Defrag…

Başlıktaki sözcük Türkçe değil; İngilizce…

Birleştirme anlamına geliyor.

Bilgisayar teknolojisinin bir terimi olarak gündelik hayatımıza derinlemesine girip gitti. Uzun süredir kullandığınız bir bilgisayar cihazınız varsa, en önemli ve büyük derdiniz muhtemelen onun giderek yavaş çalışmasıdır. Ana bellekte kayıtlı bir programı açmak; o program içinde yeni bir sayfa açmak; birden fazla programı aynı anda çalıştırmak, insanı hasta eden bir yavaşlığa dönüştüğünde artık ve işte, defrag zamanı gelmiş demektir…

Uzmanları benim tarifimi gülünç bulabilirler... Ne ki, çalışma odanızın veya masanızın zamanla dağılması gibi, bilgisayarınızın ana belleği de zamanla dağılır gider. Bu program yükleme veya kaldırma sırasında ana bellek üzerinde oluşan boşluklarla ilgilidir. Aynı türden bilginin yeniden okunması sırasında, bellek üzerindeki iz hücreleri arasındaki her boşluk, daha fazla dolanım yapılmasına neden olur ki, sonuç bir düzensizliktir; performans düşüklüğüdür ve insanı çıldırtan bir bekleme süresidir. Odanız dağıldığında ne yaparsınız? Oda toplanır. Bilgisayarınızın belleği dağıldığında da yapılacak iş defrag veya birleştirmedir.

Bilgisayarın işletim sistemi, kendi kendini bir yenileme aracı olarak, hazır yüklü bir defragmantasyon programı içerdiği gibi, bu türden programlar dışarıdan da yüklenebilmektedir. Hadi siyaset jargonunda çok kullanılan bir benzetme de yapalım. Defrag programları bilgisayarın işletim sistemini yeniden restore ederler…

***

7 Haziran seçimini, hem ilk parti olarak kazanan ve hem de tek başına hükümet olacak çoğunluğu yitirerek kaybeden taraf olan AKP, iktidarları bakımından bir dağılma ve bir düzensizlik içine girdiğinden, RTE ve kurmayları 1 Kasımda yeni bir defrag işlemine hazırlanıyor…

Bu restorasyon çabası, kaybettiklerini yeniden alma uğraşı. Yoksa yitip gidenlerden sonra hiçbir şeyin eskisi gibi olmadığını, olamayacağını bu ekip iyi biliyor. Bildikleri içindir ki, daha sorgusuz, sualsiz yönetecekleri bir Türkiye için, faşizm ve savaş yangını izleriyle dolu senaryoları çekinmeden ülke gündemine yapıştırıyorlar…

Portal yazarlarından Haluk Yurtsever, son yazısına “1 Kasım’da sandıktan neyin çıkacağını, seçim sonucunun hangi gelişmelere yol açacağını, seçmenin bugünden öngörülebilir eğilim ve tercihleri değil, aradaki kısa zamanın içinin nasıl doldurulacağı belirleyecek…” diye başlıyordu…

Mükemmel bir tespit…

İşte, bu belirlenime veya şapkadan nasıl tavşan çıkarılacağına, böylece AKP lehine nasıl bir defrag yapılacağına dair ıslanmayan bakla da gecikmeden ve Haluk Yurtsever’in yazısının mürekkebi kurumadan açığa dökülüyor… Seçim bölgeleri birleştiriliyor ve AKP’nin az oy farkla kaybettiği seçim bölgelerinde kaybedilen milletvekillikleri için geri alınma planları yapılıyor…

Basına yansıyan haberlere bakılırsa hedefte kritik 15 il var. CHP’den çalınmak istenen vekilliklerin illere göre dağılımı şöyle: Aydın-İstanbul 1 ve 2. Bölgeler-Ordu-Sivas. MHP’nin göz dikilen vekillikleri Balıkesir-Burdur-Gümüşhane-Kayseri- Kahramanmaraş-Kastamonu. HDP’den geri alınmak istenen iller ise şunlar: Diyarbakır-İstanbul 3. Bölge-Van

