Yüzyılın ilk çeyreği bitmek üzere. Bu kez önceki yüzyıllardan daha yoğun daha farklı olarak sona, felakete doğru hızlı bir gidiş var. Doğayı kirlettik, temizleyemiyoruz. Aslında bu yöndeki çabaların güçsüzlüğü bir yana artık kendini geliştirerek varolmayı sürdürmekte zorlanan sistem yalnız çevreyi değil, ihtimal kendini de yok etmeye koşuyor. Hayatımızın orta yerine Korona familyasından Covid-19 kod adlı her gün 15-20 arkadaşımızın, dostumuzun, akraba ya da yakınımızın, yurttaşımızın ve tüm dünyada yüzbinlerce insanın canını alan salgın hastalık yerleşti; ağırlıklı olarak yoksul mahalleleri, boş vermişlerin yaşadığı sokakları, önlemleri ciddiyi almak yerine “ne gelirse Allah’tandır” diyen müslümanla, “carpe diem” diyen şaşkın “moderni” seçiyor. Hükümetleri teslim alalı ise epeyce oldu. Sistemin siyasilerini şah damarlarından, ekonomiden vurdu. O nedenle hükümetler durumu kurtarabilmek için insanları feda edebileceklerini artık saklayamıyorlar. Gizli açık “sürü yöntemi” yani “kaderdir, zaman içinde alışacağız, ölen ölür kalan sağlar bizimdir” yöntemi ile piyasaları yeniden işler hale getirmek, alışverişi hızlandırmak öne çekilmiştir.
Türkiye zengin ülkelerin dayanma gücüne sahip olmadığı halde, “başardık, Covid’i yendik, ekonomide kriz bu kez teğet bile geçmedi” algısını yaratmak için tüm medyayı kullanan iktidar partisi, çareyi sessizliği mutlaklaştırmakta arıyor. Son bir iki kanalı, gazeteyi, sosyal medyayı susturmak, demokrasiyi savunmayı sürdüren baroları çoğaltarak azaltmak, demokratik kitle örgütlerini tamamen etkisizleştirmek, fişleme işlemlerini yasallaştırmak, kısacası toplumu suskun bir toplum haline getirmek için çabalıyor. Bu arada belirsizliği hiç vazgeçmediği Cumhuriyeti sonlandırma projesini hızlandırmak için ustalıkla kullanıyor. Başarabilirse seçimden başka bir şeye dönüşecek seçimleri kazanabileceğini umuyor. Kamu oyu yoklamalarında sürekli oy yitirdiği anlaşılan, eridiğini kendisi de gören iktidar partisi o seçime benzemeyecek seçimleri kazanabilir mi?
Evet, kazanabilir.
Kazanabilir, çünkü aldığı önlemler ülkeyi sessizleştirme yöntemi kısa erimde hep işe yaramış bir yöntemdir. Yurttaşlar çaresizliğin pençesine düşer, yenilmiştik duygusu ağır basarsa, demagojik söylemlere teslim olabilir; terör korkusu yaygınlaşırsa iktidarı değiştirme niyetlerini erteleyebilirler. Üstelik bu türden bir demagoji ile “kadim devletin sahibi biziz, öyleyse onu koruma zamanı gelmiş, iş başa düşmüştür” saflığı ile hareket ettiği bin kere sınanmış muhalefeti de peşine takacağını iktidar partisi bilir.
Kazanabilir, çünkü kullandığı sağ ideolojinin kavramlarına yenik düşen, “boyun eğerek kazanmak” gibi benzersiz bir stratejinin sahibi ana muhalefet, seçim yasası değişikliklerine de tıpkı dokunulmazlıklar konusunda olduğu gibi “kabul etmeyen namerttir” yüksek taktiğiyle şimdiden evet demeye hazırdır.
Sosyal demokratlar içinde bu stratejiyi yanlış bulanlar ne yazık ki güçsüzdürler; bir çıkışla bu tür bir politikayı şaşkınlıkla izleyen gerçekte hiç onaylamayan, solda duran ama iktidara susamış, son seçim başaraları ile umutlanmış parti tabanını harekete geçirmek zordur. Yine de parti içi sol muhalefet için denemekten başka bir yol görünmüyor.
Ölülerin ölüleri gömme zamanı
Sosyal demokrasi dışındaki solun ise bu konuda sağlam bir duruşa sahip olması, bu partideki sağa kayışın stratejik olmaktan çıktığını kullanılan kavramların ideolojik içerik kazandığını görmesi, daha önemlisi göstermesi gerekiyor. “Bize ne, ne halleri varsa görsünler” demek, “siyasetten uzak durma” eğiliminin güçlenmesi anlamına gelecektir. Büyük tehlikedir. Gizli bir determinizmin bizi esir aldığı anlamına gelir.
