1860’tan 1914’e kadar Amerika Birleşik Devletleri küçük, genç, tarımla uğraşan eski bir sömürgeden koca, modern bir sanayi toplumuna dönüştü. 1860’ta borçlu bir ulusken 1914’e gelindiğinde dünyanın en zengin devleti oldu, 1860’ta 31 milyon olan nüfusu 1900’lerin başında 76 milyona çıktı. Birinci Dünya Savaşı başladığında da Amerika Birleşik Devletleri dünyadaki büyük güçlerden biri haline geldi. Büyük Buhran'ı takip eden dönemde ise insanlar topyekun açlığa sürüklendi; sebze ve meyve yetiştirip satarak hatta takas ederek yaşamaya çalıştılar. İnsanlar maddi varlıklarıyla birlikte sosyal konumlarını ve ruh sağlıklarını da kaybettiler. Bunalımın etkileri insan yerine konulmayan tarım işçileri üzerinde çok daha belirgin hale geldi.
1890'lardan itibaren, Amerikan edebiyatı içinde toplumsal bir başkaldırı yaşanmaya başlandı ve bu, sonunda Stephen Crane ve Theodore Dreiser’in doğacılığında ve “haksızlığın peşine düşen” yazarların net mesajlarında su üstüne çıktı. Sosyal konulara yönelen sonraki yazarlar arasında John Steinbeck, gerçekçiliği topraktan ve hayattan umudunu kesmemek için uğraşan çiftçilerdeki minimal romantizmle birleştirdi. Kurguları bu tip umutlu ve erdemli insanların kırılganlığını gösterdi, romanlarındaki karakterler kıtlık etkisiyle yersiz yurtsuz kalan, politik huzursuzluk ve ekonomik kriz dönemlerinde ilk etkilenen insanlardı.
Steinbeck, ilk kez 1936'da basılan kitabı "Bitmeyen Kavga"da buhran yıllarında ABD'nin Torgas Vadisi'ndeki bahçelerde elma toplayıcılığıyla yaşamlarını sürdürmeye çalışan mevsimlik işçilerin uğradıkları haksızlıkları ve sosyal eşitsizliği, sermaye ile emeğin kavgasını resmeder. Bitmeyen yoksulluk ve adaletsizlik mücadelesinde haklarını aramak ve işçileri bir araya getirmek için çabalayan Mac, Jim, Dick ve Doktor Burton'ın özgün dünyaları ve pratiğe döktükleri eylemleri sayesinde "toplumcu gerçekçi" edebiyat anlayışını yakalar. Yazar, beklenen güzel günlere duyulan inancı, bunun için verilen mücadeleleri, işçilerin ve işçi önderlerinin patronlarla olan kavgalarını, yandaşların acımasızlığını apaçık biçimde ortaya koyar. Sermayenin karanlık ve vahşi yüzünü göstererek okuru karamsarlığa sürükler gibi görünse de sıklıkla vurguladığı yegane şey tükenmemesi gereken umuttur.
Ezcümle farklı söylemlerle şişirilen özgürlükler ülkesi Amerika; Amerikan işçi sınıfının sömürüsü üzerine kuruldu. Amerikan ekonomisi her sarsıldığında fatura hep emekçi sınıfına kesildi. Bugün bile emekçilerin yaşamları kredi borçlarıyla, borsa tahvilleriyle ipotek altına alınmış durumda. Kapitalizmin vahşiliği ve acımasızlığı kırbacını vurmaya devam ediyor. "Bitmeyen Kavga"nın yayımlandığı zamandan bugüne çok zaman geçti, ancak görüyoruz ki sistem özellikle kriz dönemlerinde daha baskın bir biçimde ve evrensel olarak olumsuzluklar yaşatmaya devam ediyor. Özel bankalara tarlalarını ipotek ettirmek zorunda kalan çiftçilerimizi, mayıs ayı gelmeden okulu terk edip aile bütçesine katkıda bulunmak durumunda olan çocuk işçilerimizi, insanlık dışı şartlarda çalışan mevsimlik işçilerimizi gördükçe adaletsizliğin ve insanlığın ekmek kavgasının bitmediğini anlıyoruz.
Dün, 1 Mayıs'tı. Emek, dayanışma, özgürlük, mücadele kelimelerini duvarlara, pankartlara, kalplere ve fikirlere kazıdığımız; karanfilleri elden ele taşıdığımız gündü. Savaşları, açlıkları, yoksullukları, cinayetleri, adaletsizliği, eşitsizliği bitirmek için direndiğimiz; direnirken yitirdiklerimizden ötürü durmadan kederlendiğimiz gündü. Ama biz her gün mücadelenin insanlığın tek kurtuluş yolu olduğunu haykıracağız, zira "Bir mikrop var, bizi kemirdikçe kemiren bir mikrop: Sermaye. O iliklerimize kadar sinerek bizi öldürmeden önce biz onu kaldırıp atacağız."
Künye: Bitmeyen Kavga, John Steinbeck, Çev. Gün Zileli, Sel Yayıncılık, 2016.