Siyasette başka bir tasfiye dinamiği daha tanımlayabiliyoruz: Merkezin denetiminde olmayan mekanizmaların yerine getirdiği işler/işlevler giderek önem kazanıyorsa; merkez, kısa devreler ya da paralel mekanizmalar aracılığıyla da sorunu çözmeyi deneyebilir. Yeni mekanizmalar, doğal olarak, diğerlerini tasfiye etmek amacıyla kurulmuştur.
Bir başka tasfiye gerekçesi ise, iktidarın tabiatı gereğidir: İktidar, her şeyden önce, dış ilişkiler ve silahlı güç tekelidir. Bu tekelin kırılması tasfiye sürecini beraberinde getirir.
Erdoğan'ın Gülen Cemaati'yle ilişkilerine bu pencereden bakılabilir örneğin. Ortadoğu politikasında ya da Kürt meselesinde ortaya çıkan gerilimler; iktidar blokunun bir parçası olarak ABD'yle kendine özgü ilişkileri olan, zor aygıtında kendi emir-komuta zincirini kurmuş bir Cemaat'e tahammül edilmesini imkansız hale getirmiştir.
Örneğin, AKP ve İkinci Cumhuriyet Türkiyesi'nin kriz dinamikleri sayılırken yakın zamanda bir yeni gelişmeyle karşılaştık: Tayyip Erdoğan tarafından kurulan “paralel kabine”. Erdoğan Kaçak Saray'da bir gölge kabine kurarak hem Anayasa'yı bir kez daha delmiş, hem de başkanlık sistemine fiili adım atmış oldu.
Öyleyse şu tespitleri yapabiliyoruz:
Bu tür sert hamleleri, Erdoğan'ın böylesine kontrol odaklı oluşunu, yalnızca psikolojik nedenlerle yahut iktidar hırsıyla anlatmak doğru olmayacaktır. Bu partinin asli sorunlarından biri özgün ve köklü bir kadro kaynağına sahip olamamasıdır. Bu nedenle sürekli kadro devşirilmesi gerekmekte, her devşirme hamlesi de yeni riskleri beraberinde getirmektedir. 12 yıldır iktidarda olan bir partinin kadro yetiştirmek konusunda bu denli başarısız olmasının, yapıcı değil “yıkıcı” bir parti olmasıyla çok ilgisi vardır ve bu yıkıcı özellik, İkinci Cumhuriyet'in yerleşmesinin önündeki en ciddi engellerdendir.