Cüneyt Arkın ve Cemil filmleri

Cemil filmleri kanımca, Cüneyt Arkın’ın bu filmlerde canlandırdığı tipleme açısından, tarihsel seyir boyunca kendi içinde vurgu kaymaları, vurgu değişimleri göstermiş olan Cüneyt Arkın imgesini en ortalama biçimde, dolayısıyla bir anlamda en iyi temsil eden filmler.

Cüneyt Arkın, toplumun çok geniş ve çok farklı kesimleri, hatta birbirine zıt kesimleri tarafından sevilen bir “yıldız” oyuncuydu. “Yıldız” imgesi, bu imgeyi taşıyan oyuncunun kişiliğine, yaşamına dair kamuoyuna yansıyan veriler ile sinemada rol aldığı filmlerin, bu filmlerde canlandırdığı karakterlerin halkın algısında sentezlenmesiyle oluşur.

İnsan olarak Cüneyt Arkın’ın karakterine dair önemli bir ipucu 1972’de, 12 Mart döneminde, Altın Koza Film Festivalinde jüri tarafından önce Yılmaz Güney’in En İyi Oyuncu seçilmesinin ve bunun basına açıklanmasının ardından Adana belediye başkanı tarafından jürinin tekrar toplantıya çağrılıp baskı ve tehditle sonucun değiştirilerek söz konusu ödülün Cüneyt Arkın’a verileceğinin açıklanması üzerine takındığı tavırdır: Ödül törenine katılmayarak ödülü almayan Arkın, bu tavrını o günlerde basına “Hiçbir zaman bir başkasının malına ne göz diktim, ne de el uzattım. Bu nedenle daha önce başkasına verilen ödülü almak benim hakkım değildi” diyerek gerekçelendirecekti. Burada sözcüğün dar anlamında siyasal bir tutumun ötesinde, yani özel olarak Yılmaz Güney ile bir ‘yoldaşlık’ dayanışması değil, etik bir tutum görüyoruz, çok kabaca ifade edersek “iyi bir insan” olma çabası. Benzer bir tutumu, dublör kullanmamasını kendisi için tehlikeli gördüğü işleri bir başkasına yaptırmayı istememesi ile gerekçelendirmesinde de görürüz.

Ancak bu gözlemler ne Cüneyt Arkın’ın ne de Cüneyt Arkın imgesinin pek çok başka bağlam ve örnekte bir hayli politize olduğu gerçeğini değiştirmez. Peki siyasal olarak Cüneyt Arkın ve Cüneyt Arkın imgesi nerede duruyordu, ideolojik olarak nasıl bir işlev taşımıştı? Birey olarak, yurttaş olarak Cüneyt Arkın’ın bu açıdan nerede durduğu ayrı bir araştırmanın konusu. Öylesi bir araştırmaya sinema mecrasından taşınabilecek veriler Arkın’ın bir yandan politik açıdan hangi filmlerde oynamayı tercih ettiğine ilişkin veriler olabilir, diğer yandan sektör içinde emek süreçlerindeki tutumuna ilişkin veriler. Bu bağlamdaki ilk sorunsalı aşağıda ayrıntılı ele alacağım. İkinci alt başlıkta ise, araştırmacı Zafer Aydın’ın paylaştığı üzere, Arkın’ın 1978’te sanat emekçilerinin sosyal güvenceye kavuşturulması konusunda dönemin Politika gazetesine yazı yazmış olması dikkat çekici bir veri; hem Arkın’ın bu konuda kalem oynatmış olması, hem de TKP ile ilişkili olduğu sır olmayan bir yayın organında yazmaktan çekinmemiş olması açılarından dikkat çekici. Ancak Arkın’ın birey olarak siyaseten nerede durduğunu anlamlandırma çabası, salt sinema mecrasından devşirilecek veriler ile sınırlı olamaz, Arkın’ın sinema mecrası dışında ve/veya sinema mecrasıyla bağlantısız olarak aldığı tutum ve tavırlar da hesaba katılmalıdır ve bu yüzden aslında burada amaçladığımdan farklı bir araştırmanın konusu olabilir.

