Asıl işi olan enflasyonla mücadelede başarısız olan TCMB Başkanı Kavcıoğlu, ne olduysa, nerden çıkardıysa bir anda para politikasının odağına cari işlemler hesabını oturtmaya başladı. Hızını alamayıp, “… cari fazla verdiğimizde finansal istikrar ve fiyat istikrarını sağlamış olacağız.” deyiverdi! Sayın başkan bu değerlendirmesiyle, “Nobel İktisat Ödülü”ne giden yolların taşlarını döşemeye başladı bence!
Bu köşede sıkça vurguladığımız gibi, Türkiye’nin en önemli yapısal sorunlarından birisi temelinde dış ticaret açıklarının yattığı cari açık ve finansman biçimidir. Türkiye net olarak girdi ve ara malı ithalatçısı bir ülkedir. Sanayisi dışa bağımlıdır, ithal girdi olmadan neredeyse üretim yapamayan bir yapısı vardır. 1980 yılında uygulamaya konulan neoliberal politikalar ve arkasından 1989 yılında 32 sayılı kararla sermaye hareketlerinin serbestleştirilmesi ile ülkemize oluk oluk akan, sadece yüksek getiriye odaklı kısa vadeli sermaye (sıcak para) girişi nedeniyle değerlenen TL ve daha sonra Avrupa Birliği (AB) ile imzalanan Gümrük Birliği anlaşması bu sürecin oluşmasında temel etkenler olmuştur. Ayrıca yabancı tasarruflara dayalı büyüme tercihi, cari açığın büyümeye kısa ve orta dönemde pranga vurmasına neden olmuştur. Yani cari açık yaratmadan büyüyemeyen bir ülke haline gelmişiz. Durum böyle olunca bu yazımızda, cari açık, tasarruf ve yatırımlar arasındaki ilişkileri sizlere tekrar anımsatma gereği duyduk. Böylelikle sayın başkanın yeni “fantezisinin” neden gerçekçi olamayacağını sizlere açıklamaya çalıştık.
İktisatta yatırım denilince, ülkenin net sermaye stokuna yapılan eklemeler kastedilir. Yatırım nedeniyle o ülkenin üretim kapasitesi artar. Bu yatırımlar, yeni makine ve teçhizat satın alımları ile yeni konut üretiminden oluşan sabit sermaye yatırımları ile stoklara yapılan eklemelerden oluşur. Var olan makine, teçhizat ve inşaat el değiştirdiğinde ekonominin sermaye stokunda, yani üretme kapasitesinde bir değişme yaratmadığı için yatırım sayılmaz. Benzer biçimde daha önce ihraç edilen hisse senedinin yeniden satın alınması da yatırım değil, plasmandır. Tasarruf ise gelirin tüketilmeyen kısmı olarak tanımlanır. Bir ülkede tasarruflar yurt içi ve yurt dışı tasarruflar olmak üzere ikiye ayrılır. Yurt içi tasarruflar kamu ve özel tasarruflardan oluşur. Kamu tasarrufu bütçe fazlası anlamına gelir. Yurt dışı tasarruflar ise o ülkenin cari açığına eşittir. Eğer bir ülke dalgalı döviz kuru rejimi uyguluyorsa, cari açık, finans/sermaye hesabı fazlasıyla finanse edilir. Bu finansmanda doğrudan, portföy ve diğer yatırımlar kullanılır. Finansmanda doğrudan yatırımların kullanılması arzulanır. Portföy yatırımları “borç yaratan finansman” olarak değerlendirildiği için açığın bu yatırımlarla karşılanması istenmez.
İKTİSATÇILARA GÖRE CARİ AÇIK HER ZAMAN TASARRUFLAR İLE YATIRIM FARKINA EŞİTTİR
Dışa kapalı bir ekonomide yatırımların tasarruflara eşit olduğu varsayılır. Çünkü bir firma yatırımlarını ancak tasarruflarla finanse edebilir. Eğer ülkenin tasarrufları, yatırımları finanse edecek kadar değilse o ülke cari açık verir. Örneğin, yatırım harcamaları sabit olan bir ülkede tasarrufların ani bir tüketim artışı sonucu düştüğünü varsayalım. Artan tüketim beraberinde ithalat artışını getirecektir. Üstelik düşen tasarruflar nedeni ile yatırımların finansmanı için dışardan sermaye girişine gereksinim doğar.
