.

İhracattaki gelişmeler hiç hoş değil:

Hoş değil çünkü ne yazık ki Türkiye girdi ihracatçısı ülke konumuna indirgeniyor. Yani anlayacağınız “yükte ağır pahada hafif” mallar ihraç eder hale geliyor. Oysa bizim kronik cari açık sorunumuzu çözmemiz için “yükte hafif pahada ağır” mallar ihraç etmemiz gerekir. Yukarıdaki tabloda yer alan verilere göre hem geçen yıl hem de bu yıl girdi ihracatının toplam ihracattaki payı yüzde 50’nin üzerinde. Aslında oranda düşme var. Ama bu bazı stratejik girdilerin ihracatına uygulanan ihracat yasakları ve daha sonra bu piyasalara tekrar ihraç etmekte yaşanan sıkıntılardan kaynaklanmaktadır. Yani ihracatta bir yapısal dönüşümden bahsedemiyoruz anlayacağınız. Örneğin narenciye ihracat kısıtlamaları ile Hindistan piyasasının Çin’e kaptırılması gibi. İhracatla ilgili ikinci önemli yapısal sorun, bir önceki sorunun doğal sonucu olarak ve/veya onun kanıtı olarak, ihraç ettiğimiz imalat sanayi ürünleri içerisinde yüksek teknoloji ürünlerin payının düşük olmasıdır. İzleyen tablo bu gerçeği bütün çıplaklığı ile gözler önüne sermektedir.

Kaynak: TB verileri kullanılarak yazar tarafından üretilmiştir.

Her ne kadar Eylül 2023’te (yüzde 3,13),  2021 (yüzde 3,03) ve 2022’ye (yüzde 2,67) göre yüksek teknoloji ürünlerin toplam ihracattaki payı artsa da, Ocak-Eylül 2023 dönemi payı 2021’in altında kalmıştır. Ne yazık ki Türkiye’nin en büyük ihracatçısı imalat sanayi, ağırlıklı olarak ancak ve ancak orta ve düşük teknolojili ürünler ihraç edebilmektedir. Bu ithalat ve ihracat yapısını değiştirmeden Türkiye’nin kronik sorunlarını çözmesi, dışa bağımlılığını azaltması mümkün değildir. Neoliberal politikalar uygulayacağım, finans kapitale yarenlik edeceğim diye kamuyu ekonomide dışlar, stratejik kamu varlıklarını özelleştirme adı altında “peşkeş” çekerseniz; Devlet Planlama Teşkilatı (DPT) gibi bir kurumu kapatır; eğitimi bilimsel gerçeklerden uzak, yaratıcılığı ve özgür düşünceyi öldürecek şekilde dizayn ederseniz sonuçta geleceğiniz nokta burası olur. Hal böyle olunca, ancak ve ancak her ay “ihracat rekorları” ile kendinizi avutur; ama her yeni ihracat rekorunun yeni bir ithalat rekoru olduğu gerçeğini hiçbir zaman anımsayamazsınız; sanayiyi dışa bağımlı olmaktan kurtarmadan bu işlerin düzelmeyeceğini anlayamazsınız. Tüm bunlar için de kamunun öncülüğünde yeni bir sanayileşme stratejisine gereksinim olduğu hiç mi hiç aklınıza gelmez. Çünkü siz sadece sermayenin mutlak tahakkümünü sağlayacak IMF ve Dünya Bankası’nın bütün ülkelere dayattığı “One size fits all”3 politikalarını bilirsiniz. “El parasıyla saadet olacağı” yanılgısı ile spekülatif sermayeyi teşvik ederek herkesi ithalatçı yaparsınız. AB ile Gümrük Birliği sayesinde ülkenin ithalat cennetine çevrildiğini bil(e)mezsiniz. Ama kalkıp bu politikaları, “Yerli ve Milli Politikalar” diye millete kurtarıcı olarak arz edersiniz! Ama siz de haklısınız: Çünkü “her arz kendi talebini yaratır”.4

Kaynak:

1-  Aslında nihai karar verme merciinin sayın Cumhurbaşkanı olduğu yönündeki genel kabule biz de katılıyoruz. 

2- Ticaret Bakanı her ayın başında, bir önceki aya ait geçici dış ticaret verilerini açıklarken hep bardağın dolu tarafına, yani ihracata yoğunlaşmakta; bardağın boş tarafı ithalatı ise es geçmektedir.

3- Herkese uyan tek beden

4- Ünlü klasik iktisatçı Jean Baptiste Say tarafından ileri sürülen Say yasasına göre piyasaya çıkan bir malın, kendi üretim değerine eşit bir talebi vardır. Bu yasa, “Mahreçler yasası” olarak da bilinir.