Sinemaya dönersek, Arkın sinemamızın toplumsal gerçekçiliğe yakın erken ve önemli örneklerinden Gurbet Kuşları’nda (1964) yardımcı bir rol ile başladığı sinema kariyerini önce “Allah vergisi” yakışıklılığı üzerinden ‘jön’ olarak sürdürmüş, kısa bir süre sonra Malkoçoğlu’yla (1966) başlayarak at binen, kılıç kuşanan tarihsel kahraman filmleri janrıyla birlikte anılır olmuştu. Bu janrın sinema araştırmalarında pek anılmayan, göz ardı edilen ve söz konusu filmler artık televizyon kanallarında ve hatta çevrimiçi mecralarda sansürlü olarak gösterilmekte olduklarından pek bilinmeyen ve tamamen unutulmaya yüz tutan önemli bir özelliği, erotizmin yerli sinemada belirgin bir biçimde boy gösterdiği bir mecra olmasıydı. Dönemin tarihsel kahraman filmlerinin diğer bir belirgin özelliği ise içerdikleri, zaman zaman ırkçılığa da varan şoven milliyetçi yönelimdir. Örneğin Malkoçoğlu Krallara Karşı’nın (1967) finalinde Cüneyt Arkın atının terkisine attığı kızla birlikte ufukta uzaklaşırken anlatıcı üst-ses “Tanrı Türk’ü ilbay kıldı. Diğer milletleri yönetsin diye onu üstün yarattı” der!

Malkoçoğlu-Kara Murat tiplemeleriyle özdeşleşmiş olan Cüneyt Arkın’ı 1970’li yılların son çeyreğinde ise Tarık Akan’la birlikte oynadıkları Maden gibi sinemamızın o dönem en önde gelen işçi sınıfı filmlerinden, Yıkılmayan Adam gibi B-tipi filmlere uzanan kalite çeşitliliğinde olsalar da ortak paydaları net biçimde sola ait anlatı ve söylemlere yer vermeleri olan bir dizi filmde görürüz.

Öte yandan Cüneyt Arkın tam da aynı yıllarda anti-Sovyetik Güneş Ne Zaman Doğacak?’ta da oynar. Güneş Ne Zaman Doğacak?’ın İstanbul’da vizyona girip (*) ne menem bir şey olduğunun ortaya çıkmasının ardından Sinema Emekçileri Sendikası Genel Sekreteri Semra Özdamar, basına verdiği demeçte “Kendisi bu filmde oynaması için zorlanmış. Oğlunun doğum gününde evine kurşun gönderilmiş. Daha önceden yapılan anlaşma gereğince oynamak zorunda kalmış” der; kendisine bu iddia sorulan Arkın ise “bu konuda bir şey söylemek istemiyorum” demekle yetinir.

Şoven filmler, solcu filmler, arada bir de (hangi koşullarda rol almış olduğu tartışmalı olsa da) anti-Sovyetik bir filmden oluşan bu zincir içinde birkaç yıl geriye gidip kanımca anahtar konumundaki Cemil filmlerine bakmadan önce zinciri biraz ilerletelim. Cüneyt Arkın, 1970’lerin sonuna doğru kamera arkasına geçerek yapımcı/yönetmen/senarist olarak da sinema kariyerini çeşitlendirir, özellikle yerli sinemanın krize girdiği ve majör yapımcıların sektörden çekildiği ya da faaliyetlerini asgariye indirdiği 1980’lerde esasen çoğu Z-tipi sayılabilecek filmlerde rol alacaktır. Bunlardan kendisinin yazıp yönettiği fantastik bir ninja filmi olan Ölüm Savaşçısı (1984), devamlılık sorunları ve anlatıdaki boşluklar dolayısıyla “gayri-ihtiyari sürrealist” nitelemesini hak eden bir film olmakla birlikte, Arkın’ın canlandırdığı baş karakterin ninjalardan kurtardığı bir kızla arasında geçen şu diyalog, beylik anti-komünist çağrışımları açısından dikkat çekici: “Önce onlara inanıyordum. Sömürüldüğümüzü söylüyorlardı. Ezilmişleri kurtaracaklardı. Cennet vaat ettiler. Şimdi anlıyorum ki yanılmışım.” “Sizin gibi zavallıların beyinlerini yıkarlar, kullanırlar. Şiddete ve ölüme iterler. Aslında kendilerinden başkalarını düşünmezler.”

