Beyaz yaka grileşirken sınıfın yeni isyankar bölükleri

Faşizmin ilk yükseliş döneminden beri tekrarlanan evrensel bir eğilim yeniden galebe çalmaya başladı: İlerletilemeyen her düzen-dışı sosyal mücadele momentumu, bir süre sonra devrimcilerin kellesini de vuracak bir aşırı sağ yükselişin önünü açma potansiyeli taşır.

Ali Ekber Doğan

Beyaz yakalıların ücretli emekçiler oldukları, Marksist teorinin başından beri söylediği, fakat anti-Marksistlerle, kitabi (teorisist) Marksistlerin pek de kabul etmediği bir gerçekti. Sosyal emek sürecinde ücretli biçimde var olan ve mülksüz olan herkes proleter, yani işçidir.

Refah Devleti’nin inişe geçeceği zirve noktası sayılabilecek 1970’lerde Ralph Miliband (teknokrasi-bürokrasinin görece genişleyip, sermayeden özerkleştiği kapitalist formasyonlarda geçerli olmak üzere) sınıf mensubiyetinin belirlenmesi konusunda bir ölçütün daha dikkate alınması gerektiğini söyledi: Kişinin çalıştığı işyerinde iktidar konumunda bulunup-bulunmadığı. Proleter sınıf mensubu olmanın bir ölçütü de orta ve büyük ölçekli işyerlerinde yönetici konumlarda bulunmamaktı.

Derelerin altında çok sular aktı. 1980’lerden beri neoliberalizmin 1980, 2001 ve 2009 sonrası dalgalarıyla derinleşmesi, finans sektörü ve büyük şirket/holding merkezleri dışarıda bırakılırsa, yöneticilik kadrolarını ciddi biçimde daralttı, eskinin teknokratları, mühendis, mimar, plancı gibi mesleklerden ücretlilerin yüksek eğitim diplomasıyla başlarına kondurdukları haleleri uçurdu. Düzenleme-dışı bırakma, özelleştirme, piyasalaştırma, sosyal ve doğal müştereklere el koyarak sermaye ilişkisine açma, mülksüzleştirmeyle boyutlanan neoliberal saldırılar onları da 1990ların sonlarından beri salt ücretlilere yani proleterlere dönüştürdü.

Bu durum son 10-15 yılda hem kendileri hem de sosyalist hareket tarafından daha sarih biçimde idrak edilir oldu. Fakat kabul etmek gerekir ki, işçi sınıfı dendiğinde doğrudan meta üretimi sürecinde çalışıp da ürettiği artı değere al konulanlar dışındakileri dışarıda tutan popüler algıya açık ya da örtük biçimlerde onay ve gerekçe veren bir yanı sosyal demokrat ortodoksiye bir yanı da onun kadar net olmayan uvyerizme çıkan teorisist Marksist tutumla da tartışmak gerekiyor. Beyaz/gri yakalıları, orta-yüksek bürokrasi dışında kalan kamu çalışanlarını, kurye, kargo, taşımacılık, depolama, dağıtım gibi lojistik sektörü çalışanlarını, market, otel, çağrı merkezi emekçilerini, sağlık sektörü ya da bilimum belediye işlerinde (çoğunlukla taşeronda) çalıştırılanları, sözleşmeli öğretmenleri proleter/işçi saymak gerekir. Halbuki, sözünü ettiğimiz teorisist “sınıf dostları”, Gezi isyanına dek, sınıfın kapitalist üretim, yeniden üretim ve dolaşım çevrimlerinde ücretli proleterler olarak istihdam edilen, son yirmi yılda sahip oldukları sosyal güvencelerle dolaylı bir takım avantaj ve olanakları hızla kaybederek gri yakalı hale gelen bu gerçek bileşenlerin tanımlanması, onların mavi yakalılarla birliğinin nasıl sağlanabileceği, mücadele-öncülük kapasiteleri gibi tartışmaları geciktirmişlerdir. Kapitalist üretim biçiminin farklı çevrimlerinde çalışıyor olsa da üretim araçlarından, gelir getiren mülkiyetten yoksun ve hayatını idame ettirecek sosyo- fizyolojik ihtiyaçlarını gidermek için emeğini ücret karşılığında işveren veya temsilcilerine sunup, onların komuta ve denetimi altına çalışmak zorunda olan herkes proleterdir, yaygın bilinen adıyla işçidir.