Bir ülke kaynakları (ister ülke içinde isterse yurt dışında) ile bir yılda üretilen tamamlanmış mal ve hizmetlerin toplam değeri olan Gayri Safi Milli Hasıla (GSMH), o ülke sınırları içerisinde bir yılda üretilen tamamlanmış mal ve hizmetlerin toplam değeri olan Gayri Safi Yurt İçi Hasıla (GSYİH) ile net yurt dışı gelir (R) toplamından oluşur. Net yurt dışı gelir ise yurt dışında bulunan vatandaşların gelirleri ile yurt içindeki yabancıların gelirleri farkına eşittir. Harcamalar yaklaşımı ile GSYİH, tüketim (C), yatırım (I), kamunun mal ve hizmet alımları (G) ile ihracat (X) ve ithalat (M) farkından oluşan net ihracat (NX) toplamından oluşur. Yani, GSYİH = C+I+G+(X-M) dir.
Cari açık (CA) ise geleneksel olarak ihracat ithalat (X-M) farkı ile net yurt dışı gelir (R) toplamı olarak tanımlanır. Yani, CA = (X-M) + (R) dir. Öte yandan GSMH’den C+G toplamını çıkardığımızda tasarrufları elde ederiz. Böyle olunca da cari açık, tasarruf yatırım farkına eşit olur. Yani, CA = S-I dır. Bir muhasebeci gözüyle bu ilişkilere baktığımızda cari açık, hem net ihracat (NX) ile net yatırım gelirleri (R) toplamı hem de tasarruf yatırım farkı olarak karşımıza çıkar. Eğer bir ülkede yurt içi tasarruflar yetersizse, bu yabancı yatırımlarla finanse edilir. Bunun karşılığı sermaye hesabında kredi olarak gözükür ve aynı zamanda ülkenin cari açık miktarına eşittir. Buna karşılık eğer bir ülkede tasarruf fazlası varsa, bu tasarruf fazlası diğer ülkelerde yatırımları finanse etmekte kullanılır. Bunun sonucunda sermaye hesabı açık verirken, cari hesap fazla verir.
HER DÖNEM CARİ AÇIK VERİYORUZ
İzleyen grafik Türkiye’de tasarruf, yatırım ve cari dengedeki gelişmeleri göstermektedir. Grafikte yer alan tüm değişkenler, GSYİH’nin yüzde oranı olarak ifade edilmiştir.
Kaynak: Dünya Bankası
Grafikten ilk gördüğümüz (umarız sayın başkan da görür), Türkiye’nin istisnai yıllar hariç, sürekli cari açık verdiğidir. İstisnai dememin nedeni, cari fazla verdiğimiz yılların hemen hemen tümü kriz yılları sonrasına denk gelmektedir. Bu da kurlardaki çok hızlı ve ani artış sonucu geçici olarak ithalattaki keskin düşüşlerden kaynaklanmaktadır.
İkincisi, yurt içi tasarrufların, genellikle yatırımları karşılamada yetersiz kaldığıdır. Gerçekler bunlar iken, “Politika faizini cari açığı kapatmak için indirdim.” demenin gerçeklikle bir ilgisi kalmamaktadır. Bu, sadece ve sadece “Enflasyonla mücadele etmek için faiz oranlarını indirmek gerekir.” yanılsamasına bir başka “kılıftır”. Sanayisi neredeyse tamamen dışa bağımlı bir ekonomide faizi düşürerek, kuru yükselterek bununla ithalatı azaltıp ihracatı artırarak cari fazla vermenin; cari fazla sonucu düşecek kurlarla enflasyonu düşürmenin olanağı yoktur. Cari açığı kalıcı olarak düşürmenin, fazla oluşturmanın yolu, kamu önderliğinde yeni bir sanayileşme politikası uygulamasından geçmektedir. Türkiye’nin her alanda dışa bağımlılığını azaltmadan, faizi düşürerek, kuru artışı ile cari fazla yaratmak ve bunun sonucunda enflasyonun düşürülebileceği yanılgısı; olsa olsa “olmayacak duaya amin demek”tir. Korkarım ki -sırf başkan kalayım diye- olmayan ilişkileri varsayarak sözüm ona, “yeni politikalar” oluşturduğunu sanmak, yeni dönemde Türkiye’nin önündeki en önemli risk yaratacak etkenlerden birisi olacaktır. Kişisel arzular, projeler ve istekler yine “verili gerçekliğin” yerine geçmeye devam ediyor! Doğrusu, “Feriştah yengemizin fantezileri” bile daha gerçekçiydi! Sahi biz bütün bunları hak ediyor muyuz?