Türkiye’de neyin normal koşul olduğu artık belli değildir. An itibariyle seçime ilişkin kamuoyu yoklamaları 7 Haziran tablosundan başka bir şey yansıtmamaktadır. Fakat RTE için kabul edilmez olan bu tablonun burjuva siyasetine uygun bir mizansenle nasıl tebdil edilebileceğine ilişkin her tür emare ortada dolaşmaktadır. Hazret ne yapıp edip hem yerli, hem milli ve bu defa 500 vekilliğin peşindedir. Böylece sadece sultanlık değil belki de halifelik de böylece kotarılabilecektir…

Bu noktada seçim meselesi bir öncekinden de daha önemle ve vaziyet edilmeyi gereken bir aşamaya evrilmektedir. Her tür derin sol tahlile ve hiçbir kurtuluş reçetesinin bu seçimle bağlantılı bulunmadığı tespitlerinin doğruluğuna karşın, reel politik bakımdan AKP’nin yine de tek başına iktidar yaptırılmaması meselesi ve seçime bu nedenle asılma gerekliliği yakıcı olarak ortada durmaktadır.

Bu bağlamda Haziran Hareketi seçim bölgelerinin birleştirilmesine mutlaka karşı çıkmalıdır.

Kritik 15 ilden bahsedilmekle birlikte, kritik olan diğer konu HDP’nin baraj dışına itilmesi hadisesidir. Öyleyse ve iyi bilinmektedir ki, Kürt oyunun birincil olduğu illerde, AKP-PKK koalisyonun bir sonucu ve tezahürü olarak seçim bölgelerinin başka yöreye taşınmasına, nerede olsa oraya gideriz hamasiliğinden sıyrılarak ve en çarpıcı sesle karşı çıkılmalıdır. Bu tür bir seçimin hukukunu tartışma gündemine getirmek ve karşısında toplumsal bir muhalefeti örmek ve hareketlendirmek seçime giren tarafların olduğu kadar Haziran Hareketinin de gündeminde bulunmak durumundadır…

Bu Bizans senaryoları, RTE-AKP koalisyonunun piyasaya daha ne gibi tezgâhlar sürebileceği ve kaosun gözü kara bir biçimde daha da nasıl tırmandırılabileceği konusunda öğretici olmaktadır. Ne ki deneyerek öğrenmek yerine ve öğrenmenin, “öğrenilmiş çaresizlik” haline dönüşmemesi bağlamında, başka bir iş yapmak gerekmektedir. Ne gerektiği basittir: öncelikle sadece tahlil yaparak kendi konumlarımızı arınık alanlara çekmemek gerekir. Bunun yerine, daha adaletli, toplumcu ve eşitlik kuruculuğu isteyen bir gelecek çalışmasının ön kapısını bir biçimde açmanın yoluna bakmak gerekir. Seçimin özneleri olan partilerin böyle bir gelecek için, “yeter ve gerek faktör” olmadıklarını bilerek ve ancak faşizme ve iç savaşa evrilme tehlikesi içeren bir sürece önlem alma sorumluluğuyla, işin bu burjuva seçimlerinde AKP yi tek başına iktidar yapmamaktan da geçtiğini bilince tekrar yazmak gerekmektedir…

Şimdi bu tespitlere, soldan burun kıvırmalar hemen gelebilir. Sosyalizmi hedef olmaktan çıkaran küçük burjuva aşamacılığı yaftalarını yapıştıracaklar, el hak bulunabilir. Kürt partisine kuyrukçuluk yapıldığı suçlamaları da bulaştırılabilir. Ve buna benzer, başka takılacak prangalar falan bulunabilir. Hepsine eyvallah dediğimden değil de, sadece gereksiz söz dalaşı içine yuvarlanmamak için tamam denilmelidir. Aksi takdirde ipin ucu bırakılmalıdır ve RTE-AKP’nin memleket gündemine istedikleri gibi defrag yapılmalarına karşıdan bakılmalıdır.

Memleket ne AKP defragı için bu denli kolay lokma; ne de mücadele, kendimize göre istediğimiz ve beğendiğimiz mevzide, kendi steril koşullarında filizlenecek kadar laboratuvar protokolu değildir…

nuriabaci@gmail.com