Varlık üstüne düşünürüz de yokluk üstüne eğilmeyiz; korkarız yitmekten, yitirmekten. Yaşamak üzerine yazarız & okuruz da, kaçınırız ölüm üzerine yazılıp çizilenlerden. Ölüm; onca didişmenin, savaşın, kayıp skorları tutmanın gereksizliğini, her şeyin bir ipliğin ucunda düğümlendiğini kanıtlar bize. Yaşa, cinsiyete saygısı yoktur; sanıldığından kolay ulaşılır kendisine. Gündelik heyulanın içinde soğuk nefesinin her an ensemizde olduğunu unutur, ansızın aklımıza düştüğünde yüzleşmekten korkar, içimiz burkularak hayatın anlamını sorgulamaya başlar ve nihayet anın kıymetini anlarız.
Kimileri için düğün günü, kimileri içinse yaşamın olumsuzlanmasıdır. Cemal Süreya için “lacivert bir çıngıraktır ölüm", Marquez’e göre “yalnızca sürekli bir olasılık değil, anlık bir gerçekliktir.” Kimileri Hades’in cennetine yolculuk diye bakar ölüme, ben yokluk değil hiçlik hali olarak bakarım; çünkü hiçbir şiir, hiçbir roman tam olarak anlatamaz onu, bütün yazı sanki hep bir önsözden ibarettir. Ölüm; durup durup vurur geride kalanı en hassas yerinden, izleri her daim kalbindedir geride bıraktığının. Hiçbir şey aynı değildir artık kalan için; derin yaralar kabuk bağlar ani çarpmalarda kanasın diye. Ölüm; yaşamın karşıtı değil, yaşama karşın hep bizimle olandır ve hayatın uzantısı olduğu için kendisine sonsuz saygımız da vardır, yeter ki zamansal sıralamayı bozmasın, aniden ve insan eliyle olmasın.
"Annemi eşyalarıyla birlikte defnettik." cümlesiyle başlıyor "Ölüleri Defnetmek". Bir kayıp öyküsü dinleyeceğimizi düşünüyoruz, bir evladın annesiyle vedalaşmasını. Ama öyle olmuyor. Karakaslı yazar Karina Sainz Borgo; paramparça olmuş bir ülkenin parçaladığı bir vatandaşı - daha iyi bir yaşam arayışındaki göçmenleri kabul eden müreffeh bir Venezuela'da istikrarlı bir çocukluk geçirmiş, bekâr annesiyle mütevazı bir dairede yaşamış olan Adelaida Falcon'u - merkeze alarak bizi karanlığa gömülen ülkesinin tekinsiz sokaklarına çağırıyor. Adelaida; her gün başı sonu görünmeyen ekmek kuyruklarına girer, dışarıya salınan biber gazının eve girmemesi için pencerelerini bantlar, devrimci kılığına giren yağmacıların dairesini zapt ettiği gün ise korkularını baskılar ve zorlu bir seçim yapar. Yıllarca çalışıp didindiği hayatı un ufak olurken sınırları ne kadar zorlayabileceğini sorgular. Büyük bir kederi daha büyüğüyle çarpıştırırsanız ne olur; ülkeniz, diliniz, işiniz, anneniz ve kimliğiniz avuçlarınızdan kayıp giderse ne yaparsınız? diye sorar. "Hayat, bütün bu yaşatılanlardan ibaretti. Yaptıklarımız ve bize yapılan şeylerdi hayat. İkiye bölüp önümüze koydukları bir dilim ekmekti hayat. Sev beni, ülkem. Sev beni, anne. Sev beni." diye haykırır.
Bill Clegg ise "Senin Hiç Ailen Oldu mu?" adlı romanında hayatın insanı nasıl sonuna kadar zorlayabileceğini acımasız bir hikaye sunarak anlatıyor, insanın hayatının mahvolması için yanlış bir tercih, bir kaza, bir hastalık, bir yalan yeter, diyor. Kitabın baş karakteri June Reid; kızının düğününden hemen önce kendi evinde çıkan bir yangında kızını, damadını, eski kocasını, sevgilisini kaybeder. Defin işlemlerinden sonra yapayalnız kalan June, yaşadığı kasabayı terk eder. Yazar, bir felaketi farklı faklı karakterlerin gözünden yansıtarak yitirmeyi, yüzleşmeyi, uzlaşmayı, dahası affetmeyi irdeler. Clegg, Cissy'ye "Bir gün önemli ve yanlış görülen bir şey ertesi gün hatırlanmayabilir bile. Moonstone'daki lezbiyenler hakkında, annesinin küpelerini takmaktan hoşlanan şu küçük çocuk hakkında, ya da kız kardeşleriyle birlikte yaşayan melez, babasız sürtük olarak gördükleri ben gibiler hakkında şakalar yapanlar hep olacak. Bütün bunlar öldüğümüzde sona erer..." dedirterek insanlığımızı en iyi ve en kötü yönleriyle yeniden keşfetmemiz için bir kapı açıverir.
Yitmekten de yitirmekten de korkarız. Ebeveynlerimizi, arkadaşlarımızı, dostlarımızı, evladımızı defnedebileceğimizi düşününce aklımızı kaybedeceğimizi sanırız. Bir gün hepimize olacak bu. Yüzleşmeyi, uzlaşmayı, affetmeyi öğrenemez ve beceremezsek zamanında yapmamız gerekip de yapmadıklarımız, söylememiz gerekip de söylemediklerimiz, hissedip de hissetmiyor gibi davrandıklarımız, oldurabilecekken olduramadıklarımız gelip bizi delililiğin kıyısına oturtacak. Gururumuz, kibrimiz, korkularımız, umursamazlıklarımız olmadan çırılçıplak ve savunmasız deliliğin kıyısında ileri geri sallanacağız. Bir gün hepimize olacak bu.
Künye:
- Ölüleri Defnetmek, Karina Sainz Borgo, Çev: Fatmagül Ezici, Kafka Kitap, 2021.
- Senin Hiç Aien Oldu mu?, Bill Clegg, Çev: Kübra Tekneci, Kafka Kitap, 2019.