Daralan alanda paslaşma sıkıntıları

İktidar blokunun bundan sonra neler yapabileceği de neredeyse tartışma dışıdır. Millet İttifakı, iktidarın planları, yapabilecekleri gündeme gelmeden bir şeyler yapmayı, önlem almayı, ön alarak engelleme çabasına girişmeyi, halkla ve seçmenlerle paylaşmayı, kitlelerin aktif desteğini kazanmayı da düşünmüyor.

İktidar blokunun, küçük ortağın parlamentodaki varlığını garantiye almak için barajı yüzde 7’ye düşürdüğü, blokun oylarını koruma, artırma amaçlı “yenilikler” içeren değişiklikler yasalaştı, onaylandı, Resmî Gazete ’de yayımlandı, yürürlüğe girdi. Muhalefet bloku “nasıl olsa engelleyemeyiz” anlayışıyla, değişiklikleri kamuya, konunun doğrudan hedefi seçmenlere açıklama çabasına bile girişmeden, kabul edilen yasa çerçevesinde ne yapılabileceğini, yeni engellerin nasıl aşılabileceğini yine kapalı kapılar arkasında tartışmakla ve AYM’ye başvurmakla yetinerek kapattı. Kısacası yeni statüyü, daralan meşruiyet alanını kabul etti; bir adım daha geriledi.

İktidar blokunun bundan sonra neler yapabileceği de neredeyse tartışma dışıdır. Millet İttifakı, iktidarın planları, yapabilecekleri gündeme gelmeden bir şeyler yapmayı, önlem almayı, ön alarak engelleme çabasına girişmeyi, halkla ve seçmenlerle paylaşmayı, kitlelerin aktif desteğini kazanmayı da düşünmüyor.

Radikalleşme terimini sertleşme keskinleşme olarak tarif edersek iktidarın bu adımları radikalleşme olarak tanımlanabilir. Muhalefet ise radikalleşmekten çok çok uzak duruyor. Bırakın eyleme geçmeyi, halkla, gittikçe vahimleşen sorunlar çevresinde örgütlenen, gidişe çözüm arayan kuruluşlarla, meslek ve kitle örgütleriyle, seçmenlerle birlikte çözüm aramayı, düşünce planında bile radikal tutumlar almayı reddetmeyi marifet, ağız dalaşını siyaset sayıyor. İktidarın demokrasi ile bağdaşmayan adımları karşısında her gün biraz daha daralan meşruiyet alanını oyun sahası olarak kabul ediyor ve sonunda ne kadar serbest olacağı kuşkulu seçimleri kazanmayı hayal ediyor.

DAHASI GERİDE TEHDİTLERİ

Seçim yasasında yapılan değişikliklerin son adımlar olduğunu düşünenler, yanıldıklarını önümüzdeki günlerde, aylarda göreceklerdir. Sırada daha radikal adımlar olduğunu gösteren işaretler ya da kulis bilgileri bir yana, açıkça dile getirilen “23’ten sonra her şey daha başka olacak” ya da “19 yıl hazırlık dönemiydi daha yeni başlıyoruz” söylemi de Türkiye’yi nelerin beklediğini anlatmaya yeter. İktidar partisi 2002’de başlayan iktidar serüvenine, o yıllarda oldukça geniş kesimleri demokrat bir kimliğe sahip çıktığına ikna ederek başlamıştı. Partiyi kuranların kimliklerini yakından bilenler bu değişimin mümkün olmadığını görerek ve göstererek atılan adımları “takiye” olarak yorumlamışlar ve bu tutumları nedeniyle de sert bir şekilde kınanmışlardı. Ama parti, seçim kazanan parti olmaktan muktedir parti olmaya doğru ilerledikçe, karşısına çıkan parti içi ve dışı engelleri temizledikçe, gerçek eğilimlerini daha açık ortaya koymaya, “muhafazakâr demokratlıktan” hedefi belli “İslamcı partiye”, yumuşak geçiş giderek katılaşmaya, demokratik görüntü otoriter yönetime dönüşmeye başlamıştı. Nihayet son anayasa değişikliği ile parlamenter sistem fiilen sona ermiş, yargı üzerindeki etki de daha açık bir şekilde kendini gösterir olmuştu.