İşçi sınıfı adlandırması klasik Marksizm’de kapitalist sınıfının mezar kazıcısı, devrimci eyleminin zaferiyle kendi kendisini de ortadan kaldıracak tarihsel bir sosyal özneye işaret eder. Buna karşın, uzunca bir süre yalnızca kapitalist üretimin birincil çevriminde emeklerini satan mavi yakalı işçiler ve onların işsiz yedeklerini imleyen biçimde algılandığı ve tahayyül edildiği için zamanla ikincil ve üçüncül çevrimlerde genişleyen emek süreçlerinde yer alan ücretli köleleri ve onların yedeklerini kapsama kabiliyeti aşınmış bir kavramdır. Bu yüzden de sınıfa ve sınıf hareketine dair değerlendirmeler yapılırken konu, belli bir sınıf bölüğü eksenine sıkışmakta, çoğu zaman sendikalar çevresinde dönen değerlendirme/tartışmalara dönüşmektedir.

Günümüz dünyasında mülksüz-ücretli sınıf mensuplarını ve onların oluşturduğu sosyal entiteyle, tarihsel özneyi çağırırken Komünist Manifesto’ya dönüp, “proleter sınıf” ve “proletarya” kavramlarını da daha sık kullanmak gerektiğini düşünüyorum. Engels’in ondan üç yıl önceki kitabında kullandığı “emekçi sınıflar” adlandırması bile ilgi uyandırıcı olmasının yanında sınıf ittifakları yaparken çok daha birleştirici güce sahiptir. Bu iki adlandırmayı bağlamına göre daha sık kullanmak, sınıf siyaseti yapma iddiası olanların siyasi sözünü zenginleştirip ve güçlendirecektir. 

ARA SINIF KONUMLARINI ERİTEN EKONOMİK DARALMA ENFLASYON ŞOKUNA EVRİLDİĞİNDE NE OLDU?

2011-2014 Arasında ileri atılıp, geri çekilen 2019-2021 arasında sosyal patlamalar halinde yeniden sahneye çıkan ilerici halk ayaklanmaları, daha geniş emekçi kesimleri de anti-kapitalist mücadele saflarına çekti. Son yıllarda belirginleşen ekolojik kıyamet göstergeleri, Covid-19 pandemisinin sınıfsal sömürü ve kutuplaşmayı arttıran etkileri, ardından tüm dünyada yükselen enflasyon ve gıda krizi beyaz-gri yakalıların çıplak ücret dışındaki tüm sosyal yeniden üretim kaynaklarını kuruttu. Yaşananlar aynı şekilde, küçük burjuva ara katmanların sosyo-ekonomik durumlarını ciddi biçimde bozarak, onların mülksüzleşme-proleterleşme süreçlerini de hızlandırdı. Örneğin pandemide ayakta kalmak için internetten satış ve hizmet sunan şirketlerle sözleşme imzalayıp, onların ağlarına dahil olarak, de jure küçük esnaf, de facto ücretli mülksüzlere dönüştüklerini son bir yıldaki kur-enflasyon şokları içinde kolektif biçimde idrak etmeye başladılar.

