Önsözünü şu cümleyle bitiriyor yazar: “Yalnızca bir gerçekliğin görülmesini istedim, bir genelevin özel yaşam gerçekliği...”
Genel ve özel… Gerçeklik orada, çırılçıplak ortada.
Daha özeline inip baktığımızda, İsviçre’de Fransa sınırına yakın bir genelevdeki gerçekler bunlar. “Konforlu”, “lüks”, “elit”, “steril” olanlardan birinde yaşananlar. Cüzdanı kabarık Fransız üst/orta sınıf mensubu erkeglere hitap eden türden bir yer. Fransa’da fuhuş yasak olduğu için, gerek Almanya, gerekse İspanya ve İsviçre sınırları boyundaki genelevlere gidermiş Fransız errrkekleri, böyle öğrendik “Genelev”den.(*)
“Sınırdaki her ülkenin kendi özelliği vardır: İspanya çok ucuzdur (bir buluşma 20 avro, bazen daha bile az); Belçika kolay erişimi ve neşeli havasıyla bilinir (‘Lille’e yirmi dakika mesafedeyiz’); Almanya çok agresif bir satış politikası geliştirmiştir (sadakat kartı, ‘Sınırsız sayıda kızı dilediğince becer, yiyecek ve içecek dahil’ paketi); İsviçre en lüks ve çekici olandır (yüksek kalite salonlar, ‘seçkin’ kızlar, ağız sıkılığı garantili)” (s. 8)
Batı’nın “çok gelişmiş” dünyasındaki bu sınırboyu genelevlerinin kimilerinde, dünyanın dört bir yanından gelen (Asya, Afrika, Latin Amerika, Doğu Avrupa vb.) kadınlar çalışıyor iken, İsviçre sınırındakilerde ise ekseriyetle Fransa’dan gelen Mağrip kökenliler (Cezayir, Fas ve Tunuslu yoksullar) bulunuyormuş. Onu da öğrendik.
Gazeteci Sophie Bonnet, internette ayrıntılı tanıtımları da yer alan bu genelevleri araştırıp (“karşılaştırmalar”ın yer aldığı forumlara da girip) bir tanesinde uzun süreli konaklama ve yaşananları belgeleme konusunda anlaşmaya çalışırken, sadece kitaba konu olan İsviçre sınırındaki bu lüks genelevden “kabul” görmüş. Yüzlercesi arasında biri. (“Tam rakama ulaşmak imkansız: ülkede iki binden fazla genelev olmalı.” s. 8)
Bu “örnek genelev”de çalışanların isimlerini değiştirmiş, yaşananları aynen aktarmaya çalışmış Bonnet. Böylece ortaya, fahişelerin, genelev patronunun, ailesinin ve bazı müşterilerin günlük yaşamları ile konuşmalarını gözlemleyip “raporladığı”, belgesel ve kısa bir kitap çıkmış. Bonnet’nin “Genelev”i, günümüzün acı ve çırılçıplak gerçeği…
Acı ve acayip hakikaten. Kayda geçiriyor ve anlatıyor en yalın haliyle.
Kadın yazarlara, kadın sorunlarına ve feminizme odaklanan “Güldünya Yayınları”nın bu kitabı hakkında, bir erkek olarak sözün pek de bana düşmemesi lazım belki de. Bazı konularda susmamız lazım. Ama okudum, susamadım. Keskin ve acı, sarsıcı ve çırılçıplak bir gerçekliğin aktarımına denk gelince susmak kolay değil öyle.
Evet, çok acıtıcı, sarsıcı bir gerçeklik bu. Fuhuşun içine giriyorsunuz adeta! Gazeteci dinliyor, kaydediyor, her şeyi apaçık diyaloglarıyla, birer tiyatro sahnesindeymiş gibi aktarıyor! Fakat bu bir oyun değil, gerçek. Fransız ve dünya edebiyatının keskin kalemlerinden Jean Genet’nin yazdığı “Balkon” adlı ünlü tiyatro eserinden bu bakımdan ayrılıyor. “Balkon”un kurmacasında da elbette gerçeğin çok büyük bir payı var ama buradaki başka.
“Balkon”da, yargıçlar, savcılar, politikacılar, üst düzey bürokratlar vb. fantezilerini kadın bedenleri üzerinde “denemek” için bu özel mekanı ziyaret eder ve “kopuk” diyaloglar geliştirirken, burada “günde yüzlerce kez yankılanan müşteri zili”nden “sunum odası”na, “hizmet mönüsü”nden “mesai düzeni”ne farklı ve somut gerçekler var. Tiyatro eserinin kurmaca dili de burada tümüyle gerçeğe dönüşüyor.
