Bu da mı gol değil?

"Beklenti" denen şey, kişinin "sandığı" ve / veya "umduğu" şeylerin gerçeklikle savaşıdır belki. Kimine göre hayal kırıklığının öncü kuvvetidir, çünkü beklentiye girmek karşınızdaki kişiye / olguya / duruma anlam, dahası sorumluluk yüklemektir, oysa hiç kimse  başkasının beklentileri için yaşamaz hayatını. Şeyleri ya da  kişileri kendileri olmaları bakımından değerlendiremeyip başka benliklerin karşısındaki duruşlarıyla ölçüp tartmamız yüzünden beklentilerimiz büyür, bu başka benlikler var olmuş, var olan ya da var olma ihtimaline yürekten inandığımız herhangi birileri / bir şeyler olabilir. Nihayetinde bireydeki mutsuzluğun başlıca nedeni olarak kabul edilebilir.

Fakat bir şeyler beklememek, beklenti içerisinde olmamak da eylemsizliği getirir. Beklemeden, umut etmeden olur mu hiç? İç huzuru garantilemek ve an'ı yaşayıp gerisini düşünmemek için atıl mı kalınır? Beklentiler küçüldükçe yaşam isteği azalır, sadeleştikçe karmaşa çoğalır, ne istediğini bilmez bir halde her esen rüzgarla sallanan, kırılmaya hazır bir dal gibi yaşanır. Büyük hayal kırıklıkları yaşamış insanlar beklentilerini sıfıra indirgemeye, umut etmemeye çalışır ve birileri çıkıp bu kişileri hayatın her şeye rağmen yaşanılır ve paylaşılır bir şey olduğuna inandıramazsa elde kalan tek şey yalnızlık olur.

Norveçli yazar Jon Fosse "Üçleme" adlı kitabında Alida ile Asle'nin beklentilerini, çaresizliklerini, mücadelelerini anlatır. Birbirlerine duydukları şeyin aşk olup olmadığını bilmeden yola düşerler. Gitmek zorundadırlar, çünkü kaldıkları yerde onları kimse istememektedir. Gittikleri yer kaldıkları yerden farklı olur mu? Bunu zaman ve dalgalar gösterecektir. Çiftin evsiz, uykusuz, korunaksız bir biçimde kendilerine ve doğacak çocuklarına bir hayat kurmaya çalışmaları tarihsel, kültürel göndermeleri olan modern bir adaletsizlik ve direniş hikayesidir. Uyanıklık - Olav'ın Hayalleri - Gece Yorgunu adlı üç bölümden oluşan anlatıdaki tekrarlayan cümleler, ani zaman atlamaları, yazarın nokta işaretini kullanmaması yalnız öykünün değil hayatın da sürüp gittiğini vurgular, "bu yüzden keman çalınmalıydı, o keman çalmalıydı." cümlesiyle birlikte hüzne değen umut bir yolunu bulup parıldar.

Vietnam'da doğan, 70'lerin sonundaki mülteci akınıyla Kanada'ya yerleşen Kim Thúy, "Dünyayı Pişiren Kadın - Man" adlı romanında kendini bir yere ait hissetmediği için birine de ait hissedemeyen, bin bir güçlükle hayata tutunan ve mutlu olmak için ayak direyen Man'ın öyküsünü aktarır. İsminin anlamı, dünyaya geliş öyküsüyle birlikte düşünüldüğünde tuhaf bir ironi yaratan Man (Vietnamcada “tüm arzuları gerçekleşmiş” demektir); üç anneye sahiptir: İlki, savaş zamanı onu bir tarlada doğurup bırakan genç bir kız, ikincisi onu bamya tarlasında bulup daha sonra yeniden terk eden bir rahibe, sonuncuysa hayatta kalmak için bir casusa dönüşen ve kızını Montreal’de yaşayan, Vietnamlı, zengin bir aşçıyla evlendiren Maman. Man; ruhsuz, enerjisiz, sinik kocasının restoranında saatlerce yemek yapıp mutsuzluğuna  ve kederine rağmen yemekleri çeşnilendirir, her yemeği daha da anlamlı hale getirir, gerçek aşkla tanıştığında "gidememek - kalamamak" ikilemini yaşasa da, "Hiçbir beklentimiz olmadığında zaman sonsuzdur." dese de, beklentilerini farkına varmadan yeşertir.

Evet, beklentileri fazla büyütmek düş kırıklığına davetiyedir, sonunda "Bu da mı gol değil?" diyerek isyan etmektir. Fakat hayata devam edebilmek için bir durak işlevi görmüyorsa beklentileri azaltarak yaşamaya kasmak, mutsuz olmamak için mutlu olmamaya çalışmak kolaya kaçmaktan ibarettir. "Ne de mutluydum!" dememek için mutlu olacağınızı bildiğiniz bir durumdan kaçınmanın anlamı nedir? Bu şekilde hayatı koruma altına almak ya da umursamamak başta cazip gelse de, kaçırılan fırsatların hayali gelecekte içinizi acıtmaya devam edecektir.

 

Künye:

- Üçleme, Jon Fosse, Çev: Banu Gürsaler Syvertsen, Monokl Kitap, 2021.

- Duygularını Pişiren Kadın - Man, Kim Thúy, Çev: Özlem Altun, Kafka Kitap, 2021.