Çünkü umut hep var...

Bugün, 1 Mayıs. Emek, dayanışma, özgürlük, mücadele kelimelerini duvarlara, pankartlara, kalplere ve fikirlere kazıdığımız, karanfilleri elden ele taşıdığımız gün.

1860’dan 1914’e kadar geçen sürede Amerika Birleşik Devletleri küçük, genç, tarımla uğraşan eski bir sömürgeden kocaman, modern bir sanayi toplumuna dönüştü. 1860’da borçlu bir ulusken 1914’e gelindiğinde dünyanın en zengin devleti oldu, 1860’da 31 milyon olan nüfusu 1900’lerin başında 76 milyona çıktı. Birinci Dünya Savaşı başladığında da Amerika Birleşik Devletleri dünyadaki büyük güçlerden biri haline geldi. Büyük Buhran'ı takip eden dönemde ise insanlar açlığa sürüklendiler ve maddi varlıklarıyla birlikte sosyal konumlarını ve ruh sağlıklarını da kaybettiler. Bunalımın etkileri insan yerine konulmayan işçileri daha da biçare hale düşürdü.

Farklı söylemlerle şişirilen özgürlükler ülkesi Amerika; Amerikan işçi sınıfının sömürüsü üzerine kuruldu. Amerikan ekonomisi zaman zaman sarsıldığında fatura hep emekçi sınıfına kesildi. Bugün bile emekçilerin yaşamları kredi borçlarıyla, borsa tahvilleriyle ipotek altına alınmış durumda. Kapitalizmin vahşiliği ve acımasızlığı kırbacını vurmaya devam ediyor. Çünkü daha çok makine, daha çok verim, daha çok sermaye demektir. Bu sebeple işçilerin ne denli ağır ve insanlık dışı koşullar altında çalıştıklarının, emeklerinin karşılığını alamadıklarının hiçbir önemi yoktur.

1890'lardan itibaren, Amerikan edebiyatı içinde toplumsal bir başkaldırı yaşanmaya başlandı ve sonunda Stephen Crane ve Theodore Dreiser’in doğacılığında ve “haksızlığın peşine düşen” yazarların net mesajlarında su üstüne çıktı. Sonrasında sosyal konulara yönelen yazarlar arasında Upton Sinclair gazetecilik mesleğini edebiyatla; gerçekçiliği hayattan umudunu kesmemek için uğraşan emekçilerdeki minimal romantizmle birleştirdi. Kurguları umutlu ve erdemli insanların kırılganlığını gösterdi, romanlarındaki karakterler yersiz yurtsuz kalan / emeklerinin karşılığını alamayan / salt "güneş gören bir ev" hayaliyle yaşayan / politik huzursuzluk ve ekonomik kriz dönemlerinde ilk etkilenen insanlardı.

Upton Sinclair; "Petrol" adlı romanında ABD tarihinde yaşanan en büyük finans skandallarından biri olan Teapot-Dome Skandalını* anımsatarak rüşvet, yolsuzluk, usulsüzlük ve medya manipülasyonunun döndürdüğü kapitalist çarkı detaylarıyla anlatıp arazi sahiplerinin, petrol baronlarının, senatörlerin halini hicveder. Petrol endüstrisinin temelleri atılırken ortaya çıkan açgözlülüğü, yozlaşmayı, insanın ne kadar ileri gidebileceğini / canileşebileceğini resmeder. Baba - oğul çatışmasını baz alarak sermaye - emek çatışmasını gözler önüne serip bu sömürü düzeninin sonunun gelmesi gerektiğini vurgular.

Sinclair; "Şikago Mezbahaları"nda ise ABD'deki işçi sınıfının durumunu Litvanya'dan iş bulma, az da olsa konforlu yaşama umuduyla ayrılan Rudkus ailesinin dramını merkeze alarak anlatır. Chicago'nun arka sokaklarında yer alan mezbahalarda "Amerikan Rüyasını" gerçekleştirmeye çalışsalar da başarısız olurlar. Aile; kirli burjuva siyasetiyle, emlakçısı, patronu, bankacısıyla kapana kıstırılır ve bir dizi talihsiz ölümler sonucu dağılır. İnsan aklının alamayacağı yokluk ve acıları betimleyen, Amerikan kapitalizminin ne pahasına yükseldiğini kaybolan yaşamlar üzerinden anlatan roman; işçilerin yaşam ve çalışma koşullarının dehşetini gözler önüne sermekle kalmaz, et üretiminin insanlık dışı durumunu da kamuoyuna duyurur.

Sinclair; romanlarında halkın, emekçilerin bilinçlenmesini her türlü dalavereyle engellemeye çalışan patronlar ile onların maşalarının da yüzsüzlüğünü teşhir etmektedir. Zira emekçilerin bilinçlenmesine yol açan, onlara insan gibi yaşamanın hak olduğunu öğreten o dönemde yükselmekte olan işçi sınıfı hareketidir. Yazar, beklenen güzel günlere duyulan inancı, bunun için verilen mücadeleleri, işçilerin ve işçi önderlerinin patronlarla olan kavgalarını, yandaşların acımasızlığını apaçık biçimde ortaya koyar. Sermayenin karanlık ve vahşi yüzünü göstererek tükenmemesi gereken umuda vurgu yapar.

Bugün, 1 Mayıs. Emek, dayanışma, özgürlük, mücadele kelimelerini duvarlara, pankartlara, kalplere ve fikirlere kazıdığımız, karanfilleri elden ele taşıdığımız gün. Savaşları, açlıkları, yoksullukları, cinayetleri, adaletsizliği, eşitsizliği bitirmek için direndiğimiz, direnirken yitirdiklerimizden ötürü durmadan kederlendiğimiz gün. El ele tutuşup kenetlendiğimiz, direncimizi perçinlediğimiz, sömürenlerin yüzlerine haykırdığımız gün. Çünkü umut hep var.

*https://parlakjurnal.com/amerika-tarihindeki-7-politik-skandal/

Künye:

- Petrol, Upton Sinclair, Çev: Kıvanç Güney, Sel Yayıncılık, 2018.

- Şikago Mezbahaları, Upton Sinclair, Çev: Kıvanç Güney, Sel Yayıncılık, 2017.