Denebilirse, fazla gerçek! “Gül yaprağı”na, “sodomi”ye, “öpüşme”ye (“İsviçre’de, eğer öpüşmüyorsan artık tek bir salonda bile çalışamazsın” s. 34) uzanan bir keskinlikte. Özellikle fahişeler 40’lı yaşlara doğru tırmandıkça, 20 yaşlarındakilerle rekabet edebilmek için “her şeyi yapabilmeleri” gerekiyor bu alemde. Her şey sınırda. Ölümcül, yorucu, kahredici. Aşağılayıcı ve yok edici. Yine de biliyorsunuz işte, geçim derdi!
Televizyonlarda yayınlanan her röportaj, haber, reklam vb. ile birlikte, buraya “yüksek gelirler” kazanabilmek için gelen yeni bir “kız dalgası” oluşuyor. (s. 57)
“Genelevin genç fahişelerinin çoğu gibi, Vera televizyonda bir röportaj gördükten sonra gelmiştir buraya. Yüzde 99'u fahişelik yapmayı daha önceden hiç düşünmemiş olan bu kızlar genelevi birdenbire kaderlerinden, asgari ücretle geçen hayatlarından kaçmak için bir olanak gibi görmeye başlar. Düşünüp taşınır, internetten bilgi toplarlar. Her şey onlara basit, temiz ve güvenli gözükür. İsviçre trenine binerler.” (s.82)
Fransa’da kalsalar asgari ücretli bir işte sürüneceklerine, böyle bir yaşama sürüklenmelerinin mantığını basitçe anlatıyorlar da: “Bizim için asgari ücret nedir? İki günlük iş.” (s. 84)
Dünyamızdaki çaresizliğin, sömürünün ve kadın bedeni sömürüsünün en açık biçimleri var burada. Paris’te asgari ücrete talim edeceğine, bedeniyle daha çok ve kolay para kazanacağını zannedip bir cenderenin içinde sıkışıp kalmayı da anlatıyor “Genelev”. Çoğunlukla Mağrip kökenli iyi Fransızca bilen kadınlar (Fransızca bilmeyenler, “burada her şeyden önce ‘ufak sik’ demeyi öğrenir.” s. 47 ); Ukraynalı, Romen, Polonyalı arkadaşlarıyla birlikte “iyi para” vadeden bir tuzağa kapılmış durumdalar. Hemen komşu genelevde olduğu gibi bir zorlama, kadın ticareti, kimliklere el koyma, mafya, şebeke falan yok pek burada üstelik. İşin o kriminal tarafı ayrı. Bu “steril” dükkandan içeri girmemiş. Burada yapılan her şey “gönüllü”.
Yaşam zorlukları karşısında ne kadar “gönüllü” olunabilirse tabii! Rıza ve zor - Komşu genelevdekilerin karşılaştıkları “zor”la, bu lüks genelevdekilerin kendi “rızaları”yla bir tür zorunluluğun içine tıkılıp kalmaları bağıntılı değil mi?
Şiddeti farklı olsa da, her durumda kölelik değil mi? Avrupa’nın, Avrupalı erkeglerin ücretli zevk köleleri. Bir fahişenin ifadesiyle “Evde, sevgilileri/eşleriyle yapamadıklarını fahişelerin üzerinde deneyen ‘normal müşteriler’in” normal hizmetlileri!
Farklı profilleri var çalışanların haliyle: Bulgaristan kökenli eski profesyonel jimnastikçi, tedavisi devam eden bir şizofren olup “iyi” zamanlarında çalışan biri, edebiyat üstüne doktorası olan bir diğeri, okuluna devam edip sınav dönemlerinde yalnızca haftasonları gelebilen bir başkası, gayrimenkulde çalışıp ay sonlarını denkleştirmek için geleni vb. hep bir arada.
“Ortak salon”da dinlenirken, “müşteri zili” çalıyor, “sunum odası”nda sunuyorlar kendilerini ve daha çok para kazanabilmek için “seçilebilmek” tüm dertleri! Peki, birikiyor mu bari? Para biriktirip bir kurtuluş planı belirleyebiliyorlar mı? Öyle bir şey de yok pek. (“Kızların çok azı araba, daire, mobilya vs. gibi somut projeler için para biriktirir. Çoğunun gelecek projeksiyonu gelecek haftadan ibarettir.” s. 54)
Sınırlar, sınırlamalar var. Bir kez, İsviçre’de kazandıklarını Fransa’ya yasal olarak sokma konusunda büyük engeller, sınırlar var. İkincisi, bu varlığı Fransa’daki yakınlarına, ailelerine anlatma dertleri. Evet, çoğunun ailesi durumu bilmiyor. Haftada birkaç gün Paris, Lyon vb. dışında bir yerde çalıştıklarını biliyor ama genelev değil de, otel, bar, temizlik vb. başka işler zannediyor. Bir yandan da “normal” aile yaşamlarını sürdürme çabaları var yani. Bu ve benzer nedenlerle pek biriktirmiyorlar bir şey, kazandıklarını daha çok lükse harcıyorlar. En çok da çantaya. O lüks markalara. Çok yalın ve sert bir dünyada, lüks giyim markalarıyla, herkes bir çıkmazın ortasında.
