'Bir kadının yüzüyle bir kitabın kapağı neden bu kadar benzer birbirine?'
Ve soracağız kendimize "Neden?" diye. Ah! Sahi söylesenize: "Bir kadının yüzüyle bir kitabın kapağı neden bu kadar benzer birbirine?"
Yalnızlığı seven insan, yalnız kalmaya fırsatı olmadığı için yalnızlığı sever. Çocuk, ev, iş, gündelik yaşam arasında sıkıştığından elbette bir süre bir başınalığı arzular lakin fazlası zarardır. Kendine yettiğini düşünse de bu doğru değildir. Çünkü her şeye rağmen hayat güzeldir ve hayat başkasıyla / başkalarıyla paylaşıldığında anlamlı hale gelir. Yalnız olmayı samimiyetle arzulamak ve yalnız kalmaktan delicesine korkmak arasındaki çizgide salınsa da insan aslında yalnız olmayı sevmez, çünkü "Çiçeğin açmak için nasıl güneşe ihtiyacı varsa, insanın da gelişmek için başka insanların sıcaklığına ihtiyacı vardır." Ve "Bizi dinleyecek kimse olmadığı için yazarız."* Hatta konuşacak kimse bulamadığımızda çok okuruz, okurken yazarla, kahramanlarıyla bolca laflarız.
Bilirsiniz öykü; evrenselden beslenerek bulunduğu coğrafyanın diliyle hayatın akışı, anlamı ve ritmi üzerine deneyim aktarır, gerçekliği sorgulatır. Öykü; varoluşsal serüvenimizdeki dönüm noktalarını ve fay hatlarını belirleyerek tüm bunlara dair sorular sorar. Bu sorularla yaşamın gizemli perdesini aralar ve yeni bir dil inşa ederek yeni bir gerçeklikle ortaya çıkar. İyi öyküler, geçmişin birikimlerini an'la ve gelecekle birleştirmeyi ve yeni bir ses & biçemle hayata ilişkin bir tavır sergilemeyi becerebilenlerdir. Faruk Turinay'ın "Dipsiz Göl" adlı kitabındaki öyküler gibi sesiyle, edasıyla, biçemiyle, sorularıyla okuru mest edenlerdir.
Turinay, ikinci öykü kitabı "Dipsiz Göl"de mühim bir sorunun yanıtını arıyor ve aratıyor bizlere: "Neden?" Klasik metinlerle konuşan, onlarla birlikte ve onlardan ayrı dört nala koşan özgün metinler ve (yalnızlıktan olsa gerek) daha çok kendi kendine konuşan kahramanlar vasıtasıyla farklı alanlarda ve açılarda bu soruyu durmadan yineliyor. Bir engizisyoncunun güncesindeki biçarelik Don Quijote’nin sahte ikinci cildinin gerçek yazarına, “göklerden” düşen bir mektup ise bir Ulysses eleştirisine ses veriyor. Sorgulayan, soran, yanıt arayan, tartışan, hicveden ve yeni bir ses & biçem çabasından usanmayan Turinay; anlatmak ve sormak istediğine öylesine odaklanmış ki okurken sözcükler canlanıp soluk alıyor.
Faruk Turinay
Öykünün başarısı, ilk ve son cümle arasındaki yakınlıkla da ilişkilidir ve iki cümle arasındaki boşluğun nasıl doldurulduğu yine öykünün biçemi ve sesiyle ilintilidir. Turinay'ın kendi hakikatini kuran öyküleri anlamı doğrulayıp tümleyerek derinliği de kuruyor; böylece öyküler okunup bittiğinde bile okurun zihninde devam ediyor. Yazar, Poe ve / veya Joycevari bir tutum takınıp okurun edilgen değil etken olmasını sağlayacak bir öykü anlatıcılığı sergiliyor. Doğrudan görünenin ötesindeki eklektik anlamlar öykülerin özgünlüklerini ortaya koyarken karakterler de insanın değişmez yazgısı olan yalnızlığı gözler önüne seriyor. Öykülerin içtenliğini de yazarın mesaj verme kaygısına kapılmadan sorularını okurun yorumlama ve anlamlandırma gücüne teslim etmesinden anlıyoruz.
Dahası "Şu dünyada anlatmak ne işe yarar, diye düşündüm; şimdiye kadar ne zaman bir işe yaramış ki anlatmak? (...) Yarın yeniden gün doğacak. İnsanlar okula, hapishaneye, kiliseye, hastaneye, kerhaneye, meyhaneye, iskeleye, berbere, çarşı pazara gidecek; bir gün önce yaptıkları pek çok kötülüğü, iyiliği ve ikisi arasında kalan şeyleri sanki ilk kez yapıyorlarmış gibi yine yapacak; akşam yataklarına uzandıklarında, kolay ya da zor, fakat her halükârda uykuya dalacaklar. Ben de. Anlatmak neye yarar ki?" diyen engizisyoncu gibi zaman zaman usanıp söylensek de anlatmaktan vazgeçemeyeceğimizi hatırlıyor; "Bir kadının yüzüyle bir kitabın kapağı neden bu kadar benzer birbirine?" diye soran Alonso'nun anlatımına ulanan "Hay Allah müstahakını versin!" cümlesini okuyunca gülümsüyoruz.
Ah! Fırsatları, an'ları, insanları sayısız sanıp kendimizi hep günün birinde karşılaşmayı umduğumuz birine / birilerine / bir şeylere ertelerken, doğru ( ki bunu kim bilebilir gerçekte?) zamanda karşımıza çıkmadığını düşündüğümüz insan(lar)ı ve olguları bir gün geri dönüp deliler gibi arayacağımızı hesaba katmıyoruz. Hayat çoğu zaman cömert davranmaz, unutuyoruz. Hoyratça kullandığımız arkadaşlıkların, yıprattığımız dostlukların, savurganca harcadığımız sevgilerin, okumayı ertelediğimiz kitapların, dinlemeye zaman bulamadığımız hikâyelerin anılarıyla yapayalnız kalacağız bir gün, ama umursamıyoruz. Ve soracağız kendimize "Neden?" diye. Ah! Sahi söylesenize: "Bir kadının yüzüyle bir kitabın kapağı neden bu kadar benzer birbirine?"
*Tek Yalnız Ben Değilim, Jean - Louis Fournier, Çev: Ayşe Ece, YKY, 2021.
KÜNYE:
- Dipsiz Göl, Faruk Turinay, Everest Yayınları, 2021.