Bir Düşüşün Anatomisi: Gerçeğin belirsizliği karşısında pozisyona dair bir muamma filmi
Evet, Bir Düşüşün Anatomisi izleyiciye klasik dedektif anlatılarındaki cinayet muammalarının çözümü gibi bir kesinlik sunmuyor, film bittiğinde dahi şüpheye yer bırakıyor ama yine de somut olgusal veriler net bir sonuç vermiyorsa hangi olasılığın daha akla yatkın olduğu üzerinden pozisyon almayı perdeye getiriyor.
Bu yılki Cannes Film Festivali’nde en büyük ödül olan Altın Palmiye’yi kazanan Fransız yapımı Bir Düşüşün Anatomisi (Anatomie d’une chute) dün (Cuma) Başka Sinema ağı üzerinden üç şehirde toplam 15 salon gibi sınırlı ölçekte de olsa ülkemizde vizyona girdi. Şüpheli bir ölüme ilişkin bir soruşturma ve dava sürecini konu alan bir muamma filmi olan Bir Düşüşün Anatomisi, mutlak gerçekliğin bilinebilir olup olmadığı, buradan hareketle belirsizlik karşısında nasıl tavır takınılabileceği, nasıl karar alınabileceği sorunsalları üzerinde dönen düşündürücü bir çalışma.
Justine Triet’in eşi Arthur Harari ile ortaklaşa yazdığı senaryodan çektiği Bir Düşüşün Anatomisi’nin baş karakterleri Sandra adında bir kadın yazar ve onun görme engelli küçük oğlu Daniel. Bir gün Daniel köpeği ile dağlık bir yöredeki evleri çevresinde kısa bir gezintiden döndüğünde evlerinin hemen önünde babası Samuel’in cesedi ile karşılaşır. Samuel’in başındaki ölümcül yaranın tavan arasından düşme sırasında evin önündeki alçak bir yapıya çarpma sonucu mu yoksa düşmeden önce aldığı bir darbe sonucu mu olduğu belirsizdir ve şayet bir cinayet söz konusu ise o esnada uyumakta olduğunu söyleyen Sandra’dan başka şüpheli yoktur. Sandra’nın avukatı, Samuel’in intihar etmiş olma olasılığı üzerinden bir savunma stratejisi kurgular. Sandra ve Samuel arasındaki sorunlar mahkeme sürecinde tüm kamuoyuna mal olmaya başladığında Daniel de o günün tek tanığı ve yakın geçmişin en yakın tanığı olarak gittikçe zor bir durumda kalır…
Bir Düşüşün Anatomisi çok boyutlu ve çok katmanlı bir film. Dava sürecinde bir ara gündeme gelen unsurlardan biri, Sandra’nın yazdığı romanlardan birindeki bir karakterin kocasını öldürmeyi aklından geçirmiş olduğunu ima ettiği bir pasaj ve savcılık makamı bu pasajı Sandra’nın kendi kocasına ilişkin olası niyetinin bir göstergesi olarak yorumluyor (Temel İçgüdü [Basic Instinct, 1992] filmini anımsatırcasına!). Kuşkusuz, kurgusal yaratım süreçlerinin gerçeklikten beslenmesi düsturundan, yazar ile kurgusal eseri arasında birebir örtüşme aramaya mekanik biçimde sıçramanın basitliğinin bir tezahürü bu yorum.
Ancak yazar ve eseri arasındaki ilişki Bir Düşüşün Anatomisi’nin anlatısında tamamlayıcı bir yan unsur. Filmin asıl odağındaki sorunsal ise başta kaydettiğim üzere mutlak gerçekliğe kesin erişimin zorluğu ve/veya olanaksızlığı karşısında alınabilecek pozisyona dair. Kuşkusuz sinema tarihinde bu sorunsala değinen ilk film değil Bir Düşüşün Anatomisi. Ancak bu bağlamda özellikle çağdaş “sanat sinemasında” yaygın ve revaçta olan yönelim, gerçeğin erişilmez ve/veya göreceli olduğu varsayımını nihai olarak benimserken, yani şayet bu durumu “oyunbaz” biçimde bağrına basmasa bile en azından insan algısının sınırlılığı karşısında havlu atmayı tercih ederken, Bir Düşüşün Anatomisi tam olarak bu yola demir atmıyor. Evet, Bir Düşüşün Anatomisi izleyiciye klasik dedektif anlatılarındaki cinayet muammalarının çözümü gibi bir kesinlik sunmuyor, film bittiğinde dahi şüpheye yer bırakıyor ama yine de somut olgusal veriler net bir sonuç vermiyorsa hangi olasılığın daha akla yatkın olduğu üzerinden pozisyon almayı perdeye getiriyor.