Bir diktatör, kadının dünyasının, her şeyden önce onun kocasından, ailesinden, çocuklarından ve evinden oluşması gerektiğini iddia edebilir ve kadının en önemli görevlerini çocuk yapıp evini çekip çevirmek şeklinde tanımlayabilir (1).
Aynı diktatör, kadın haklarının savunucularını azarlayabilir ve toplumsal yaşamın farklı alanlarında kadın-erkek eşitliğini sağlama mücadelelerini hem doğaya hem de “dinimize” aykırı ilan edebilir (2).
Her şeyin en doğrusunu bildiğini zanneden diktatör, doğum kontrolünü ulusa karşı işlenen bir suç sayabilir, Tanrı’nın çok çocuk istediğini savunabilir. Bunlar söz düzeyinde kalmayabilir, çok çocuk yapanlara devlet bütçesinden daha fazla kaynak aktarılırken çocuk yapmayanlar ve az çocuk yapanlar dolaylı olarak cezalandırılabilir (3).
Çalıştıkları için çocuk yapmamayı tercih eden kadınlar diktatör tarafından aşağılanabilir (4).
Bir diktatör, “güçlü aile = güçlü millet” türü formüller icat edebilir (5).
* * *
(1) Adolf Hitler 1934 yılında kadınlara hitaben yaptığı bir konuşmada şunları söylemişti: “Erkeğin dünyasının devlet olduğu, erkeğin dünyasının onun mücadelesi, toplum için görev üstlenmeye hazırlığı olduğu söylendiğine göre, belki de, kadının dünyasının daha küçük bir dünya olduğu söylenebilirdi. Çünkü, onun dünyası, kocası, ailesi, çocukları ve evidir. Ama hiç kimse küçük dünyayı çekip çevirmek istemeseydi, büyük dünyanın hâli ne olurdu? Hiç kimse daha küçük olan dünyanın bakımını kendi varlık nedeni olarak görmeseydi, daha büyük olan dünya nasıl ortaya çıkabilirdi? Hayır, büyük dünya, bu küçük dünyanın üzerinde kurulur! Küçük dünya sağlam değilse, bu büyük dünya da ortaya çıkamaz.”
(2) Hitler, aynı konuşmasında, “kadınların kurtuluşu”nun, Yahudi aklı tarafından icat edilen bir söz olduğunu savunmuştu. Kadının yapması gereken, erkeklerle rekabet etmekten kaçınarak, başta çocuk doğurmak ve evini çekip çevirmek olmak üzere doğanın ve kaderin kendisine yüklediği ödevleri yerine getirmekti.
(3) Naziler, “saf” Almanlar söz konusu olduğunda, kürtaja da doğum kontrol yöntemlerinin kullanılmasına da karşıydı. Daha önce serbest bırakılmış olan kürtajı ve gebelik önleyici ilaç reklamlarını yasakladılar. 1933 yılından itibaren faizsiz evlilik kredisi verme uygulamasını yürürlüğe soktular. Kısa bir süre sonra, yapılan her çocuk için kredi borcunun yüzde 25’i silinmeye başladı. Bir başka deyişle, Naziler en az dört çocuk istiyordu. 1934 yılında çocuklu ailelere vergi indirimleri ve çok çocuklu ailelere çocuk yardımları sağlandı. (Bevölkerungslehre und Bevölkerungspolitik im “Dritten Reich”, ed: Rainer Mackensen, Springer Fachmedien Wiesbaden GmbH 2004, s. 36-37.)
(4) Nazilerin 1933 yılında uygulamaya soktuğu evlilik kredisinden yararlanmanın bir şartı vardı: Kadın, evlenmeden önce çalışıyor olmalı ve evlendikten sonra işini bırakmalıydı. Ancak İkinci Dünya Savaşı öncesinde silah sanayisinin emek gücü ihtiyacının artması nedeniyle bu şart birkaç yıl sonra kaldırıldı. 1939 yılından itibaren “Ari ırktan” kadınlara “annelik madalyası” (4 çocuk için bronz, 6 çocuk için gümüş, 8 çocuk için altın madalya) verildi. Çocuk sahibi olmayan kamu görevlileri suçlamalara maruz kalır ve işten atılmakla tehdit edilirken, kadınların, çocuk sahibi olamadığını ya da olmak istemediğini iddia ettikleri eşlerinden boşanmaları kolaylaştırıldı.
(5) Nazilere göre, kadın, çocuk doğurduğu için, “ulusun kaynağı” sıfatını hak ediyordu ve bin yıl ayakta kalacak olan Alman imparatorluğu, çok çocuk doğuran kadınların omuzlarında yükselecekti.
* * *
Faşistlerin kadına bakışları zaman içinde pek fazla değişmiyor...
Aslına bakılırsa, Nazilerin çok çocuk doğurtma politikalarının ne ölçüde başarılı olabildiği tartışma konusu. Örneğin, 1930’lu yıllarda, kadın başına ortalama çocuk sayısı, 1920’li yıllarda ulaştığı en yüksek düzeyi bile yakalayamamış.
Bu arada, Türkiye’nin 2002 yılı sonrasındaki kaba doğum hızı verileri de, anlamlı bir yükselişe işaret etmek bir yana, hafif ama düzenli bir düşme eğilimi sergiliyor.
Ne var ki, çocuk doğurtma politikalarının yeterince başarılı olamaması, Nazileri, İkinci Dünya Savaşını çıkararak hem Alman halkına hem de insanlığa büyük acılar çektirmekten alıkoymadı.
Ne de olsa, faşistlerin kadına bakışları, insanlığa bakışlarının ayrılmaz bir parçasını oluşturuyor...