Bir Ardanuç hikâyesi: Ömrümün Sol Hâli

Torun’un kitabı, “kendi penceresiyle ve Artvin’deki devrimci mücadelenin bir bölümüyle” sınırlı olsa da yerel bir örgüt militanının döneme ve sonraya ilişkin görüşlerini samimi, canlı, ayrıntılı bir şekilde aktardığı için kıymetli.

Artvin ata dedelerimin memleketi. Babam Şavşatlı. Gidip görmüşlüğüm, soğuk sularından içmişliğim var ama Ardanuç’ta hiç bulunmadım. Ardeşenli bir arkadaşım, iki yıl kadar önce köy yolundan dağa doğru çıkarken, “Bizim oralar da yeşildir ama Artvin’in yeşili, hele ki Şavşat’ın bambaşkadır, bir kere görmeyiver bir daha aklından çıkmaz” demişti. 

Geçtiğimiz günlerde Su Yayınları’ndan çıkan Ömrümün Sol Hâli kitabında Ardanuç’un Haravul köyü sakinlerinden Tarık Torun kendi memleketini, yeşilini, imkânsızlıklar içinde verilen bir mücadeleyi, daha tam bir ifadeyle 70’li yılların ortalarından itibaren devrimcileşen bir ilçenin hikâyesini, değişim ve dönüşümünü, görüp yaşadığı için bir daha aklından çıkmayanı anlatıyor.

Zaman zaman değişik sol örgütlerin ve o örgütlere mensup kişilerin adı geçse de anlatılan esas olarak Devrimci Yol’un hikâyesi. Kitapta; 18 yaşında “kır gerillacılığı” yapmak için dağa çıkan, umutla, coşkuyla başlayan ancak bir türlü çoğalamayıp eksilen bir pratiğin sonucu sorgulayan bir hâl içine düşen, iki yıl dağda, beş yıl Erzurum Karskapı Cezaevi’nde kaldıktan sonra köyüne geri dönen bir devrimcinin, bir feda kuşağının öyküsü yer alıyor. 

Son yıllarda yakın tarihle ilgili hatırı sayılır sayıda kitap yayımlandı. Büyük bölümü örgüt lider kadrolarının gözünden bir bakışla kaleme alınmıştı. Örgütlenmenin yükünü taşıyan ara kademedeki kadroların hele ki “sıra neferleri”nin anlatıları çok azdı. Torun’un kitabı, “kendi penceresiyle ve Artvin’deki devrimci mücadelenin bir bölümüyle” sınırlı olsa da yerel bir örgüt militanının döneme ve sonraya ilişkin görüşlerini samimi, canlı, ayrıntılı bir şekilde aktardığı için kıymetli.

Kitabı okurken zaman zaman “evet biz de böyle yaşamıştık, hücrede, işkencede, cezaevi direnişlerinde benzer tepkiler vermiştik” dediğim çok yer oldu. Kendi kuşağımın adanmışlığıyla -saf inancıyla- ilgili benzer duygular yaşamış, bizi devrimle buluşturan motivasyon kaynaklarına yönelik benzer cümleler kurmuştuk. Evet, “Binbaşı Ernesto ölmemişti daha”, “Varmak için o güzel yarınlara bizim de dağlarımız vardı.” 

Torun’un ömrünün “sol” hâlini anlattığı hikâyesi lise yıllarındaki faaliyetleriyle başlar, dağa çıkma kararı almalarıyla başka bir aşamaya geçer.  12 Eylül 1980 askeri darbesinin hemen öncesidir. Dört koldan dağlardan çıkıp gelen, sonradan Çoruh Nehri’nin bir kolunu oluşturan irili ufaklı su yataklarının buluştuğu yere kurulmuş olan Ardanuç, ormanlarla bezenmiş coğrafyasıyla, zirveye kadar sıra sıra dizilmiş elliye yakın köyüyle “gel” etmekte, gerillacılığa çağırmaktadır. Tarık Torun ve yoldaşları merkezle irtibatın kesildiği faşist askeri cunta koşullarında, donanımları yetersiz olsa da “Ardeşen yapımı çakaralmazlarla” direnmeye karar verip harekete geçerler. Sonrası acemiliklerle dolu, karda kışta zorluklar içinde, bir sığınaktan diğerine bir kendini koruma pratiği olarak yaşanır. Psikolojik üstünlük cunta güçlerine geçmiş, kalabalıklar “bu düzen değişmez” retoriklerine geri çekilmiştir. Her şeye rağmen evlerini barınmaları için kendilerine açan iyi insanlar vardır ama ihanet de vardır. İkinci yılın sonunda, sığındıkları bir akraba evinde ihbar sonucu yakalanırlar. Sonrası ağır işkenceler, bir cezaevinden diğerine askeri yaptırımlara karşı siyasi onuru koruma mücadelesi, tabutluk hücreler, tek tip elbise direnişi, açlık grevleriyle geçen eziyetli bir beş yıldır.