Nitekim, Türkiye’de 2018’den beri boyutlanarak büyüyen kriz-pandemi-enflasyon şoku silsilesi içinde pek çok kendi hesabına çalışan ara katman mensubu, sınıfsal gerçekliklerinin değiştiğini idrak etmeye başladı. Bu durum beyaz-gri yakalıların sınıf bilinçleri üzerindeki örtüleri belli ölçüde havalandırsa da onların gözleri önüne serilen sınıfsal adaletsizlik resmini ırkçı-milliyetçi biçimde çarpıtıp, artan öfkelerini sosyal şoven doğrultulara kanalize etmek isteyenler ortaya çıktı. ABD’de Trump, Fransa’da Zemour, en son Türkiye’de Ümit Özdağ’ın bozulan hayat koşullarına karşı küçük burjuva katmanlar ve emekçi sınıflar arasında artan sosyal öfkeyi kendi neo-faşist siyasetlerinin sıçrama tahtasına dönüştürdü. Dolayısıyla, yüzde 150’yi aşan enflasyon karşısında halkın protestoları ve işçi direnişleri sol karakterli bir sosyal muhalefet hareketine dönüştürülemediği için daha 2 ay önce birlikte “geççek geççek” diye şarkılar söylediğimiz insanların önemli bir kısmı iki haftadır, aşırı sağcıların mülteci-sığınmacı karşıtı kampanyalarına balıklama atlamaya başladı. Faşizmin ilk yükseliş döneminden beri tekrarlanan evrensel bir eğilim yeniden galebe çalmaya başladı: İlerletilemeyen her düzen-dışı sosyal mücadele momentumu, bir süre sonra devrimcilerin kellesini de vuracak bir aşırı sağ yükselişin önünü açma potansiyeli taşır.

İKİ İSYANKAR SINIF BÖLÜĞÜ

Beyaz-gri yakalıların “orta sınıf” veya küçük burjuvazinin değil, emekçi sınıfların/ proletaryanın bir üyesi olduğu her geçen gün daha iyi kavranıyor. Son 10 yılda global ve ülke ölçeklerinde iççice geçerek yaşanan kriz-isyan-pandemi-kriz silsilesi yüksek eğitimli beyaz yakalılar ve dijital-bilişim işlerinde çalışanlarla, (temel ihtiyaç maddelerinin üretiminden topluma sunulmasına, sağlık ve bakım hizmeti çalışanlarına kadar pek zorunlu işte çalışanları oluşturan) daha az eğitimli ve daha mülksüz proleterleri son yıllarda güvencesiz çalışma koşullarında, daha uzun saatler boyunca, daha düşük ücretlerle çalışmak zorunda bırakıyor. Bu iki sınıf bölüğünün artan mücadele eğilimleri, yeni yöntem ve söylemler, geleneksel işçi sınıfını da mücadele içinde yeniden anti-kapitalist bir konuma çeken etkiler yapma potansiyeli taşıyor.

Dikkat edilirse, proleter sınıfın bedeninin yeniden şekillenmesinde bu iki bölüğün olması gerektiği noktasında bir görüş birliğine doğru gidilse de eğitimli prekaryayla, mülksüz proleteryanın ittifakı ve öncülük ilişkisi noktasında belirsizlikler olduğu anlaşılıyor. Bunlar elbette mücadele praksisinin açıklığa kavuşturacağı belirsizlikler ancak yine de kendi gözlem ve okumalarımdan hareketle bir şeyler söylemek istiyorum.

Sınıf mücadelesinde örgütlenmesi, eyleminin önem derecesi ve sahip olduğu vasıfların sağladığı kolektif zekayla diğer bölüklere öncülük kapasitesi bakımından işçi sınıfının farklı bileşenleri arasında yer değiştirmeler olmuştur. Çoğunlukla üretici güçlerdeki gelişmelerin doğrultusunda kapitalist üretim sürecinin yeniden örgütlenmesi içinde genişleyen, yüksek katma değerli işlerde çalışan, örgütlenme ve eyleme görece daha yatkın ve yaptıkları eylemler sosyal ve ekonomik açıdan daha büyük etkiye sahip emekçiler sınıfın öncü bölükleri sayılır. Bu anlamda tek bir öncü bölükten ziyade her dönem farklı öncü bölüklerin olduğu söylenebilir. 19. Yüzyıl sonlarına doğru kitlesel üretim ve buharlı taşımacılık geliştikçe demir-çelik-metal-otomotiv ve taşımacılık sektörlerindeki işçilerin, sınıf mücadelesinde öncülük rolünü zanaatkarlardan ve iplik-dokumacılık sektörü işçilerinden devralması gibi bugün de dijital-bilişim sektörü çalışanlarıyla, sosyal hayatın yeniden üretimini sağlayan zaruri (essential) işlerde düşük ücretlerle, güvencesiz ve kötü koşullarda çalışan mülksüz proleterler, vasıflı, sigortalı-sendikalı mavi yakalılardan bayrağı devralma yolunda ilerliyor. Ayrıca, perakende, lojistik, depolama-paketleme-dağıtım işlerinde ve sağlık sektöründe çalışan mülksüz proleterlerin pandemiden beri dijital otomasyon teknolojilerinin desteğiyle kafa-kol emeğinin sözünü ettiğim iki bölüğünün temel niteliklerini sırtında taşıyan volan kayışlarına dönüştüğünü de söyleyebiliriz.

