Biyometrik…

Büyüksün Türkiye, büyük, kocaman… ama biyometrik bir fotoğrafın gerek yine de bize. Yurtdışına, şengenli mengenli bir yerlere gideceğiz de…

Vesikalı(k) yarimizsin Türkiye… ama biyometrik olsun yine de. Öbürü nedense geçmiyor artık bu âlemde. Biyometrik yarim olup çıkar mısın benimle yurtdışında bir yerlere?

Hazır yurtdışı işleri ile ilişkilerini, istratecik bakımdan ve son derece derinlerden karıştırıp içine etme işlerinden sorumlu mümtaz bir şahıs da ulaştığı yüksek düzeyde başarıların ardından başbakanlık koltuğuna oturmuşken… hadi be Türkiye, hep beraber el ele…

*

Sevgili şair ağabeyim Kemal Özer’le Altunizade sırtlarında bir yerlerde kuyruğa girmiştim yıllar önce. Elçiliğin kendi mekanı değil de, malum “terör tehdidi” falan olduğu için birilerine “outsource” edilmiş bu vize işleri, İngiliz vize ofisi mi ne, öyle bir yerdeyiz işte.

Bahçelievler’den kalkıp geliyordu bu pek de bilmediği diyarlara Kemal Ağabey, ben de Kadıköy’den yola çıkıp desteğe, yarenlik etmeye gitmiştim yanına. (Yancı da diyorlar galiba.) Elimde Attila Jozsef çevirileriyle. (Jozsef varsa yancılıktan sayılmıyordur belki de).

Her neyse, Kemal Ağabey’in eşi Georgina da Galler bölgesinden olduğu için İngiliz ellerine bir aile ziyareti gerçekleştirilecekti, bunun için de “basit” bir vizeye gerek vardı işte. İstenen belgeler mümkün olduğunca titizlikle hazırlanmış, sıraya konmuş, yeni fotoğrafa çektirilmiş, bir eksik varsa da “eş statüsü”nden nasıl olsa atlatırız havalarında beklemekteydik. Tabii beklerken daldan dala sohbeti, şiirlere göz gezdirmeyi ve belgeleri yeniden ve yeniden sıraya dizmeyi de ihmal etmemekteydik. 

Ve o büyük an geldi çattı bir noktada. Kemal ağabey, bastonuna da yaslanıp görevlinin karşısındaki yerini aldı. Birkaç dakika sonra da kıpkırmızı bir suratla geri geldi. Çektirmek için o kadar uğraştığı fotoğrafı kabul edilmemişti. Elde baston, ağızda sadece benim işitebileceğim bir küfür, mahcup, kızgın, öfkeli… koskoca şair bir elçilik memuru tarafından, gayet biyometrik ve de milimetrik bir biçimde reddedilmişti. Çok büyükmüş yüzünün ölçüleri, standartların üzerindeymiş, hemen yakında bir biyometrikçi varmış, gidip orada yeni fotoğraf çektirip gelmeliymiş.

Şiirde ve eleştiride o milimetrik inceliği, saflığı ve duruluğu yakalamış amma velakin kelle fotoğrafında yeterince biyometrik bulunmamış bir şair...

Haydi şimdi – küfür hazinesinden bu gibi durumlarda nasılsa ortaya çıkabilen yeni sözcüklerle – en yakındaki biyometrikçiye. Hiç Bahçelievler biyometrikçisinin biyometriğiyle, Altunizade konsolosluk dibi biyometrikçisinin biyometriği bir olur mu? Olmaz tabii. Eski biyometrikler ve paracıklar çöpe, yeni paracıklar verilecek konsolos yanı biyometrikçisine. (Komisyon da alıyor mudur konsolosluk görevlileri acaba bir şekilde?!)

Üç buçuk santimetrelik eni, dört buçuk santimetrelik boyu ve işbu dört buçuk santimetrelik boy içinde kellenin boyu üç santimetre olacak şekilde hazırlanmalı biyometrik Türkiye. Üç santimlik kelle boyu denen kısım, alt çene hizasından başlayıp yukarıda saçın tepesine uzanan “saf kelle”... Yüzünde de böyle açık, apak, ablak bir ifade olacak iyice…

Hadi gülümse.