CEMİL FİLMLERİ

Şimdi kronolojik seyri biraz geri saralım ve 1975 yılına gidelim. Türkiye’de Bülent Ecevit’in büyük bir çıkış yaptığı, Kıbrıs harekatının gerçekleştirildiği kısa süreli koalisyon hükümetinden sonra ana muhalefet lideri olarak tekrar iktidarı hedeflediği yıllar. Cüneyt Arkın’ın filme adını veren bir polisi canlandırdığı Cemil’in (1975) finaline doğru Cemil ve yardımcısı, Ecevit’in bir mitingine giderler; konuşma yaparken Ecevit’in de bizzat göründüğü bu sahnede Ecevit’in konuşması uzunca bir süre dinlenir. Ancak dönemin siyasi atmosferi bu tekil sahneden çok daha öte boyutlarda filmin dokusu içine derinlemesine sinmiştir. Cemil’in konusu kısaca şöyle: Komiser Cemil genç bir kadının bazı nüfuzlu kişilerin katıldığı bir seks partisinde öldüğüne dair ipuçları ele geçirir; bu kişiler, Amerikan sermayesiyle işbirliği halindeki karanlık bir işadamı ve onların maşası durumundaki bir politikacıdır.

Cemil, “düzenin kokuşmuşluğundan” yakınan bir polistir: “Beni huzursuz eden bu bozuk düzen. Nereye elimi atsam bir kötülük, bir çirkinlik çıkıyor. Hepsini düzeltmek istiyorum, düzeltemiyorum. […] Kimi kandırıyoruz? Ülkemin asıl pisliği büyük patronlar yakalanmadıkça, yaptığımız polisçilik oyunu fasa fiso bence...”

Amerikan sigarası ikram edildiğinde dudak bükerek “pöh” diye reddedip Bafra sigarası içmek Cemil’in sıkça yinelenerek vurgulanan alameti farikasıdır. Oğluna okuması için Doğan Avcıoğlu’nun Milli Kurtuluş Tarihi kitabını armağan eder, Amerika’nın “yoksul ülkeleri yağmalayarak geçindiğini” anlatır. Cemil’in söylemleri zaman zaman Kurtuluş Savaşı anılarından dem vuran Kuvayı Milliye ruhu çerçevesinde, zaman zamansa Osmanlı’nın cihan hakimiyeti günlerine hayranlık ve özlem ifade eden şoven boyutlardadır: oğluna “bizim bir zamanlar dünyaya sahip olduğumuzu”, bugünkü pek çok ülkenin eskiden “hepsinin bizim birer küçük ilimiz gibi” olduğunu anlatır.

Cemil’in büyük ilgi görmesi üzerine çekilen Cemil Dönüyor’da (1977’) ise Cemil kendisini istemeden devrimci/ilerici öğrencilerle gerilimli bir işbirliği içinde bulur. Cemil bir yandan karşısındaki karanlık güçlerle mücadele ederken, diğer yandan da sendikalı işçileri, eylemci öğrencileri kendi mücadeleleri içinde tahriklere kapılmamaları, kandırılmamaları, yanlış yollara başvurmamaları için uyarmadan edemez.

Yazımın en başındaki saptamamı yineleyecek olursam “yıldız” imgesi, bu imgeyi taşıyan oyuncunun kişiliğine, yaşamına dair kamuoyuna yansıyan veriler ile sinemada rol aldığı filmlerin, bu filmlerde canlandırdığı karakterlerin halkın algısında sentezlenmesiyle oluşur. Cemil filmleri kanımca, Cüneyt Arkın’ın bu filmlerde canlandırdığı tipleme açısından, tarihsel seyir boyunca kendi içinde vurgu kaymaları, vurgu değişimleri göstermiş olan Cüneyt Arkın imgesini en ortalama biçimde, dolayısıyla bir anlamda en iyi temsil eden filmler. Bu temsilde şoven milliyetçi bir damar da belirgin biçimde var, halkçı ve bu arada emekten yana bir damar da. Tarihsel seyir boyunca ülkedeki siyasal güç dengeleriyle, ideolojik hegemonyadaki değişimlerle belli ölçüde ilişkili olabileceği düşünülebilecek şekillerde bu damarların bazen biri, bazen diğeri öne çıkıyor.


(*) Güneş Ne Zaman Doğacak? aynı yılın sonunda Maraş’ta gösterildiği bir salonda provokasyon olarak patlatılan bir bombayla fitili ateşlenen Maraş Katliamı’nda bir kez daha gündeme gelecektir.