Malumunuz sıkça kadına yönelik şiddet vakalarını bu sayfalardan duyuruyoruz.
Yıpratıcılığı bir tarafa bugünün dünyasında kadınlara yönelik şiddet ve yok etme öyle boyutlara ulaşmıştır ki ‘cins kırımı’, ‘kadının insan hakları’ ya da ‘modern jenosit’ gibi kavramlar kullanılmakta.
Belki de biraz geçmişe hatta biraz fazla geçmişe uzanmakta fayda var…
Kadınlara yönelik şiddette tarihin gördüğü belki de en acımasız döneme, Avrupa’da 200 binden fazla kadının cadılıkla suçlandığı, neredeyse tamamının öldürüldüğü, işkence gördüğü döneme bakalım (15. -17. yüzyıl sonu).
Kimdi bu cadılar?
Hikaye yüz yıllardır toplayıcılık serüveniyle doğaya daha yakın ilişkiler kuran, özel bostanlarda şifa veren otları yetiştiren, hastaları iyileştirmeyi, gebeleri doğurtmayı öğrenip nesilden nesile bunları aktaran kadınların hikayesiydi…
Bu kadınlar, ‘hastalığın tanrının bir cezası olduğunu’ hükmeden kiliseye inat yoksulların imdadına iksirleriyle yetişen ‘halk hekimi’ydiler…
İşte bu kadınlar, cadı (İngilizcesi ‘witch’, kökeni olan ‘wise’ bilge anlamında) olarak damgalanacak ve önce İngiltere’de ve hemen ardından İskoçya, Fransa, İsviçre ve Hollanda’da peş peşe çıkarılan “cadılıkla mücadele yasaları” gereğince ölümle cezalandırılacaktı.
Kadınlara cadı oldukları akıl almaz yöntemlerle itiraf ettiriliyordu: Sanığın giysilerinin çıkartılması ve vücut tüylerinin kazınması, tırnak sökme, çarmıha germe, kemik kıran İspanyol çizmesi giydirme, aç, susuz bırakma, yakma gibi yöntemlerdi bunlar.
Cadı avı, dalga dalga tüm toplumlara yayıldı. Karısını sevmeyen de, komşusu olan genç kadına göz koyan da yasal bir intikam aracı edinmişti.
Cadılıkla ilgili suçlamaların üç ana odağı vardı: Birincisi erkeklere karşı seksüel cürüm işlemeleriydi. Burada cadıların açık biçimde dişilikleri gündeme geliyordu.
Hafifmeşrep, cinselliğe düşkün, erkeğin gücünü kıran kadınlardı bunlar. Üstelik buz gibi soğuk bir penisi olmasına rağmen şeytanla yatan da, şeytanın tılsımını diğer erkeklere bulaştıran ve onları iktidarsız yapan da bu cadı kadınlardı.
Erkeklere karşı seksüel cürmün bir anlamı da cinsel birleşmeden alınan yoğun zevkti. Cadı ritüelleri, sapkın, kontrol dışı ve dişi bir cinsellik, insan eti yenen şölenler, orji ritüelleri ve gece uçuşlarıyla tariflenmekteydi. (1)
Cadılık suçlamalarının ikinci ana odağı cadıların toplumda kuralsızlığı yaymaları ve örgütlenmeleriydi. Parasız günah çıkarmanın bile artık mümkün olmadığı kliseye karşı yakası açılmadık küfürleri sıralayan bu kadınlardı.
Cadılık suçlamalarının üçüncü ana odağı ise şifa adı altında insanlara zarar vermeleri, gebeliği önleyici doğum kontrolünü öğretmeleri, bu vesileyle üreme dışı cinselliği teşvik etmeleriydi.
İlk Günah
Peki tüm bunlar nereden geldiği belli olmayan bir kadın nefreti mi?
Bir açıklama şudur:
“Bu sorunun yanıtının Marx’ın Kapital’de “ilkel birikim” olarak adlandırdığı süreçte gizli olduğunu söyleyebiliriz. İlkel birikim, köylülerin topraklarının ellerinden alındığı, mülksüzleştirildiği ve böylelikle proleterleştiği, kapitalizmin ön-tarihi olarak okuyabileceğimiz bir dönemdir. Dönem boyunca köylüler topraklarından çıkarılır ve mülksüzleştirilirken, yeni tahakküm pratikleri geliştirilir, kapitalist çalışma rejimini ihlal ettiği düşünülen dilencilere, delilere, hırsızlara, serserilere ve tembellere yönelik sert cezalar öngören yasalar çıkarılır, kapitalist ilişkiler tüm topluma doğru yayılırken, toplumsal yaşamın kapitalizmin ilkelerine göre düzenlenmesine başlanır.” (2)
Mülksüzleştirilenlerin işsiz-güçsüz serserilere dönüşmesi ve fakat dilenenlerin, çalışmayanların “kırbaçlanarak, damgalanarak, müthiş yasalar yoluyla işkence edilerek ücret sisteminin gerektirdiği disipline sokulması” bu ilkel birikim döneminin konusuydu. (3)
Hindistan’da yerel dokumacıların bileklerini kesen de İngiltere’de cadı oldukları gerekçesiyle kadınları diri yakan da Marx’ın deyimiyle “tepeden tırnağa kana ve pisliğe bulanmış olarak [dünyaya] gelen” kapitalizmden başkası değildir. Teolojideki ilk günahtır kapitalizmin bu dönemi. (4)
Cadı avları yalnızca sistemin dışına düşenleri cezalandırma, hizaya getirme amacının bir örneğini teşkil etmiyor. Bir dönem Avrupa’yı kasıp kavuran köylü ayaklanmalarında başı çeken kadınlara ders vermeyi de amaçlıyor.
