Benim annem özgürlük neferi...

“Annem beni yetiştirdi, halkı uyandır dedi. Halk olmadan bir şey olmaz, halkı uyandır dedi.”

Ruhi Su'nun sözleri... benim bu yazıyı yazarkenki tahayyülümde ise en çok sevgili Maside Ocak'a yakışıyor.

Hasan Ocak 1995 Baharının 21 Martı'nda gözaltında kaybedildiğinde, biz kardeşi Maside ile Esenyurt Lisesi'nde öğrenciydik. Belki de karıştırıyorum. Belki de Maside, “siyasi faaliyetler”imiz yüzünden bizden hemen önce bizim liseden de atılmıştı o sıralar...

O sıralar, yani 90'lı yılların ilk yarısında; bir yanda Türkiye'nin devrimcileri gözaltında işkencede katledilirken, öte yanda Kürdistan, kanla uslandırmaya yeminlilere direniyordu. Biz henüz lisede öğrenciydik ve “yıkıcı” hatta “bölücü” siyasi kimlikleri nedeniyle yakın çevredeki liselerden tasdikname belgesini alan öğrenciler bizim okula kayıt yaptırırdı. Maside de diğer birkaç arkadaşımız gibi bizim onur belgesi saydığımız tasdiknamesini alıp gelmişti, atılmıştı yani.

İyi ki gelmişlerdi. Bütün örgütler toplanmış “liseli öğrenci birliği” kurmuş ve Esenyurt Lisesi'ni bölgenin “mücadele okulu” haline getirmiştik. Sonra hepimizi birlikte bu okuldan da attılar tabi. Olsun, bir liselinin yapabileceğinin en iyisini yapmış, örgütlenmiştik. Böylece yüz metrenin ilk birkaç metresini de koşmuştuk...

Hasan'ın ve Maside'nin annesi Emine Ocak'la yine o sıralar tanıştık. Hasan Ocak kaybedilmişti ve biz okuldan atılmıştık...

Ve sonra hep birlikte Hasan'ı aradık... Hasan'ın işkence edilmiş cansız bedeni kimsesizler mezarlığında bulunduğunda, polisin onu kaçırdıktan sonra telle boğarak katlettiğini öğrendik. Ailesi adli tıpta Hasan'ın parçalanmış yüzünü teşhis ettiğinde Mayıs'ın ortası ve 95'ti.

Süleyman Demirel cumhurbaşkanı, Tansu Çiller başbakan, Mehmet Ağar emniyet genel müdürüydü...

O gülen yüzlü, rakik gözlü devrimciyi ölmeden kısa süre önce barikatlarında dövüştüğü Gazi Mahallesi'nde, yoldaşlarla birlikte, yoldaşların yanında toprağa verdik...

Ocak ailesi adli tıp kayıtlarında Hasan'ı ararken, aylardır haber alınamayan başka bir kaybedileni, Rıdvan Karakoç'u da bulmuştu. Karakoç, Hasan'dan birkaç yaş büyük bir Kürt yurtseveriydi. Üzerinde sigara söndürülmüş bedeni başka bir kimsesizler mezarlığında bulundu...

Hasan Ocak ve Rıdvan Karakoç gözaltında kaybedilenlerin simge isimleri oldu ve bizim soylu kadınlarımız Galatasaray Meydanı'nı ondan sonra fethetti.

*****

Tarih 27 Mayıs 1995'ti. Emine Ocak ve onlarca kadın, kınalı ellerine kaybedilenlerin karanfil işlenmiş fotoğraflarını alarak ilk cumartesi meydana çıktıklarında sadece iki istekleri vardı; kayıplarımızın bedenlerini verin ve katillerini cezalandırın... Sadece iki talep; ölülerine saygı ve adalet...

Emine ana Hasan'ı kaçıranları ararken önce devlete sormuştu. Verilen, verilecek bütün yanıt zaten belliydi: “bizde yok”.

Ama biz hepimiz, ülkemizin yurtseverlerinin, devrimcilerinin bir gece vakti kaybolduğunda ya da sabaha doğru evi basılıp alındığında... kimin götürdüğünü biliyorduk, faili meçhul diyorlardı ama biz failden emindik.

Hasan'dan sonra bizim bildiğimizi dünya da öğrendi. Dönemin İnsan Haklarından Sorumlu Devlet Bakanı Algan Hacaloğlu, “devlet suçüstü yakalanmıştır” itirafında bulundu.

Devletin resmi yanıtı ise, her cumartesi Galatasaray'a gelip kayıplarını soran bizim soylu kadınlarımızı saçlarından tutarak yerlerde sürüklemek olmuştu...

*****

Bir coğrafyanın acılarını kim takip eder, hesabını kim sorar, yaralarını kim sarar?

Henüz 20'sinde, 30'unda yaşamdan koparılmış çocuğunun, eşinin, kardeşinin yasını tutması gereken günde, katillerinin peşine düşen kadınlar yaptı bunu bizim ülkemizde.

O kadınlar, namı diğer Cumartesi Anneleri, sadece bir ana, eş, kardeş değildi. Karanlığa, sömürüye, faşizme karşı yürütülen mücadelenin feneri, neferi, yoldaşı oldular.

12 Eylül bir bellek silme operasyonu ise Cumartesi Anneleri belleği canlandırma ve diri tutma mücadelesinin öncüleriydi. Aynı Arjantin'de, “Bir tek mücadele kaybedilir, o da terk edilen mücadeledir” diyen Mayıs Meydanı Anneleri gibi.

27 Mayıs 1995'ten bugüne neredeyse 20 yıl geçti. Yarın 500. kez Galatasaray Meydanı'na gidip bağdaş kuracak Cumartesi Anneleri. Onlar 500 haftadır hesap soruyorlar. “Ben, oğlumun kemiklerini buldum ama tüm kemikler bulununcaya kadar ve failler yargılanana kadar bu meydanda mücadele etmeye devam edeceğim” diyen Emine Ocak da...

Emine anayı son gördüğümde bir fotoğrafta, Berkin'in annesinin saçlarını okşuyordu.

Mayıs, Haziran'a dönmüştü...

Öyle ya, benim annem cumartesiydi, marttı, mayıstı, hazirandı, benim annem Hasan Ocak'ın, Rıdvan Karakoç'un, Ferhat Tepe'nin, Cemil Kırbayır'ın, Medeni'nin, Ethem'in, Ali İsmail'in annesiydi... Ama benim annem en çok da mücadelenin ve onurun simgesi, halkının vicdanının sesi ve özgürlüğün müjdesiydi...

Ellerinden, ellerinden öperim...