Çırılçıplak Bir Merhaba!

“Çocuk” kavramını sorgulamama vesile olan birçok şey geldi başıma bugüne kadar. Şanslıyım ki hep önce beni sonra temas ettiğim çocukları, gençleri dönüştürecek türdendi hepsi. “Önce beni” diyerek yetişkini öncelemeyi önemsiyorum bu noktada çünkü yetişkin kendini iyileştirmeden temas ettiği, edeceği herhangi bir çocuğu göremiyor. Yetişkinin kendini iyileştirmesiyse içindeki çocuğu yeniden hatırlamasıyla, geride bıraktığını sandığı çocukluk döneminin yarattığı “ben”le hesaplaşmasıyla mümkün gibi görünüyor.

Öğretmenliğimin ilk ve ikinci yılı kendisinden haberdar olmadığım “ben”le cebelleşerek geçti. Tam bir yetişkindim o sıralarda çünkü hem okul bittikten sonra sudan çıkmış bir balıktım hem de malzemesi “insan” olan bir meslek grubuna dahil olarak “Asla anlayamıyorum, aynı dili konuşmuyoruz, bizim zamanımızda böyle değildi, aradaki nesil farkını kapatmak imkansız…” gibi söylemlere maruz kalmayı kabul etmiştim. Üstelik bir süre sonra bu maruz kalma hali; beni de içine alıp hızlıca döndürecek, döndürecek, döndürecek ve sonunda durduğum yerin en uzağına fırlatıp atacaktı. Bir gün, bulunduğum bir sınıfta nefes alamadığımı ve gerçekten bir şeylerin yanlış gittiğini fark ettim. Sonra öğretmenler odasına koştum, orada da bir şeyler yanlıştı. Hatta birçok şey. Saklı kalan en umulmadık ön yargılara ve öğrencilerle neden girildiği asla bilinmeyen türlü mücadelelere şahit olmaktan dolayı sıkışmıştım. Kendime “başka türlüsü mümkün” dediğim her an, öğrencilerime karşı ya da öğrencilerime rağmen değil; öğrencilerimle birlikte var olabildiğimi, onlarla birlikte olan biteni anlamlı kılabileceğimi fark ettim. Hayalini kurmadığım bir eğitim sisteminin içine doğmamış olabilirim; içinden geçtiğim – geçtiğimiz süreç benliğimizi, değerlerimizi, dünyaya bakışımızı, yaşamın canlılığına atfettiğimiz her güzel sözü örseliyor ve öfkemizi tetikliyor olabilir. Ancak “sisteme rağmen” onlarla birlikte yaratabildiğimi düşündüğüm güvenli alan, artık öfkeme değil; umuduma yer açıyor.

Hayatın her alanında karşılaştığım kendimden, başka bir ben yaratabilmek için çıktığım bu yolculukta kısa bir süre önce tanıştım Nihan Kaya ile. Karantina günlerinde önce dinleyip izledim onu. Gerçi videolarından önce bir de “Kırgınlık” romanı üzerinden bir tanışıklığım vardı okuru olarak. Okurun yazarıyla tanışık olma halini önemsediğini düşünüyorum Kaya’nın çünkü en çok okuruna sunduğu eserleri üzerinden doğru anlaşılmamaktan muzdarip. Şimdi onun çokça “radikal” olarak yorumlanan üçlemesine odaklanalım istiyorum.

