“Her olanda hayır vardır anlayışından hareketle de, eninde sonunda, şu anda, bu çıkış, bu hareket, Allah’ın bize büyük bir lütfu. Niye büyük bir lütfu? Çünkü bu, tertemiz olması gereken silahlı kuvvetlerimizin temizlenmesine vesile olacak olan bir harekettir.”
Tayyip Erdoğan’ın 16 Temmuz sabahı 04.00 civarında Atatürk Havalimanı’nda yaptığı konuşmada söylediği bu sözler, cumhurbaşkanlığı sitesindeki yazılı metinde yumuşatılarak aktarıldı.
Darbe girişimi henüz bastırılmamışken, genelkurmay başkanı hâlâ darbecilerin elindeyken, şiddetli çatışmalar sürerken, Erdoğan nasıl bu kadar rahat ve kendinden emin bir şekilde konuşabilmişti?
Girişimi cumhurbaşkanı ile yakın çevresinin planladığı yönündeki komplo teorileri elbette sorunlu. Bu anlamıyla bir “tiyatro”dan söz edilemez.
Ne var ki, darbe girişiminden önceden haberdar olunmaması, yani bir “istihbarat zaafı”nın söz konusu olması ihtimali de düşük görünüyor. Darbecilerin planladıklarından erken bir zamanda harekete geçmek zorunda bırakıldıkları yönündeki iddialar daha inandırıcı. Asıl önemlisi, Erdoğan ile AKP, girişimin başından itibaren, “darbe tehdidini bertaraf etmek” için gerekenleri yapmaya çalışmanın ötesine geçerek, baskıcı rejimi güçlendirmeye yönelik adımlar attı. Ve bu anlamıyla “teatral” yanların varlığından söz edilebilir.
Darbeci subaylar, başarıya ulaşabileceklerine inanmasalar, ölümü göze almazlardı. Burada, eksiksiz yanıtlarını belki de hiçbir zaman öğrenemeyeceğimiz iki soru var. Birincisi, başarıya ulaşabileceklerine inanmalarını sağlayanlar, tam olarak kimlerdi? İkincisi, içlerine sızmış olan hangi unsurlar, darbe girişimi sırasında ne tür müdahalelerde bulundu? Örneğin, meclisin bombalanması gibi sadece Saray/AKP rejimine yarayacağı belli olan bir işe kalkışılması, darbeci subayların bir hatası mıydı, yoksa içlerine sızmış unsurların katkısı mı?
Kesin olanlardan bazıları şunlar:
1. Darbecilere karşı meydanlara çıkma çağrılarının yapılması ve “tankların önünü kesen, onların üzerlerine çıkan halk” fotoğraflarının çekilmesinin sağlanması, darbe girişiminin bastırılması açısından görece önemsiz, Saray/AKP rejiminin darbe girişimlerini boşa çıkaracak kadar güçlü bir halk desteğine sahip olduğu imajının çizilmesi açısındansa işlevliydi. Darbeciler, AKP’nin cihatçı unsurlarının sokağa çıkması sayesinde değil, ordunun geniş kesiminin ve polisin rejime bağlı kalması nedeniyle alt edildi. Halkın ezici çoğunluğu evlerinden çıkmazken, sokaklara çıkan cihatçı unsurların fırsat bulduklarında rütbesiz askerlere yönelttikleri barbarca saldırılar, Saray/AKP rejiminin “sadık” toplumsal tabanının gerçek niteliğini bir kez daha gösterdi.
2. Darbe girişimcileri, başarıya ulaşmaları durumunda ABD’nin ve AB ülkelerinin desteğini alabileceklerini umuyordu. Emperyalist ülkeler, elde edecekleri tavizler karşılığında darbecilerle işbirliği yapmayı elbette kabul ederdi ve darbecilere de bu doğrultuda mesajlar verilmiş olmalı. Saray/AKP rejimi, darbecileri halkın desteğiyle alt etme görüntüsünü, emperyalist ülkelere güçlü olduğu mesajını vermek açısından da önemsedi.
3. Türkiye’deki bütün cami hoparlörlerinden uzun süreler boyunca sala seslerinin yükselmesi ve bazı cami hoparlörlerinden sokağa çıkma çağrılarının yapılması, dine dayalı bir devlet ve toplum düzenine geçiş doğrultusundaki yeni bir hamle oldu.
4. Darbe girişiminin bastırılması sonrasında da devam eden meydana çıkma çağrıları, geniş kitleleri harekete geçirmese bile, cihatçı gösterilerle ve farklı illerde Alevi mahallelerine yönelik saldırıların düzenlenmesiyle karşılık buldu. Saray/AKP rejimi, darbecilerle mücadele adı altında, muhalif toplum kesimlerini yıldırma politikaları izlemeye devam etti.
5. Darbeciler başarıya ulaşamamış olsa bile, Saray/AKP rejimi, “hukuk düzeni”ni ortadan kaldırmayı başardı. “Temizlik” adı altında daha şimdiden 6 binden fazla kişi gözaltına alındı, yargı kurumlarında büyük bir tasfiye operasyonuna girişildi. Bu sadece başlangıç. Saray/AKP rejimi, rahatsız olduğu herkesi darbecilik suçlamasıyla tasfiye etme ve tutuklatma olanağını kazandı.
6. Meclisteki muhalif partiler, darbecileri destekliyormuş gibi görünmemek adına AKP’yle ortak tutum alarak, rejimin saldırılarına meşruiyet kazandırdı.
Peki ya bundan sonrası?
Saray/AKP rejimiyle mücadelenin daha bir zorlaşmış olduğu açık. Her şeyden önce, bu rejime karşı olanlar arasında umutsuzluğun giderek artması nedeniyle.
Umutsuzluk giderek artıyor, çünkü gerçek bir çıkış yolu görülemiyor... Umutsuzluk giderek artıyor, çünkü her şeyin en iyisini, en doğrusunu bildiğini iddia edenler var, ama rejim karşıtı toplumsal kesimlerin ortak hedefler doğrultusunda birlikte mücadele etmesini sağlamaya yönelik öneriler somutluktan ve/veya gerçekçilikten uzak...
Aslına bakılırsa, darbeye karşı meydanlara çıkanların sayısı, özellikle de Gezi Direnişi döneminde harekete geçenlerin sayısıyla karşılaştırıldığında, hayli düşüktü. AKP’ye oy verenlerin sayısıyla onun militan destekçilerinin sayısı arasında büyük bir fark var.
Diğer taraftan, neredeyse tüm medyanın “darbe karşıtlığı” çizgisinde birleşmiş olmasına karşın sosyal medyada “bütün bu olup bitenler bir tiyatrodan ibaret” görüşünün bir hayli güç kazanabilmiş olması, Saray/AKP rejimi karşıtlığının ne ölçüde güçlü olduğunun bir göstergesi.
Bu insanlara, “yok hayır, bu bir tiyatrodan ibaret değil” diyerek bir şeyler anlatmaya mı çalışacağız, yoksa ortak tepkilerimiz doğrultusunda birlikte mücadele etmenin yollarını mı arayacağız?
Daha fazla uzatmamak için son sözler: Her vesilede olduğu gibi, kendi bildiklerimizin en doğru olduğunu mu ilan edeceğiz, yoksa Saray/AKP rejiminin karşısına ona gerçekten de son verebilecek olan gerçek ve birleşik bir halk hareketinin çıkması için elimizden gelen ne varsa en özverili bir şekilde yapmaya mı çalışacağız?