Türkiye çelişkiler ülkesi olmaya devam ediyor. Bir yandan, pandemi koşullarına rağmen 2020 yılında yüzde 1,8 ve arkasından da 2021 yılının ilk üç ayında yüzde 7,01 oranında büyüyen bir ekonomi diğer taraftan, halkının büyük oranda yoksullaştığı ve gelir dağılımındaki eşitsizliğin ise çok ciddi boyutlara ulaştığı bir Türkiye portresi var önümüzde.
Eğer bir ekonomi gerçekten büyüyorsa, o ülkede ulusal gelirin, refahın ve en önemlisi de istihdamın artması gerekir. Ancak bu artışlar, üretme kapasitesini, potansiyelini artıran bir ülke ekonomisi için geçerli olur. Yani gerçekten büyüyen bir ekonomi için geçerlidir. Eğer bir ekonomi gerçekten büyüyorsa, ekonominin bütün kesimlerinde üretim artar, daha çok insan çalışmaya başlar ve işsizlik azalır, şirketler daha fazla üreterek daha fazla ihraç etme olanağı kazanır, girişimciler daha çok yatırım yapma gayretine girerler ve şirketlerin hem ciroları hem de kârları artar. Böyle bir durumda büyüme, bir ekonomi için en temel sağlık göstergesi durumunda olur. Buna karşılık, üretme potansiyelinin, kapasitesinin altında iken bunu yakalamaya çalışmayı (en son açıklanan yüzde 7,01’lik büyüme bunun güzel bir örneğidir!) büyüme diye anlar ve bunu da topluma lanse edersek, ne yazık ki, büyümenin yaratacağı olumlu etkilerin hiçbirini görmemiz mümkün olmaz. Üstelik her iki durumda da büyümenin bir ülkede var olan yoksulluğu azaltacağını, gelir dağılımında adaleti sağlayacağını kimse garanti edemez. Yani büyüme, ekonominin sağlık değil sağlıksızlık göstergesi haline gelebilir. Çünkü büyüyen ekonomiye rağmen, toplum daha yoksullaşabilir, gelir dağılımında adaletsizlik artabilir.
TÜRKİYE İSTATİSTİK KURUMU ‘MALUMU’ İLAN ETTİ!
Son zamanlarda açıkladığı ve açıklamadığı verileriyle sürekli olarak tartışmaların odağı haline gelen Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK); arada da olsa, ülkemizin iktisadi, sosyal ve toplumsal yaşamına ilişkin önemli araştırmalar yaparak, sonuçlarını paylaşmaktadır. TÜİK bunlardan birisini, 2020 yılına ilişkin “Gelir ve Yaşam Koşulları Araştırması” (GYKA) sonuçlarını geçen hafta açıkladı. Araştırma sonuçları kabaca bize ülkemizde yoksulluğun ve gelir dağılımında adaletsizliğin giderek arttığını, emekçiler ve geniş halk kesimleri için iktisadi koşulların giderek daha yıkıcı hale geldiğinin önemli verilerini sağlıyor. Aslına bakarsanız, TÜİK bu araştırması ile “malumu” ilan ediyor, bu nedenle de bir teşekkürü hak ediyor!
GELİR VE YAŞAM KOŞULLARI ARAŞTIRMASI NEYİN NESİ?
2006 yılından beri TÜİK tarafından yapılan GYKA “Avrupa Birliği’ne uyum çerçevesinde, gelir dağılımı yanında yaşam koşulları, sosyal dışlanma ve göreli gelir yoksulluğu gibi konularda veri üretmek” amacı taşımaktadır. TÜİK’e göre, GYKA, “ülkedeki gelir dağılımına, yoksulluğun düzeyi ve kompozisyonuna, yaşam koşullarına ve sosyal dışlanmaya yönelik bilgilerin derlenmesinde önemli bir kaynak olma niteliği taşımaktadır”. GYKA sayesinde, “gelir yoksulluğu”, “sosyal imkân yoksulluğu”, “sosyal dışlanma” gibi yeni kavramlara ilişkin veriler de üretilmektedir.[i] Araştırmada 27.437 hanehalkından oluşan bir örneklem kullanılmaktadır.
