Tarikatın kökü, Arapça 'yol' anlamına gelen 'tarik' kelimesinden gelir. Dünya nimetlerine yüz çevirenlerin nefsini terbiye etmek için girdikleri yola tekabül eder. İnsanlar; bu amaç doğrultusunda güya kendi ahlaki ve sosyal kurallar bütünlüğünü oluşturan bir şeyhin etrafında toplanarak özlerindeki mutlak hakikate ulaşmak için çırpınır. Çıkış noktası Tanrı ile insanlar arasında gönül köprüsü kurmak olarak lanse edilse de dallanıp budaklanan tarikatlar ciddi bir siyasi ve ekonomik güç haline gelir. Bu durum ne yazık ki adları saymakla tükenmeyecek binlerce tarikatın siyasilerin iştahını kabartmasına ve iktidarların arka bahçesi haline dönüşmesine yol açar.
Ülkemizdeki pek çok cemaatin müridi şeyhlerini Tanrı'nın vekili olarak görür. Bireysel iradeye yer olmadığından şeyhin emrini, kelamını tartışmak yersizdir, keza şeyh kimi işaret ederse ona oy verilir. Cemaatler birbirinden hoşlanmaz, büyük tabanı olanlar dış dinamiklerle doğrudan ilişki içindedir ve iktidar olanı destekler, çıkarları sebebiyle iktidar otobüsüne binerler. Pek çoğu son dönemde holdingleşmiştir, şeyh parayı elinde tutanın gücü de elinde tuttuğunu bilir ve idareyi kimseyle paylaşmaz. Hedef kitleleri genelde 15 - 30 yaş aralığındaki gençlerdir. Dini hassasiyetleri veya yoksulluk / yoksunluk durumlarını kullanarak saflarına çektikleri gençleri yurtlarda, eğitim kurumlarında avlarlar. Hiçbir cemaat şeffaf, değildir. Kendi sınırlı ve dar dünyasına göre yönetim erkini ele geçirdiğinde bütün insani çağdaş değerlere savaş açarlar.
Cide Belediyesi tarafından toplumcu gerçekçi edebiyatı yaşatmak amacıyla Rıfat Ilgaz adına düzenlenen yazın yarışmasının bu yılki birincisi "Dünyanın En Kötü Avukatı" da ülkemizdeki tarikatlara, cemaatlerin güç ve iktidar mücadelelerine, kokuşmuş yapılarına işaret eder. Yazar Atay Sözer, başarısız, şanssız, biraz da basiretsiz bir avukatın üzerinden dinsel örgütlenmenin tırmandığı yerleri, devlet içinde yer edinişini, çocukların / masumların kötü emellerine alet edilişini mizahi bir dil kullanarak aktarır. Literatürde prenslerin mesleği olarak geçen avukatlık; eğitimi ve ruhsatı alınması gereken bir meslektir. Dünyanın, sistemlerin, sosyal hayatın en doğru resmini zihinlere yerleştiren zorlu bir eğitim ve staj döneminden sonra alınacak ruhsata istinaden icra edilir, lakin yazar ustalıkla kurguladığı ve tarafını da belli ettiği romanında ruhsat almadan toplumun avukatlığını yapanların bolluğuna ve çeşitliliğine değinir.
Anadolu'nun hoyratça değiştirilmiş demografisinden; tehcirler, sürgünler, kıyımlardan, yanan yurtlardan, taciz ve tecavüze uğrayan çocuklardan, tarikatların eliyle maşa haline gelen insanlardan söz ettikçe içimiz burkuluyor. Zayıf, farklı veya şüpheli gördüklerine işkencenin çeşitlerini sunmaktan çekinmeyen kolluk kuvvetleri, adaleti kalmamış mahkemelerimiz, daimi itaat karşılığında onları genişletilmiş vazife ve salahiyetler ile ödüllendiren siyasi erk mutluluktan mutluluğa koşuyor. Ama endişelenmeyin. Adaletsizliği, yozlaşmayı, hukuksuzluğu anlattığı kadar umudun da kitabı “Dünyanın En Kötü Avukatı”. Zira müvekkilini ip üstünde yürütmek yerine omuzlarında taşıyan, doğrunun, haklının, ezilenin yanında olan Erdem gibi avukatlar yetişmeye devam ediyor.
Aziz Nesin'in "Ciddi bir iştir." diye tanımladığı mizah, güçlü bir eleştiri silahı olarak insanlık tarihinde geliştirdiğimiz en değerli olgulardan biridir çünkü mizah, her zaman eleştirel ve muhalif tavrını ortaya koymuş, bu tavır halk üzerinde önemli bir etki bırakmıştır. Güldürme işlevinin yanında sınıf bilincini ve direniş olanaklarını da yansıtmıştır. Sözer'in romanı, ayağına basılan / haksızlığa uğrayan kişinin verdiği tepki, baskılara, adaletsizliğe, zulme, yozluğa verilen karşılık olmuş, haksızlık ve baskıyı, eleştiriyi görünür kılarak ülkemizin hal-i pürmelal ustaca yansıtmıştır, zira hepimiz görüyoruz "çürümüş bir şeyler var adliye sarayında."
Künye: Dünyanın En Kötü Avukatı, Atay Sözer, Smirna Yayınları, 2021.