Bir yürüyüş bu;
Upuzun, sancılı, öfkeli, sürekli, çok kollu…
Tökezleyip dursa da arada, yılmadan ilerleyen, geleceğe doğru.
*
Bir gülüş bu;
Işıl ışıl, aydınlık
Gülüşte çığlık olur mu hiç?
Çığlık çığlık!
*
Bir inşa bu, bir kararlılık;
Okulla, kitapla, oyunla, oyuncakla, çocukla, insanca... büyüyen fedakârlık!
*
Bir hakikat değil mi bu;
Okkalı bir tokat.
Yoksa mavzer topraktan bir kez daha mı çıkacak?
*
Israrlı ama acılı bir sesleniş bu;
Neden hep biz ölüyoruz, neden hep biz ölüyoruz, neden hep biz ölüyoruz...
Ve daha nereye kadar?
*
Bir başka soru arada;
Mezopotamya’da başladı ya hani,
Hâlâ içinden çıkamadığımız şu eski, kahredici, berbat “tarih öncesi”,
Mezopotamya’da mı bitireceğiz acaba zat-ı şahanelerini?
*
Bir türkü belki;
Bir şarkı, bir marş, bir halay, senfoni, güldeste...
Ama sonu hep ağıt, hep ağıt, hep ağıt… nedense!
*
Baksanıza, bir eylem bu;
Amma velakin tenha
Birileri hep önde
Kalabalığın artmasını bekliyor inatla!
*
Başka türlü bir eylem değil miydi bu;
Gezi ve Kobani!
Biri, daha demin, tarih öncesini bitirip tarihe geçmekten söz etmemiş miydi?
*
Çok sert bir dokunuş bu;
Çok güçlü bir haykırış
Çok ağır bir yük
Son söz ve çok acı.
*
Dokunuş, haykırış, yük, söz ve acı;
Birikti, birikti, birikti, patladı.
Yüreğimi, yüreğinizi, yüreğimizi dağladı:
“İyi değilim… iyi olmayacağım… iyi olmayın…”
Her kötülük unutulur… bunu unutmayın sakın!
*
Hep özgürlük, her yerde eşitlik, sonuna dek kardeşlik ve özveri bu;
Otuz bir can, otuz bir düş, otuz bir gerçek,
Ve on binlerce kanayan yürek.
*
Bir avazda ölürken son bir nefes bu,
Bir avazda doğarken ilk çığlık;
Yürüyen, gülen, soran, seslenen, bekleyen, haykıran, dokunan, eyleyen
Ve ölse de, öldürülse de, hep umut ve isyan eden...