Yok, çok gülümseme. (Kadınsan kahkaha yassah zaten). Bu gülümseme işini vesikalıkta yapabilirsin de, burada alenen bir tehlike. Dalga mı geçiyorsun sen, koskoca ABD’yle, Avrupa ülkeleriyle, şengenle, mengenle? (Şengen denince aklına “yengen” gelmeyen var mıdır acaba bu ülkede?)

Hadi, küçümse, küçümse, küçümse…

Koskocaman bir küçümsenmişlik ve aşağılanmışlık kalsın elinde. Koskocaman bir ülke bu; böyyük ve de yeni Türkiye.

*

Sonradan başka elçilik, konsolosluk ziyaretlerinde benim de başıma geldi. Mecidiyeköy biyometrikçisine çektirdiğim fotoyu Nişantaşı’ndaki Çek konsolosluğu görevlisi beğenmemiş, milimetrik hesapları değil de kağıdın kalitesini tutmamış, konsolosluk dibi biyometrikçisine göndermişti mesela beni. Her elçiliğin, konsolosluğun yanında vardır bir fotoğrafçı, o konsolosluğun biyometriğini en iyi o bilir haliyle.

Beher biyometrik başına 6 ay süreli geçerlilik nedeniyle, sık gidiyorsanız dışarıda bir yerlere, sık çektirip değiştirmeniz gerekiyor biyometriğinizi ayrıca. Bu biyometrik arkadaşlarımızın neden sadece altı ay süreyle geçerli olduklarını sorgulamanın ise alemi yok; yüzünüz köfteye dönüşebilir tabii ki arada geçen o uzuuuuuuun sürede. Ayrıca en az 4 adet çektirilen biyometriklerden 2’si ilgili konsolosluk tarafından kullanıldıktan sonra elinizde kalan 2 adet “eski biyometriğiniz” ne işinize yarayacak diye de çok düşünmemelisiniz.

Yeni vize peşinde, “ne anlayacaklar sanki” diye elde kalan eski biyometriklerden birini verirseniz ilgili kişiye, eski vizeleriniz üzerindeki eski biyometrikler sayesinde, yeniymiş gibi vermeye çalıştığınız eski biyometriğinizin, gerçekten eski bir biyometrik olduğunu, hiç de zorlanmadan çakozlayabiliyor bu çakallar! (Ve bizi böyle manasız cümleler kurmak zorunda bırakıyorlar.) Sonra hooop yine konsolosluk yanı biyometrikçisine yolculuk… Hemi de “yakalanmış” olmanın utancıyla!

Her neyse, bütün belgeler tek tek kontrol edilirken, en hassas olunan noktanın biyometrik fotoğraf olduğunu unutmayın siz de. Tamam, tam tekmil vukuatlı nüfus kayıt örneği, SGK işe giriş belgesi ve hizmet dökümü, mali durum evrakları, otel ve uçak rezervasyonları, sigortalar, oraya buraya haybeye verilen avrolar falan filan da gayet hoş şeyler ama biyometrik fotonun gönlümüzdeki yeri bambaşka. (Buradaki “biyo”muz, herhalde biyolojiyle değil de, bio [bayo] biyografiyle ilgili bir metri olabilir sanki.)

Bu defa geçecek mi acaba, bu defa tutacak mı?.. Zafer yahut hayal kırıklığı!

Her şey Şengen için sonuçta... Onca belge arasında her defasında en büyük sıkıntı orada. Cetvelle ölçünce tutuyor da, ulu konsolosluk görevlileri huzurunda da bu defa ölçüler tutacak mı acaba?

Kâbusumuzsun biyometrik foto, anla!

“İşte Büyük Türkiye’nin fotoğrafı bu” diyip duruyorlar ya. Budur aslında.

Üç buçuk santimetrelik eni, dört buçuk santimetrelik boyu ve işbu dört buçuk santimetrelik boy içinde kellenin boyu üç santimetre olacak şekilde – sırıtmayın bir de – biyometrik Türkiye...