Bir yıldızdan düştük hepimiz belki de...
İlk romanı 1920'de henüz 16 yaşındayken yayımlanan ve "Fosforlu Cevriye"de "bir yıldızdan düştüğünü hayal eden" bir kahraman yaratan Derviş'i sizler de hatırlayın istiyorum.
Koşmak benim için büyük bir zevk. Ayaklarım yerden kesildiğinde, bir an bile olsa gökyüzüne daha yakın olduğumu hissettiğimde dünyalar benim oluyor. Koşmak; geride bıraktığım tüm sorumluluklara müstehzi bir tebessümle selam göndermek gibi bir şey. Koşmak farklı, çünkü kendimi çok daha fazla özgür hissediyorum. Rüzgâra karşı da olsam çok daha derin nefes alabiliyorum. O kocaman koşu bantlarının üstüne çıkıp hamster gibi dönenmekten söz etmiyorum, açık havada, ciğerleri doldura doldura yol almak bambaşka bir şey.
1919'da, devrimci Rosa Luxemburg Berlin'de katledildiğinde katiller onu dipçik darbeleriyle öldürüp bir kanalın sularına atmışlardı. "O esnada ayakkabısının teki yere düşmüştü. Bir el ayakkabıyı çamurun içinden aldı. Rosa ne özgürlük adına adaletin ne de adalet adına özgürlüğün feda edildiği bir dünya istiyordu. Bir el her gün, tıpkı o tek ayakkabıya yaptığı gibi, bu bayrağı da çamurun içinden çıkarıyor." (Kadınlar, E. Galeano, Çev: S. Doğru, Sel Yayınları, 2016, s.65) Bugün koşarken Rosa'yı ve çamurun içinden o tek ayakkabıyı alan kadını düşündüm, akşam hangi yemeği pişireceğimi değil. Sonra da Türkiye'nin en önemli ve üretken kadın romancılarından Suat Derviş'i anımsadım. Birinin karısı olarak yad edilmeye hiddetlenen ve yazarak kadın sesini yükselten Suat Derviş gibi sessizliğimi çığlığa dönüştürmenin yolunu düşünmeliydim, evde ütülenmeyi bekleyen çamaşırları değil.
Bunları düşünürken yuvarlanıp düşmekten son anda kurtuldum, yavru kedilerin patileri arasında kayboldum, spor yapan kadınları seyre daldım, kuşların cıvıltılarını şarkılara ulayıp temiz havayı soludum, ritmi bozulmaya başlayan ayaklarımı gördüğümde iyi bir dansçı olmadığıma hayıflandım. Durdum, şimdi durduğum yerdeyim. İlk romanı 1920'de henüz 16 yaşındayken yayımlanan ve "Fosforlu Cevriye"de "bir yıldızdan düştüğünü hayal eden" bir kahraman yaratan Derviş'i sizler de hatırlayın istiyorum.
Bin dokuz yüz kırklı yılların yazın dünyasını düşündüğümüzde Sabahattin Ali, Nâzım Hikmet, Ahmet Hamdi Tanpınar, Attila İlhan, Orhan Kemal bir çırpıda aklımıza geliverir. Ancak bunca mühim ve yetkin ismin arasında olmasına rağmen Yeni Edebiyat Dergisi’nin kurucusu Suat Derviş hatırlanmaz bile. Evet, hatırlanmaz; çünkü Suat Derviş kadındır. Dahası kaleminin gücüne inanan, hayatının sonuna dek faşizmin karşısında duran, üreten, öncü olan, güçlü bir kadındır. Nâzım'a “Ağlasa da gizliyor gözlerinin yaşını; / Bir kere eğemedim bu kadının başını” dizelerini yazdıracak kadar güçlü bir kadındır hem de.
Suat Derviş, ülkemizin öncü kadın gazetecilerinden ve dönemin en üretken yazarlarındandır. Otuza yakın roman, çokça öykü, makale, eleştiri, piyes yazıp çeviriler yayımlamıştır. Eserleri yabancı dillere çevrilen ilk Türk yazarları arasındadır ve Fransızcaya çevrilen ilk Türkçe roman olan Ankara Mahpusu’nun da yazarıdır. İlk basın sendikasının kurucularından ve ilk başkanıdır. Devrimci Kadınlar Birliği'nin de kurucusudur. Baskıcı, faşizan erke karşı kadın hakları alanında mücadele etmiş bir aktivisttir.
Koşmak, her adımda biraz daha özgürleşmek; zincirlerimize, prangalarımıza inat o adımı hep daha ileriye atabilmektir. Koşmak savaşmaktır; kimi zaman zihnimizi bulandıran düşünce akışına bir set çekmek, kimi zaman da düşüncelerimizi biçimlendirebilmek için verdiğimiz bir uğraştır. Ama öyle ama böyle, koşanlar savaşçıdır, yakan güneşin altında attıkları her bir adım içsel bir savaşın, bir isyanın eseridir nihayetinde. Durup kendini dinlediğinde ise Rosa'nın ayakkabısını çamurdan çıkaran el yahut aşık / mücadeleci / emekçi / üretken yazar Suat Derviş'in yüreği olmaktır mesele. Bir yıldızdan düştük hepimiz belki de...