Araştırmada kullanılan bazı önemli kavramlar şunlardır:
“Eşdeğer hanehalkı kullanılabilir fert geliri: Hanedeki birey sayısı dikkate alınarak birey başına düşen gelirler arasındaki farklardan yola çıkılarak ölçülmektedir. Bu nedenle, hanehalkı düzeyinde toplanan gelirlerin birey başına düşen gelirlere dönüştürülmesi gerekmektedir. Hanelerarası doğru karşılaştırma yapabilmek için, bu hesaplamada, hanelerin yetişkin-çocuk bileşimlerindeki farklılıkları dikkate almak gerekmektedir. Bunun için, eşdeğerlik ölçeği olarak adlandırılan katsayılar kullanılarak, her bir hanehalkı büyüklüğünün kaç yetişkine (eşdeğer ferde) denk olduğu hesaplanmaktadır. Hanehalkı toplam kullanılabilir geliri eşdeğer hanehalkı büyüklüğüne bölünerek, o hanehalkı için eşdeğer fert başına düşen gelir diğer ifadeyle eşdeğer hanehalkı kullanılabilir fert geliri hesaplanmaktadır. Referans kişi için ‘1’, 14 ve daha yukarı yaştaki fertler için ‘0,5’ ve 14 yaşın altındaki fertler için ise ‘0,3’ katsayısının kullanıldığı OECD eşdeğerlik ölçeği kullanılmıştır.”
“Gini katsayısı: Kişisel gelir dağılımını ölçmek için, yaygın olarak kullanılan dağılım ölçüsüdür. Gini katsayısı, Lorenz eğrisine bağlı ve eğri ile köşegen arasında kalan alanın, köşegenin altında kalan toplam alan oranına eşittir. Bu oran büyüdükçe, dağılımdaki eşitsizlik artıyor demektir. Gini ölçüsü ‘0 ile 1’ arasında değişir. Bir toplumda, gelir adaletli olarak paylaşılmışsa, Gini katsayısı ‘0’a eşit, toplumdaki gelirleri yalnız bir kişi almışsa, Gini katsayısı ‘1’ e eşit olmaktadır.”
“Yüzde payları (P80/P20): Yüzde payları, kişisel gelir dağılımını ölçmede kullanılan ölçütlerden biridir. Yüzde 20’lik fert/hanehalkı gruplarının toplam gelirden aldıkları paylara göre; ‘Son yüzde 20’lik grubun toplam gelirden aldığı pay/ İlk yüzde 20’lik grubun toplam gelirden aldığı pay’ formülünden hesaplanmaktadır.”
“P90/P10 oranı: Kişisel gelir dağılımını ölçmede kullanılan diğer bir ölçüttür. Yüzde 10’luk fert/hanehalkı gruplarının toplam gelirden aldıkları paylara göre; toplam gelirden en fazla pay alan %10’luk grubun elde ettiği gelirin, gelirden en az pay alan %10’luk grubun elde ettiği gelire oranı olarak tanımlanmaktadır.”
GELİR EŞİTSİZLİĞİNDE SON 11 YILIN REKORU KIRILDI!
2019 yılı referans alınarak yapılan 2020 yılı GYKA sonuçlarına göre, en yüksek eşdeğer hanehalkı kullanılabilir fert gelirine sahip yüzde 20’lik grubun toplam gelirden aldığı pay bir önceki yıla göre 1,2 puan artarak %47,5’e çıkarken, en düşük gelire sahip yüzde 20’lik grubun aldığı pay 0,3 puan azalarak %5,9’a geriledi. Toplumun en zengin yüzde 20’sinin gelirinin en yoksul yüzde 20'sinin gelirine oranı 7,4’ten 8’e yükseldi. Yani, en zenginlerin toplam gelirdeki payı artarken, fakirlerin payı düştü; göreli yoksulluk oranı arttı.
GYKA sonuçlarına göre Gini katsayısı bir önceki yıla göre 0,015 puan artarak 0,410 olarak tahmin edildi. Gini katsayısı, milletin pandemi ile uğraştığı, işini ve aşını kaybettiği bir yılda; Türkiye’de gelir eşitsizliğinin, son 11 yılın en kötü düzeyinde olduğunu gösterdi.