İyi Aile Yoktur, İyi Toplum Yoktur ve Bütün Çocuklar İyidir; çocuğa, çocukluğa, yetişkinliğe ve toplumun dokunulmazlarına dair cesur bir tavır takınıyor her şeyden önce. Bugüne dek çocukla ilgili sıklıkla duyduğumuz yargıların tümünü örneklerle irdeliyor ve hiç fark etmediğimiz istismar biçimlerine dair tanımlamalar yapıyor. Bütün bunları yaparken “Kim, ne der?” diye düşünmek yerine konuşulmayanın, görülmeyenin, duyulmayanın üstüne gitmeyi tercih ediyor Kaya. Kitaplarının temelde amaçlarından birini şöyle açıklıyor: “Yetişkinin içindeki çocuğu yeniden duymasını sağlamak.” Bu dileği üç kitabında da yineliyor ve aslında yazıya bu yüzden yetişkinin dönüşümünden, kendini keşfinden bahsederek başladım. Yetişkinin kendi içindeki çocuğu keşfetmesi, onu tanıması, onunla yüzleşmesi kadar çocuğun haklarını, sınırlarını, ihtiyaçlarını ve isteklerini bilmesi çok kıymetli Kaya için. Hatta ikisi belki de sadece bu noktada eşitleniyor. Keşfetmekten sonra anlama ve anlamlandırmaya geliyor sıra. Keşfedip bilen, anlar ve o yönde hareket eder; yetişkin de çocuk da sınırlarını bu yolla çizebilir pekala. Çocuk, yetişkine göre yara almaya daha açıktır ve bu yaraların kalıcılığı çocuklukta mümkündür. Yaraları açan da iz bırakan da yetişkinin tavırları, yetişkinin yapıp ettiği her şeydir. “Bir de yetişkinin gözünden bakalım.” dediğimiz her an, asıl sorunu göz ardı ederiz ve yüzleşmek istemediğimiz içimizdeki çocuğun gerçekliğiyle kalakalırız. Bu halde çocuğun ne dediği hiçbir zaman tam anlamıyla duyulmaz ve hatta çocuk “görülen” bir varlık değildir. Hem sözde çok beklenmiştir hem de dünyaya gelip yetişkinlerin hayatlarına katıldıktan sonra “yeni” olmayı sürdürmüştür. Evde yetişkinin koyduğu kurallarla, yetişkinin karar verdiği saatte yemek yer, yetişkinin karar verdiği renge boyanan odasında uyur, yetişkinin karar verdiği yemeği sevmeye zorlanır, yetişkinin karar verdiği okullara gider, yetişkinin karar verdiği bir hayat sürer mümkünse ve tüm  bunlar yetmezmiş gibi bir ömür devam eden duygusal istismardan kurtulamaz yaşamın hiçbir evresinde. “Ama anne yüreği, ama baban seni sevdiği için böyle yapıyor, ama biz senin iyiliğini istediğimiz için…” gibi duygusal istismar cümleleri o kadar olağan ve o kadar gündeliktir ki kimse yadırgamaz çocuğun  her zaman duyduğu bu ifadeleri. İşte Nihan Kaya’nın cesareti ve direngenliği tam da burada başlıyor. Aldığı tavır, çocuklara çocukluklarını geri vermek ve yetişkinin boyunduruğundan tüm çocukları kurtarmak için. İstismara istismar denir, diye üstüne basa basa yinelemesi bu sebepten. Hele ki içinde bulunduğumuz günleri düşündükçe Nihan Kaya’nın tutumunun radikalliği içimi epey rahatlattı ve bir çocuğun “Bunu bana yapamazsın.” diyebildiği insanların, toplulukların ve toplumların var olabileceği hayalini onunla birlikte kurdum üç kitapta da. 

İlk iki kitapta çocuk ve aile üzerine eğilen yazar, son kitabı İyi Toplum Yoktur’da günlük hayatta toplumun bireyi istismar biçimlerini detaylandırıyor. Törenler, dini ve milli bayramlar, annelik, evlilik ve daha birçok kabulün sorgulandığını görüyoruz. Bu kabulü şöyle sorguluyor Kaya: “Gerçek, siz onu nasıl yaratırsanız öyle olacaktır. Gerçek, yaratılan bir şeydir.” Başkalarının gerçeklerini yaşadığımız kendi hayatlarımızda eylemlerimizin sorumluluğunu aldığımızı iddia ediyoruz, irademizin işlevselliği göz kamaştırıyor. Bu kitapta sorgulanan her şeyi kitabı okumadan önce de sorguladığımı bilen biri olarak yaşadığım manipülasyonun içinde nasıl hayatta kaldığıma inanamadım. Toplumun içindeki “bana” uzaktan baktığımda zihnime ben fark etmeden işlenenlerle karşı karşıyaydım. İradem aslında toplumu oluşturan herkesin elindeydi ve çekiştirip duruyorlardı kararlarımın köşelerinden. Sesimizi duyurabildiğimiz yere kadar duyurup sonrası için hayatını uzaktan izleyen kaç kişiyiz?

Her şey bittiğinde; tüm sesler, izler çekildiğinde çırılçıplak kalıyoruz her birimiz ve bu çıplaklık, insana en iyi gelen şey olabilir bu üçlemeden sonra. İçimizdeki çocuğu da öfkemizi de mutluluğumuzu da; reel çocuğun kalbini ve zihnini de bu çıplaklık sayesinde seçebiliyoruz. Bizi çırılçıplak bırakan ve sizlere merhaba yazıma ilham olan Nihan Kaya’ya teşekkürlerimle…

Künyeler:

İyi Aile Yoktur, Nihan Kaya, İthaki Yayınları, 2019, 300 sayfa.

İyi Toplum Yoktur, Nihan Kaya, 2019, 165 sayfa.

Bütün Çocuklar İyidir, Nihan Kaya, İthaki Yayınları, 2020, 68 sayfa.