Kadının bedenine, cinselliğine ve kürtaja yönelik katı ve takıntılı tutum, bir yandan gaddar bir ataerki kurumu olarak Kilisenin ama aynı zamanda acımasız birikim ve kar yasalarıyla, emek arzına ve disiplinine ilişkin ciddi kaygılarıyla yeni doğan kapitalizmin ortak eseriydi.
Özellikle emek arzıyla ilgili kaygılar öyle boyuttaydı ki, kürtaja ölüm cezası bile yetmedi; ebelik kadınların yaptığı bir iş olmaktan çıkarıldı (16 yy sonu) ve erkek ebelerin ortaya çıkışıyla birlikte sıkı bir denetim gündeme geldi.
Yüzyıllarca hasta bakan, şifa dağıtan, ebelik, doğum kontrolü gibi işlerde uzmanlaşan kadınlar, kazandıkları toplumsal statüyü bir ‘erkek mesleği’ olarak doktorlara verip, yardımcı hizmetlere razı oldular. Bugün bile kadın doktora ‘hemşire hanım’ denmesi çokça karşılaştığımız bir vakıadır. (5)
“18. yüzyıla gelindiğinde artık topluma karşı yeni suçlar ve elbette ki yeni cezalar icat edilmiş, cadılık, büyücülük ve sihir, ortaçağa ait birer batıl inanç olarak görülmeye başlanmıştı. Çünkü düzen oturmuş, toplumsal kontrolü ele geçirmiş ve suçu doğaüstü olarak tarif etmeden, olduğu gibi ele alarak da cezalandırabilir hale gelmişti yani hegemonya, cadılardan söz etmeksizin de kurulabiliyordu artık.” (6)
Kurtulduk mu?
Evet bugüne bakıldığında geçmişin acıları ve günahları ne anlam ifade ediyor? Marx’ın ilkel birikim olarak nitelediği dönem bir kere olmuş bitmiş bir şey midir? Bu soru aslında şiddeti de suçun icat edilmesinin de ve hatta kadına yönelik sistematik yok etmenin de anlaşılmasında oldukça önemli.
“Marks, “ilkel birikim” kavramını belli bir dönem için kullandı; ancak ilkel birikim benzeri uygulamaların kapitalizmin emperyalizm aşamasında bile devam ettiğini gözlemliyoruz. Kavramların karışmaması için, bugün yaşananlara “mülksüzleştirerek birikim” adını veriyoruz… Mülksüzleştirerek birikim, Para-Meta-Para döngüsüne hız katıyor, sermayeyi zaman zaman girdiği açmazlardan kurtarıyor.” (7)
Yani aslında farklı biçimde de olsa, bugünün neo-liberalizminde yoksullaştırma, mülksüzleştirme doğurduğu ağır şiddetiyle gündemimizde. Neo-liberal düzen için fordist bandın bir ucunda konserve kapağı takmak zorunda olmayan, evinde parça başı işle, gerektiğinde her yerde hazır ve nazır bir ‘toplumsal sermaye’ olarak kadın, adı konmayan ‘cadı avının’ göbeğinde.
Türkiye için konuşursak ‘cadılığa karşı yasalar’, her gün diyanetiyle, iktidarıyla, bakanıyla, vakfıyla açık açık yazılmakta. Tecavüze uğrayan, bilekleri kesilip yakılan Özgecan da daha geçtiğimiz hafta tecavüze uğramamak için 10. kattan kendini aşağı atan 20 yaşındaki Gülay Bursalı da yaşadığımız şiddetin, bugünün cadı avının örnekleri.
1-Caliban ve Cadı, Silvia Federici, Otonom yayıncılık, s. 60
2- http://haber.sol.org.tr/yazarlar/fatih-yasli/kapitalizm-cadi-avi-ve-kadinlar-55578
3-Kapital, 1. Cilt, Karl Marx, Sol yayınları, Dördüncü baskı, s. 701
4- Kapital, 1. Cilt, Karl Marx, Sol yayınları, Dördüncü baskı, s. 677
5-Cadılar, Büyücüler ve Hemşireler, Barbara Ehzenreich, Deidre English, Kavram Yay., s.36
6- http://haber.sol.org.tr/yazarlar/fatih-yasli/kapitalizm-cadi-avi-ve-kadinlar-55578
7- http://ilerihaber.org/icerik/direnisin-siyasal-iktisati-cerattepe-ile-gezi-komsu-mu-51063.htm