Bu yıl 1 Mayıs’ta neler öğrendim…

Bu 1 Mayıs mitingi ne yazık ki heyecan düzeyi düşük bir miting oldu. Nedenleri üzerinde herhalde durmak gerekir.

Çok şey öğrendiğim kesin de bu yazıda yalnızca öne çıkanları paylaşmak istiyorum. İstanbul’u yalnızca fotoğraflardan ve açıklamalardan izlediğim için orası ile ilgili ahkâm kesme şansım yok, ama Ankara Tandoğan’daki 1 Mayıs mitingine katıldım. İzledim, dinledim, ne kadarını görebildimse övgüleri bir yana bırakarak eleştirel bir yazıya niyetleniyorum tasarlıyorum şimdi. Kuşkusuz bu eleştiri ve değerlendirmeler kişisel gözlemlere dayanıyor: Yanlış eksik bulunursa, görmediğim göremediğim olumlu yönler gösterilirse bundan yalnızca mutluluk duyacağım.

Tandoğan meydanı tümüyle dolmuş muydu emin değilim, töreni yönetenler 10 Aralık mitinginden sonra ikinci yığınsal mitingin gerçekleştirildiğini, alanın tümüyle dolduğunu söylediler. Öyleyse bunu temel alalım. Demek ki miting kalabalıktı. Ama şunu da söylemeden geçemeyeceğim, orada görmeyi umduğum pek çok arkadaşım orada değildiler. Öyleyse kendi gözlemlerimden yola çıkayım, yanılmayı göze alarak ve umarak daha geniş bir katılım sağlanabilirdi diyeyim.

***

Mitinge kendi bayrakları flamaları ile katılan çok sayıda, ne kadar olduğunu gerçekten bilmiyorum, ilk defa gördüğüm gruplar vardı çünkü, parti, hareket, demokratik kitle ve meslek örgütünün ne yazık ve anlaşılan o ki üyelerini ya da yandaşlarını mitinge katılmaya ikna edememişlerdi. Eski mitinglerden hatırlıyorum, bir grup alana girdiğinde girişin ne kadar süreceğini bilemezdik. Çünkü sonu gelmezdi. Özellikle de sendika ve gençlik örgütleri kortejlerinin alana girişleri öyle birkaç dakikada bitmezdi. Partiler de ne yazık ki sınırlı sayıda üye ya da yandaşla mitingde varlıklarını duyurmak istediler. Ama sonuçta güçleri konusunda hayal kırıklığı yarattıklarını söylesek abartmış olmayız diye düşünüyorum. Bu arada mitinge çok sayıda yurttaşın herhangi bir örgüt bayrağı altında değil kendileri olarak katıldıklarını da gördüm. Olumlu olan ise bu yıl 1 Mayıs toplantı ve mitinglerinin ülke çapında sınırlı da olsa yaygınlaşması oldu. Ama büyük kentlerin dışındaki kent ve ilçelerdeki toplantılar da gelen izlenimlere bakılırsa aynı sıkıntılarla karşılaşmıştı.

***

Kuşkusuz öznel ama kendimce önemli bulduğum bir konuya daha değinmek istiyorum. Bu 1 Mayıs mitingi ne yazık ki heyecan düzeyi düşük bir miting oldu. Nedenleri üzerinde herhalde durmak gerekir. Belki ihmal edilmemesi gereken bir öge, iki yılı aşkın bir süre insanları evlerine kapatmış, sosyal yaşamdan uzak tutmuş, toplumsal bir yılgınlığa sürüklemiş pandemiden sonra ilk miting olmasının payı vardır; ama bu durum sanıyorum heyecansızlığı açıklamaya yetmeyecektir. Kuşkusuz artan baskının yarattığı korkunun payı da önemlidir. Korkunun bireyleri etkilemediğini düşünmek doğru olmaz, ama kitlesel mitingeler korkuyu yener, partilere düşen ise bireyleri kitleye katılmaya ikna etmek, çok sevdiğim sloganla “kurtuluş yok tek başına ya hep beraber ya hiçbirimiz” mottosuna güven duymalarını sağlamaktır.

***

Yine de bu soruya ya da soruna daha yakından bakmak ve solun kitleselleşme sorunu ile ilişkisini araştırmakta yarar vardır diye düşünüyorum. Daha önce de üzerinde durma fırsatı bulmuştum; kitleler bireylerden oluşur ve her bireyin sıkıntısı da korkusu da özel ve özgündür. Bu özgün sıkıntıları, korkuları yenmenin tek yolu bireylerin birlikteliği, bir arada olması, sorunları önerileri birlikte tartışmasıdır. Bu nedenle kitlesel toplantılar, buluşmalar, şenlikler, grevler, direnişler önemlidir. Bireyin sıkıntılara boyun eğmesi ne kadar doğalsa bir araya gelindiğinde cesarete ve çözüm arayışlarına yönelmesi de o kadar doğaldır. Ama acaba siyasal partilerin üyeleri militanları da bu sıkıntılara yenik mi düştüler ya da düşüyorlar.

Doğru olmamasını dilediğim bir diğer durum da yapılanın edilenin, eylemin işe yaramayacağı duygusunun, yılgınlığın, “boşuna mı uğraşıyoruz” sıkıntısının parti üyelerinden başlayarak yaygınlaşması olabilir. Böyle durumlarda partiler, üyeleri, yandaşları kitleyle zaten cılız olan bağlarını koparır, teorinin kitlelerden kopuk dünyasında, “iğnenin sivri ucuna kaç meleğin sığabileceği” türünden tartışmalarda kurtuluş ararlar. O zaman da miting meydanları boşalır, heyecan söner, teslimiyetçi konformizm ağır basmaya başlar.

***

Sonuç olarak bir noktaya daha değinelim. Tandoğan mitingine katılan partilerin, sendikaların, kitle ve meslek örgütlerinin, farklı siyasi grupların sloganları ortaktı. O zaman yanıtsız sorumuzu yineleyelim: Sloganlar programların en genel özetidir; öyleyse bu partiler, hareketler, tek bir örgütte birleşmek gibi gerçeklikle bağdaşmayan önerileri bir yana bırakalım, neden ortak bir siyasi hareket yaratamıyorlar? Neden kitleleri politize edecek bir siyasi harekette birleşemiyorlar? Bu üstesinden gelinebilecek sorunun yolu tıkayan birkaç yanıtı var. Birincisi, zihinlerde saklı, yukarıda değindiğim umutsuzluktur. İkincisi, teorik tartışmaların, her geçen gün teoriden de uzaklaşan skolastik tartışmalara, tartışmaların da örgütsel kemikleşmeye ve yeni yeni bölünmelere neden olmasıdır. Her ikisi de konformizme yol açar.

Ve kimi zaman konformizm tuhaf ama kahramanlık gibi görünebilir.