Bina: Distopik bir alegori

Dünya prömiyerini geçen yıl prestijli Toronto Film Festivali’nde yaptıktan sonra bu yıl İstanbul Film Festivali’nde dört ödül alıp festivalde en fazla ödül kazanan film olarak öne çıkan distopik yerli yapım Bina dün (cuma) mevcut salgın koşullarında orta ölçekli sayılabilecek bir yaygınlıkta, 11 şehirde 36 sinemada vizyona girdi. Kitle iletişim araçlarının totaliterleşme süreçlerindeki rolü üzerine fantastik bir alegori sunan Bina, salgının başlangıcından sonra bugüne dek ülkemizde sinemalarda gösterime yeni giren yerli yapımların en dikkate değer olanı.

Senarist-yönetmen Orçun Behram’ın ilk uzun metrajı Bina’nın konusu, devlet iktidarını elinde bulunduran gücün, insanların yaşadığı binalara monte edilen çanak antenler üzerinden, toplum üzerindeki hegemonyasını pekiştireceği bir “bülten” yayınına başlamanın arifesinde olduğu, zamanı belirsiz, bir anlamda “zamansız” veya Behram’ın ifadesiyle (*) “retro-fütüristik” bir devirde geçiyor. Filmin başkarakteri Mehmet de bu antenlerin yerleştirileceği apartmanlardan birinin güvenlik ve bakım görevlisidir. Anteni Mehmet’in çalıştığı binanın çatısına monte eden görevlinin nasıl olduğu anlaşılmayan bir şekilde binanın çatısından düşerek ölmesinin ardından Mehmet çatıya çıkıp anteni kontrol ettiğinde etrafta zift benzeri bir maddenin bulunduğunu fark eder. Saatler geçip bülten yayınının başlamasına yaklaşıldıkça bu zift benzeri madde apartmanın başka yerlerinde de peydahlanır, muhtelif dairelerde tekinsiz gelişmeler yaşanmaya başlanır. Mehmet, binanın karanlık köşelerinde keşfe çıktığında iyice korkunç durumlarla yüz yüze gelecektir...

Bina’nın anlatısının ana ekseni, kitle iletişim araçlarının totaliter bir toplumun pekişmesindeki rolü üzerine olmakla birlikte filmde yer yer sınıfsal çelişkilere ilişkin göndermeler de var. Örneğin, anteni monte etmek için çatıya çıkan görevli aşağı düşüp öldüğünde buna tanık olanların ilk tepkilerinden biri “inşallah, düşmeden önce monte işlemini bitirmiştir” oluyor! Filmin baş karakterinin, apartmanın orta-üst sınıf sakinlerinden biri değil, apartman dahilindeki hiyerarşide en altta bulunan bir emekçi oluşu da dikkate değer.

Fantastik bir gerilim filmi olarak başlayıp son çeyreğinde katıksız biçimde korku sularına giren Bina, biraz gereğinden fazla ağır temposuna karşın çok yetkin set tasarımları, görüntü yönetimi ve ses/müzik kuşağının da katkısıyla önce tekinsiz, ardından dehşetengiz bir atmosfer kurmada başarılı bir çalışma.

Bina ile Türkiye sinemasında son yıllarda dikkat çekici bir sıklıkla görülmeye başlanan distopik filmlere kalburüstü bir örnek daha katılmış oldu. Behram’ın bir sonraki filmini merakla bekliyoruz.

(*) İstanbul Film Festivali sonrasında Bina’nın senarist-yönetmeni Orçun Behram’la İleri TV’deki Ters Açı programımızda Tilbe Akan’la beraber yaptığımız söyleşi: https://www.youtube.com/watch?v=eLlP9I3JaPU