1987 yılında tahliye olduğunda Torun’u dışarıda yabancısı olduğu yeni bir hayat ve başka bir Ardanuç beklemektedir. “Büyük devrimci hareketin özgüveniyle” sokaklarında dolaştıkları o görkemli Ardanuç yoktur artık. Ailelerine daha fazla yük olmadan hayatlarını kazanmaları gerekmektedir. Ağır bir karamsarlık, yalnızlık ve çaresizlik hissetmektedir. O günlerden birinde çarşıdan Haravul’a yokuş yukarı çıkarken yeni yeni kararmaya başlamış akşamın öncesi Kürdevan’ın Karanlık Meşe Ormanları’nı gözleriyle tarar. Oralarda 12 Eylül rejimine karşı tutunmaya çalışırken dünyaya duman vurmuş hâlleri gelir aklına. Ama artık o kolektif yapı yoktur. Yalnızdır. Ardanuç Lisesi’nin duvarlarını sloganlarla sarstıkları günleri, edebiyat dersinde öğrencilerine Nâzım Hikmet’in “Saman Sarısı” şiirini okutan halkın devrimci öğretmeni Süreyya Aydın’ı hatırlar. Öldürülen arkadaşları bir bir geçer gözünün önünden; 16, 17, 18 yaşındaki genç ölüler... Oturur, “Gidenlere” başlıklı bir şiir yazar:

Yıllar geçse de 
Alışmadı kalbimiz yokluğunuza 
Bir gün mutlaka 
Eğilip öpecek 
Kabuk tutmaz 
Kurşun ağrısı 
Yaralarınızdan 
Asi Çoruh’un deli çocukları 
İşte o zaman 
İyileşmeye başlayacak 
Sol yanımızın boşluğundaki 
Yaralarımız.

Hapishaneden çıkan birçok devrimci gibi Tarık Torun da, uzun yıllar içine düştüğü yeni hayatla baş edebilmek, yaralarını sağaltmak için mücadele eder. Birçok hayat yaşar. Sosyalist bloğun çökmesinin Ardanuç özelindeki sarsıcı ve insan ilişkilerini çürütücü etkisine tanık olur. Askere gider, evlenir, “çocuklarının önemini mütedeyyin kitleleri kıskandıracak kadar idealize edeceği” bir ailesi olur. Ticarete atılır. “Tartışma süreci”ne katılır, yasal parti girişimlerine yöredeki birçok arkadaşı gibi ihtiyatla yaklaşır. Yıllar sonra arkadaşlarla geçmişi kayıt altına almak için başlattıkları “Geçmişe mektubum var” girişimi, bir noktadan sonra -içlerinde en az konuşan ve  en genç olanın yazdığı- içinde yer yer geçmiş muhasebesinin de yer aldığı bir kitaba dönüşür.

Kitabın arka kapağında, o günleri yaşayanlara hitaben yazılmış “Önsöz” yazısından alınma “Geçmiş hepimizindir” vurgusu yer alıyor. Öyle midir? Güncel sorunlar ve çözümler konusunda çok farklı düşünen, farklı yerlerde farklı hayatlar yaşayanların “herkesin sahipleneceği ortak bir geçmiş”i olabilir mi? Ya da şöyle sorayım: Geçmişin büyük insanlık ütopyasından uzaklaşmış biriyle bir şekilde özgür bir gelecek tasavvurunu bugün de sürdürenin yan yana geldiklerinde çoğaltabilecekleri “ortak bir hatırası” olabilir mi?

Geçmişe bakmak dediğimiz okuma biçimi çoğunlukla özneldir ve hafıza, gelecek tasavvuruna göre seçicilik içeren bir özelliğe sahiptir.

Mizahi bir dili var Tarık Torun’un. En dramatik, gam yüklü olayları anlatırken bile yer yer gülümsetiyor.

Yarın, başka bir arkadaşımız başka bir hafıza kaydı içinden daha farklı bir üslupla yazacak belki. Yazdıklarını okuyup başka sorular soracağız. Niye, nasıl yenildiğimizle ilgili değerlendirmelerden yola çıkarak birleşik bir mücadele zeminini nasıl kuracağımıza dair yanıtlar üreteceğiz. Böyle böyle ortaklaşacağız. Yeter ki yazılsın, okunsun, üzerine konuşulsun.

KÜNYE: Ömrümün SOL Hali, Tarık Torun, Su Yayınevi, 272 sayfa.