İçinden çıkamamaları, bir ağa yakalanmış gibi umutsuzca devinmeleri, “kurtuluş” denen şeyi düşünmemeleri, çoğunlukla bir planları dahi olmaması, o koşullarda kazandıklarını neredeyse sadece lüks çanta ve giyim markaları ile estetik operasyonlara harcamaları kitapta sık sık çıkıyor karşınıza. İsviçre’de astronomik fiyatlara satılan Gucci, L. Vuitton, Dior, Hermes, Chanel türü markaların, Louboutin ayakkabıların ve Rolex saatlerin büyük “müşteri” kitlesi onlar. Sokakta giyim kuşamlarıyla tanınıyorlar. Astronomik telefon faturaları, kiralar, mücevherler vb. de bu harcamaların tamamlayıcısı. Lüks kıyafetler içerisinde bir tür donup kalma hali. Ümitsizliğin dibi. Bu sistemden tiksinmemizin de.
Ve aptal erkeklik halleri de anlatılıyor tabii: “Yakışıklı olduğu için fiyat indirimi bekleyenler”, “kendilerini seks canavarı zannedenler”, “rol yapma ve tiksinti üzerine kurulu bir dünyada kadınların zevk alabileceğini düşününler”, “genelevi terk etmesini ve dolayısıyla hayatını kendisinin yönetmesini isteyenler”, “insanı psikologluğa yahut sosyal hizmet görevliliğine itenler”, “sürekli öpülmeyi isteyenler” (“Öpülmeyi isteyenlerin sayısı git gide artıyor, önceden böyle bir şey yoktu.” s. 87); “burun fetişisti olup burnunun karıştırılmasını isteyenler” vb. vb.
Genelevin işletmecisi/patronu da başka bir alem. Bir yanda kocası ve çocuğuyla sürdürdüğü bir hayat, bir yandan kocasıyla da birlikte sürdürdüğü patronluk hali, bir yandan da eskiden kalma “takıntıları”yla devam ettirdiği fahişeliği! Övülmeyi seviyor kendisi: “ ‘Ah, Madam Wanda, herkes onu tanır, dünyanın en iyi fahişesidir.’ Bununla kasılır, neredeyse sevinçten ağlayacak duruma gelir. Bu pohpohlamalar karşısında savunmasızdır. Zihninde muzaffer bir kariyerin inancı belirir, İsviçre’nin en iyi fahişesi. Ortak bellekten silinmesi imkansız bir ün. Unutulmaz Madam Wanda.” (s. 43)
Patronun sorumlulukları da çok fazla tabii: Mesai düzenlerinin (gündüzcüler, gececiler ve Cuma, Cumartesi yoğunluğu) ayarlanması; gece sabaha karşı kimin Genelev’de uyuklamasına izin verileceğinin belirlenmesi; zil çaldıktan sonra sunulması gereken mutlak müşteri memnuniyeti; yeni gelenlerle görüşmeler ve anlaşma ve çeşitliliğin (şişman, zayıf, esmer, sarışın, genç, orta yaşlı vb.) belirlenmesi; iç dengelerin sağlanması ve olası rekabet çerçevesinde gerektiğinde eski çalışanların korunması; kimin hizmet mönüsünde ne kadar ileri gideceğinin anlaşmaya bağlanması ve daha geniş hizmet ağı için çalışanları “ikna” çabası; hizmet mönüsü ve fiyatların belirlenmesi - Kapalı oral seks: prezarvatifle X euro; Doğal oral seks: prezarvatifsiz, vücuda boşalmak mümkün Y euro; Kral oral seksi: ağıza boşalma Z euro; İmparator oral seksi: ağıza boşalma ve hizmet verenin spermi yutması ve hepsi ve daha ötesi için ayrı fiyatlandırma vb. vb.
Çok zorlu ve sert değil mi? Daha fazla anlatmayalım, nasıl bir dünyada yaşadığımızı görmek ve anlamak için, okuyun en iyisi...
------------------
(*) “Genelev”, Sophie Bonnet, Çeviri: Pınar Ercan, Güldünya Yayınları, Mart 2015