2011-2014 Arasındaki ilerici karakterdeki isyan hareketlerinde birinci bölük (ki bazı sol liberaller bunların “yeni orta sınıflar” diye adlandırmıştır) öne çıkarken, 2019-2021 arasındakilere mülksüz-çoğunlukla işsiz proleterlerin yıkıcılığı artan öfkesi damgasını vurmuştur. Bugün Sri Lanka’daki isyan hareketinin belirgin çizgisi kamp alanlarında başka türlü bir hayatın mümkün olduğunu göstermek değil, tüm siyasal üstyapıyı alaşağı etmeyi hedefleyen tahripkar öfkedir. Aslında Gezi olaylarında İstanbul, Ankara ve Adana’daki ilk 3 gündeki çatışmalarda sıcak gaz kapsüllerini geri fırlatarak polisin üstüne yürüyenlerin çoğu da yoksul emekçi mahallelerin mülksüz proleterleriydi. Yasin Durak’ın o günlerde kaleme aldığı “300 Ankara Bebesi: Gardaş Direnmiyek mi La”  yazısını bu gözle okuyup, Şili’de 2019-2020 arasında Primera Linea (Cephe Çizgisi) isimli klanlar grubunun polisle çatışırken AVM’lerden Kiliselere başkentte ciddi tahribat yaratan  şiddetiyle aslında bir arada değerlendirdiğimizde, pek çok geç kapitalistleşmiş coğrafyada protestoların topyekün birer halk isyanına dönüşmesinde, on yıllardır düzenle pek fazla bağı kalmamış proleter mahalleli gençliğin olaylarda aktif failler biçiminde katılmalarının belirleyici önemde olduğunu görürüz.

BÖLÜKLERİN İTTİFAKI VE ÇELİŞKİLERİ

Bu anlamda emekçi sınıfların birliğinin kısa zamanda en optimum düzeyde kurulabilmesi açısından, mülksüz proletarya ve yoksullaşan prekarya (parti metinlerinde “gri yakalı” diye anılan kesim) arasında sokakta, çoğunlukla polis şiddetine direniş içinde kurulan bir ittifaktan söz edebiliriz. Fakat bu ittifakın, barındırdığı çelişkiler bilinçli biçimde düzenlenmediğinde, kendiliğinden işleyişin bir tarafı pasifize ettiği/dışarıya ittiğinin de farkında olmak gerekir.

Çelişkinin temel kaynağı beyaz-gri yakalıların kısa vadede (belki bir kuşakta) ortadan kalkması mümkün olmayan burjuva-küçük burjuva sosyo-kültürel eğilimleri ve yatkınlıklarında saklıdır. Ortak kamp alanlarının bir kamusal karşılaşma ve kendini gösterme, müzikle, dansla, performansla görünür kılma, ifade etme yerlerine dönüştürülmesine, enerjilerin kamp alanının bir temsil olarak güzelleştirilerek yeniden üretilmesi faaliyetine hasredilmesi, bir süre sonra sokak eylemlerinin genişlemesini durdurup, yıkıcılık potansiyelini tıkamış ve eylemci profilini de eğitimli prekarya lehine değiştirmişti. Bunun sonucunda da isyan hareketi sınıfın en yoksul-mülksüz bölüklerinin militanlığı ve çatışmacılığından yoksun kalmış, radikalizmleri törpülenip, büyük ölçüde ehlileşmişti. “Küfürle değil, adabınla #diren” diyen eğitimli-düzgün konuşan-temiz giyimli, yani beyaz-gri yakalı abi ve ablalar önce polisle, siyasetçilere yakası açılmadık küfürlerle çatışan ve direnişleriyle meydanların kapısını halka açan grupları önce susturmuş, sonra direnişin çeperlerindeki barikatlara yollamış, daha sonra da bu barikatları kaldırtmıştır. Yukarıda andığım yazısında Durak, polisle gerçek anlamda çatışanların küçük burjuvalar ve beyaz-gri yakalılar tarafından pasifize edilmesi hikayesinin Ankara-Kızılay’da da yaşandığını anlatır.