İzninizle bu tehdit, bu tehlike ile ilgili bir iki söz söyleyelim.
Tarihe soldan bakan, geleceği hayal eden determinist halimiz “kitapta” okuduğunun yazıldığı gibi gerçekleşmiş olduğuna ve bundan sonra da gerçekleşeceğine inanan safdil halimizdir. O, tarihin nasıl gerçekleştiğiyle, insanla tarih arasındaki ilişkiyle, süreçle değil, sonuçlarla ilgilenir. Bu neden sonuç ilişkisinin “saşmazlığı”, daha önemlisi “kaçınılmazlığı” bizi mutlu eder. Fakat determinist halimiz, yaşadığımız dönemin ekonomik politik tablosu, seçme şansımızın olmadığı koşullar karşısında aynı mutluluğu koruyamayacak, büyük bir olasılıkla umutsuzluğa kapılacaktır. Solun kitabı da, eğer bir düz okumayla yetinirsek pek yardımcı olmayacak, hatta çelişkilerle dolu gibi gelecektir.
Gerçekte böyle bir çelişki yoktur. Marx’ın 18 Brumaire’in daha ilk sayfasında ve artık neredeyse ezbere bildiğimiz satırlar her türden determinist hallerimizi ortadan kaldıracak ipuçlarını içerir.Tekrar okumakta yarar var: “İnsanlar kendi tarihlerini kendileri yaparlar, ama kendi keyiflerine göre değil; kendi seçtikleri koşullar içinde değil, doğrudan karşı karşıya kaldıkları, belirlenmiş olan ve geçmişten gelen koşullar içinde yaparlar.”
Pek fazla üzerinde durulmamış ezberlenmemiş bir cümleyi aktarmak, üzerinde düşünmek de iyi gelebilir: “19. yüzyılın toplumsal devrimi, şiirsel anlatımını geçmişten değil, ancak gelecekten alabilir. Geçmişin bütün hurafelerinden sıyrılmadan kendisiyle başlayamaz. Daha önceki devrimlerin kendi içeriklerini kendilerinden gizlemek için tarihsel anımsamalara gereksinimleri vardı. 19. yüzyılın devrimi ise, kendi içeriğini gerçekleştirmek için, bırakmalıdır ölüler kendi ölülerini gömsünler. Eskiden söz içeriği aşıyordu, şimdi içerik sözü aşıyor.”
Bu sözlerin 21. yüzyılda çok daha geçerli olması gerektiğini ama bu yüzyılın devrimlerinin ya da devrim için 11. Tez’de öngörüleni yapabilmek için çabalayan devrimcilerin ölüleri gömmekte zorlandığını, hâlâ tarihsel anımsamalara ihtiyaç duyduklarını görüyoruz. Kuşkusuz “ölüleri gömmek” sözü başka türlü değil, tarihin tekrar edilemezliği olarak anlaşılmalı, anlaşılmıyorsa Brumaire’in yine ezbere bilinen ilk cümlesine geri dönülmelidir: “Hegel bir yerde şöyle bir gözlemde bulunur; tarihsel bütün büyük olaylar ve kişiler sanki iki kez yinelenir, Hegel eklemeyi unutmuş; ilkinde trajedi olarak ikincisinde kaba güldürü olarak.”
Demek ki 21. yüzyılın politikaları güldürüye benzememelidir.
Aslında tarihsel materyalist öğreti geleceğe ilişkin nesnel olarak olması gerekeni sınıf mücadelesi ile bağlayarak neden sonuç ilişkisini yorumlar, ama biz nedense bir tür kadercilikten başka bir şey olmayan determinist hayallerden kurtulamıyoruz. İnsanoğlundaki umutların bir an önce gerçekleşmesi isteği, nedenler ve ona bağlı sonuçlarla ilgili verilerin yönlendirilebilir “kesinliğinden” beslenebiliyor, “vakit tamam” diyoruz sık sık. Olsun, ama sanmayınız ki her zaman iyimseriz; hayır çoğunlukla o kapıları kapatır ve 11. Tez’de reddedilmiş “yorumlamakla yetinmeyi” abarttıkça abartırız. Kapitalizmin gelişmişliğin sınırlarını zorladığı bu devirde kuşkusuz sosyalizm kapıda olmalıdır; “peki neden olmuyor?” sorusuna günceli geleceğe bağlayacak mücadeleyi yükseltmek yerine pesimist yanıtlar arayıp duruyoruz. İyimser, umutlu halimiz hızla değişiyor, alaca karanlık üstümüze çöküyor, Arap çöllerinden esen ılık rüzgar kum fırtınasına dönüşüyor, karamsarlık ağır basıyor.