Sadece Gini katsayısı değil, P80/P20 ve P90/P10 oranları da gelir dağılımındaki bozulmanın boyutlarının arttığını göstermekte. Örneğin, toplumun gelirden en fazla pay alan %20’sinin elde ettiği gelirin en az pay alan %20’sinin elde ettiği gelire oranı biçiminde hesaplanan P80/P20 oranı 7,4’ten 8,0’a; gelirden en fazla pay alan %10’unun elde ettiği gelirin en az pay alan %10’unun elde ettiği gelire oranı olarak hesaplanan P90/P10 oranı ise 13,0’dan 14,6’ya yükselmiştir. Gelir eşitsizliğinin 2006 ile 2020 yılları arasında nasıl geliştiğini daha iyi görebilmek için izleyen grafiği inceliyoruz.
Kaynak: TÜİK
Gini katsayısı, 2014 yılından itibaren, gelir dağılımında eşitsizliğin, 2019 yılı hariç sürekli arttığını göstermektedir. Aynı eğilim diğer iki oranda da gözlenmektedir. Aslında neoliberal politikaların uygulanmaya başladığı 1980’lerden başlayarak hem gelişmiş hem de gelişmekte olan ülkelerde, gelir dağılımında ciddi bozulmalar olduğu bir gerçektir. Artan finansallaşma, yüksek ücretlerle çalışanların ücretlerinin sürekli artması, özelleştirme ve özellikle finans sektörünün deregülasyonu, konut dâhil servet eşitsizliğini artıran varlık fiyat artışları, imalat sanayinin ülke ekonomisinde düşen payı ve işsizlikte uzun dönemli artışlar, ücret eşitsizliklerinin artması ile gelir vergisi oranlarının düşürülmesi gibi etkenler bu gelişmede önemli rol oynamıştır. Bizde ise bu etkenler yanında, özellikle “el parasına ve inşaata dayalı bir an önce köşeyi dönme politikaları”nın da artan yoksulluk ve gelir dağılımı eşitsizliğinde çok etkili olduğunu söylemek mümkündür. Öte yandan salgın nedeniyle, nerdeyse bütün dünya ülkeleri bütçe olanakları çerçevesinde çeşitli yardımlarla yurttaşlarına sahip çıkarak, gelir dağılımındaki eşitsizlikleri azaltmaya çalışırken; bizde tam tersine, emekçilerin ve yoksul halk kesimlerinin ulusal gelirden aldıkları paylar bilinçli bir biçimde azaltılmıştır. Sermaye için sağlanan destek ve teşvikler, emekçilerden esirgenmiştir. Bunun kaçınılmaz sonucu olarak yoksulluk artmış, gelir ve servet daha adil olmayan bir biçimde dağılmaya başlamıştır. Ortaya çıkan görüntü, 1980 yılından beri uygulanan neoliberal politikaların iflas ettiğini göstermesi yanında; el parasına ve inşaata dayalı bir an önce köşeyi dönme politikalarının iflas ettiğini ve devirlerinin bittiğini göstermektedir!
[i] Araştırmanın sağladığı bilgilerle;
-Ülkede gelir ne kadar eşit dağılıyor ve önceki yıllara göre ne tür değişiklikler gösteriyor?
-Ne kadar yoksul insan bulunuyor ve bunun bölgesel dağılımı nedir? Bunun önceki yıllara göre durumu nedir?
-Kimler yoksul? Zaman itibariyle bir değişiklik söz konusu mu?
-Yoksul ve zenginler arasındaki bu farklılık zamanla nasıl bir değişim gösteriyor?
-Kişisel gelirler nasıl bir değişim veya geçiş gösteriyor? Bu değişimin yönü karakteristiklere ve koşullara bağlı olarak nasıl değişiyor, azalıyor mu, artıyor mu?
-Kimler sosyal dışlanma sorunu ve sürekli yoksulluk riski ile karşı karşıya?
-Maddi yoksunluğun Türkiye’deki boyutu nedir?
-İnsanlar hangi koşullarda yaşamaktadırlar?
sorularına yanıt aranmaktadır (TÜİK)