Şimdi gelinen noktada ise biraz daha farkı bir tablo karşımızdadır. İkili bir durum söz konusudur. İktidar blokunun halk ve seçmen desteğinde bir azalma gözleniyor, ona karşılık özellikle ekonomik durumdaki vahim kriz, oylardaki destekteki azalışın nesnel bir temele oturduğunu gösteriyor. Bu tablo iktidar blokunun seçimleri yitirme ihtimalinin yükselmesi ile birlikte yeni arayışlara giriştiğini, seçimleri her ne pahasına olursa olsun kazanabilmek için her türlü yöntemi deneyeceğini, seçim yasası değişikliği ile de ilk adımı attığını gösteriyor. Seçim yasası değişikliğinin kazanmak için yeterli olmayacağını da düşünüyor olmalı ki, sırada daha radikal kimi adımlardan söz edilir oldu. Henüz şekillenmiş bir plandan söz edilemese de baskının yoğunlaşması, yaygınlaşması, muhaliflerin hareket alanının iyice daraltılması, medyadaki kontrolün keskinleşmesi kolayca tahmin edilebilecek, zaten çoktan başlamış bir süreçtir.

UMUTSUZ VE NİYETSİZ OLMUYOR

Türkiye’de ekonomik bunalım o kadar üst noktalara tırmandı ki, geniş kitleler çözümün eski çerçeve içinde bulunamayacağını anlamaya eski dönemlere göre daha yakındırlar. Özellikle hala sona ermemiş olan pandemi döneminde isçi sınıfı korunmasız bir şekilde salgının kucağına atılmış, üretimin her ne pahasına olursa olsun sürdürülmesi için her türlü yöntem denenmiştir. Bu döneme işçiler bireysel olarak ayakta kalamayacaklarını, bir bütün olarak aynı koşulların tüm işçilere dayatıldığını görebildiler. Bu çok kısa olmayan sürecin bugünkü aşamasında karşıdaki hasmın kapitalizm olduğu da belli ölçülerde bilince çıktı. Hayatı zehredenin yalnızca patronlar ya da müdürler değil, sistemin ta kendisi olduğunu anladılar. Ulaşımda, yalnızca kendilerini fabrikalara taşıyan toplu ulaşım araçlarında, yemekhanelerde, aynı tehlike ve tehditle hep birlikte karşı karşıya olduklarını, kaderlerinin ortak oluğunu gördüler. Bu dönemde sendikalaşma eğiliminde, çabasında gözle görülür bir hareketlenme ile birlikte çözüm için siyasal özne arayamaya ya da kendilerine ulaşanlara siyasal çözümleri sormaya başladıkları da bir değişim belirtisi olarak ortaya çıktı.

Muhalefetin ise bu durumdan haberdar olmadığı ya da haberdar olmak istemediği anlaşılıyor. Çünkü durumun farkında olsalardı, radikalleşen iktidar bloku ile mücadelelerinde işçilerle, halk kesimleriyle birlikte siyaset yapmanın yolların aradıklarını, kitleleri beklemeye değil mücadeleye aktif katılmalarının yollarını yöntemlerini aramaya çağırdıklarını görebilecek, gözlemleyebilecektik.

***

Durumun farkında olan ve çözümün yalnızca bir iktidar değişikliği olarak algılanmaması gerektiğini anlatan sol ise kendi güçlerini bir siyasal özne olarak birleştirememenin, güçlü bir şekilde ortaya koyamamamın sıkıntısını yaşıyor. Solda siyaset yapmanın tüm olanaklarını hiç küçümsemeden devreye sokmaktan yana olma konusunda pek de anlamlı olmayan bir tartışma var. İktidarın somut ve her geçen gün daha tehlikeli olmaya başlayan gerçekliği karşısında teorinin derinlikleri değil, teoriyi de ete kemiğe büründürecek pratiğin zorunlulukları ve olanaklarının tartışılması gerekiyordu. Henüz başarılamadı.

Ama kim bilir belki hâlâ umut ve niyet vardır.