Bizim kendimizi toplumdan kopartarak kapandığımız dünyanın sorunu budur.
Tevekkül çölün ince kumudur
Tevekkül ise insanın olup bitene kendi dahlini hiç işe katmadan katlandığı insan halini anlatır. Determinizmle yakınlığı da bu “kendi dahil olmadan her şeyin olup bitmesi” meselesinde kendini gösterir. Determinist, nedensellik ilkesini abartır özellikle gelecek için mutlak bir resim çizer geleceği giden yolun bilinebilir olduğunu kendine fazla iş düşmediğini söyler, mutlaklaştırırken; mütevekkil ne olup bitecekse boyun eğmeyi öngörecek ve katlanmayı tavsiye edecektir.
Pencereden alaca karanlığın yavaşça dışarıdaki dünyaya çöktüğü anlaşılıyor. Karanlık odalara, toplantı salonlarına sızıyor. İşte o karanlıkta yükselen bir ses, kapitalizmin mal biriktirmeyi sürdürdüğünü, sürdürmesi gerektiğini anlatır: Ne demişti İbn Teymiyye et-Tuḥfetü’l-ʿIrâḳıyye’de, “tevekkülün kalbin yalnız Allah’a güvenmesi anlamına geldiğini belirterek bunun sebeplere başvurma ve mal biriktirmeye aykırı olmadığını” söylemişti. (Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi). Tevekkül kalple cebi birbirinden ayırmış boyun eğmeyi çalışanlara, halk sınıflarını bırakmıştır.
Duruyoruz burada. Mustafa Kemal imzalı Bakanlar Kurulu kararının iptalini adeta sevinçle karşılayan ana muhalefet kalbini boydan boya iktidara açmıştır.
İktidarın her adımının kendine yaradığını sanıyor. AKP iktidarının sona ermesi için artık bir şey yapmak gerekmediğini, bu partinin neredeyse kendiliğinden çekip gideceğini, bunun için nesnel koşulların oluştuğu, tamamlandığını kulağımıza fısıldıyor. Bu “mutluluk” saçan “determinist” söylemin arkasında ana muhalefete oy vermiş kitlede pesimist bir “tevekkül” büyüyor. O da “atı alan Üsküdar’ı geçti, cumhuriyet yıkıldı, yapacak bir şey kalmadı” pesimizmidir. İflah olmaz iyimserliklerin ve çaresiz karamsarlıkların arkasında herhalde çölün tozu, uyutucu afyonu vardır.
Aslında sosyal demokrat partinin önde gelenlerini uyuşturan, sosyalistleri ise tüm hareketliliği ile kendini gösteren günün canlı itirazlarıyla birleştirecek, sosyalizmi gündeme getirecek, beklemeye değil mücadeleye çağıran gerçek de budur.
***
Kestirmeden ve açıkça söyleyelim; zaman geçtikçe sağa doğru “ilerleyen” sosyal demokrasi, politikaya dahil olmanın yolunu bulmakta güçlük çeken sol, komünist sosyalist halk partileri ve kuşkusuz ülke hep birlikte tehlikeli bir uçurumun kıyısındayız.
Kim ne biliyorsa, kim neyin çözüm olduğuna inanıyorsa, bir an önce eteğindeki taşları döksün artık.
Önce şunu saptayalım ki, solda var ve pek derin olduğu söylenen fikir ayrılıkları yapaydır, sunidir. Ortak politika yürütmeyi önleyecek ciddi bir fikir ayrılığından söz edilemez. Bunun öne çıkartılmasının nedeni, politikaya katılmanın önündeki engellerlerle savaşmak yerine gizli determinist bir anlayışa, iflah olmaz bir tevekküle, içe kapanmaya boyun eğmiş olmamızdır. Geliniz bu engeli aşalım, çok farklı alanlarda hızla büyüyen haklı itirazlarla hareketlerle birlikte kapitalizmin çaresizliğini deşifre edelim; partilerimizle, sendikalarımızla, her türden sorun için sesini yükselten toplum kesimleri, kendini cesaretle ortaya atan gençler, kadınlar, kendini sorunların sahibi ama siyasetçisi saymayanlar hep birlikte bir güç yaratmanın yolunu arayalım, yöntemini bulalım.