SONUÇ

Belli açılardan sınıf hareketine öncülük kapasitesine sahip söz konusu iki bölüğün kolkola yürümesi önemlidir. Fakat sınıf mücadelesinin daha mutedil seyirde yaşandığı, geri çekilme koşullarında proletarya devrimcileri örgütsel çalışma açısından birini diğerine tercih etmese bile lojistik-paketleme-depolama-satış-dağıtım gibi işlerde çalışanların ana kaynağı durumundaki mülksüz proletaryanın örgütlenmesinde daha yavaş yol alındığı göze çarpıyor. Bu nedenle, örgütsel faaliyetlerde çubuğun ucunu bu kesim içindeki örgütlülüğü arttırmaya bükmek bugün için kritik önemdedir. Patlayan enflasyondan sosyal sefalet koşullarına savrularak etkilenen ve uzun yıllardır sınıfsal kutuplaşmayı iliklerine kadar hisseden mülksüz proleterlerin, önemli bir kısmı düzenli bir iş/gelirden yoksun biçimde ayakta kalmaya çalışıyor. Gezi isyanı pek çoğu şimdilerde yaşadıkları mahalle ve semtlerde günübirlik, kriminal işlerle, sokak çeteleri türü örgütlenmelerle ayakta durmaya çalışan bu “çulsuzların” (en azından Alevi olanlarının) öfkesini düzen dışı militan bir mücadele enerjisine dönüştürmenin günümüz koşullarında çok daha mümkün ve gerekli olduğunu göstermişti.

2019’dan beri Sudan’dan, Şili’ye ve ABD yanlısı darbeyi püskürten Bolivya’ya siyasi sonuç alıcılık bakımından belirgin biçimde başarılı olan isyanlarda sınıfın bu en mülksüz bölüklerinin sokaktaki öncü inisiyatif ve eylemleri sol-sosyalist içerikli bir anayasal yeniden kuruluş ufkuna/projesine bağlandığı ölçüde bunun genel zekadan kopmak anlamına gelmediği görülmüştür. Bu anlamda iktisadi-sosyal krizlerin canlı yaşamını tehdit eden topyekün bir ekolojik-hegemonik medeniyet krizine dönüştüğü günümüzde devrimcilerin görevi, sınıfın öncü bölüklerinin birliğini sağlayacak ve geleceğin isyancılarında aşinalık ve sempati uyandıracak belirgin bir siyasal çıkış önerisi geliştirmektir. Geçiş talepleri ekseninde şekillense bile, ülke ölçeğinde devrimci sosyalistleri hatırı sayılır bir güç haline getirebildiği ölçüde, bu önerinin kapısı dünya ölçeğinde farklılıkların eşitlikçi-özgürlükçü evrensel cumhuriyetine, yani komünist medeniyete açık olacaktır.

1) Uyverist kendinde sınıfı tek ölçü kabul edip, onun pratik hareket/mücadele içinde kendisini sermaye düzenini karşısına almış sınıf (bu anlamda bir sosyal kurtuluş öznesi) olarak örgütlemesini talileştiren ya da en masum haliyle öteleyen, kısacası işçi dalkavukluğu diye de çevrilecek bir siyasi tutumdur. Bunun yalın hali, sınıf hareketini mavi yakalı işçiler ve onların sendikalarının verili bilinç ve duruşlarına endekslemektir.

2) https://birikimdergisi.com/guncel/472/300-ankara-bebesi-gardas-direnmeyek-mi-la