Baksırını sevdiğim...

Kadın ve erkek arasındaki eşitsizlik doğal veya cinsel değil tarihsel ve toplumsal bir olgudur. Ancak anatominin yazgı olduğuna inananlar, kapitalizm ve eril iktidar yüzünden kadın bedeni nesneleştirilmiştir. Bu sorunun en görünür olduğu alanlardan biri olan ve tanımlamalarında yoğunlukla mesellere yer veren dinler, özellikle yaratılış hikâyeleri ile kadının vücut bulmasını dahi erkeğe bağlamıştır. Örneğin mitolojik bir kadın kahraman olan ve adı bilgelik, bilgi, eylem ve mücadeleyle bir tutulan Athena Zeus’un hamile karısını yutması nedeniyle başından doğmuştur. Benzer şekilde Havva’nın Adem’in kaburga kemiğinden yaratıldığını anlatan mesel de Havva’yı bilgi, devinim ve yaratı yeteneğinden yoksun bırakarak erkeği yaratıcı konumuna getirmiş, böylelikle kadının varlığı erkeğin iradesine bağlanmıştır.

Kadınla erkek arasında cinsel, duygusal ve entelektüel ihtiyaçların tatmin edildiği kapsamlı bir birliktelik, erkeğin doğasına, egosuna, eril tahakkümüne aykırı düşeceğinden kadın tecrit edilmiş; kadın bedeni, cinselliği ve doğurganlığı dinsel veya toplumsal teşvik yoluyla evlilik kurumu çatısı altında denetim altında tutulmuştur. Haliyle kadın evlilik kurumuna bir beden (bakire ve doğurgan) ve bu bedenin teslimiyetini sorgulamayacak bir itaatkar olarak katılmıştır. Halen geleneksel toplum yapılarında kadın bedeni üzerinde erkeğin sonsuz tahakküm kurma hakkının olduğu varsayılır. Toplumsal cinsiyet bağlamında kadın bedeni üzerinde inşa edilen bu durum kadının özgüvenini yıkmaya yöneliktir. Kadının bedeni üzerinde koruma, sahiplenme, terbiye etme saikiyle işlenen cinayetler, ataerkil yapının meşruiyetini pekiştirme amaçlıdır.

Meksikalı yazar Guadalupe Nettel'in kendi çocukluğundan esinlenerek yazdığı “İçinde Doğduğum Beden”de gözünde bir anomali ile doğan bir kızın 1970'lerdeki yaşamını görme kusurunun etkilerinden başka dönemin baskın ideolojileri de mühürler. Bir psikanalistin kanepesinden aktarılan monologda yazar sırlarını ve kadın bedeni hakkındaki düşüncelerini de sıralar. “Çocukluklarında anne babalarının az çok rastgele saplantılarından başka bir nedeni olmayan düzeltme muamelesine maruz kalmış çok sayıda insan olsa gerek: Öyle konuşma, böyle konuş; öyle yeme, böyle ye; öyle şeyler düşünme, böyle şeyler düşün; öyle şeyler yapma, böyle şeyler yap; öyle durma böyle dur. Belki de türün gerçek devamlılığı burada, atalarımızın nevrozlarını, ikinci bir genetik yapı gibi miras aldığımız yaraları en sonuncu insan jenerasyonuna kadar sürdürmekte yatıyor.” diyerek çocuklukta edinilen davranışların yetişkinlikte de arsız bir kedi gibi yüzümüzü tırmaladığını vurgular.

 

İçinde Doğduğum Beden, Guadalupe Nettel, Çev: İdil Dündar, Nebula Kitap, 2021.

Sandra Cisneros ise “Mango Sokağı'ndaki Ev”de -Esperanza Cordero'nun- Chicago'da büyümekte olan bir Latin genç kızın kendini ve bir sokakla sınırlı küçük dünyasını keşfe çıkışının öyküsünü anlatır. Esperanza hep kendine ait bir evin hayalini kurar; bir erkeğe veya babasına ait bir evin değil. Yazar da kitabın giriş bölümünde her zaman kendine ait bir evi düşlediğini ve yazar olma hayalinden bahseder. Esperanza'nın ağzından sokağın acılı kadınlarını anlatırken çekilen zorluklara rağmen kadınların hayata nasıl bağlandıklarının altını çizer. “Kalçalar, çiçek gibi açıyorlar. Kemikler bir gün açılıverir. Bir anda. Bir gün çocuk sahibi olmaya karar verebilirsin ve çocuğu nereye koyacaksın. Yerin olmalı. O yeri sana kemikler veriyor. (...) Kalçalarınız oluverdiğinde onlarla ne yapacağınızı biliyor olmalısınız...” derken kadının doğurganlıkla özdeşleştirildiğini hatırlatıverir.

 

Mango Sokağı'ndaki Ev, Sandra Cisneros, Çev: Sevinç Seyla Tezcan, Pegasus Yayınları, 2019.

Emilie Pine ise “Kendime Notlar”da hayatında iz bırakan olayları -kısırlık, alkolizm, kadın bedenini ve acılarını sarmalayan tabular ile normlar, cinsel şiddet, taciz, tecavüz- kadınların sessiz olmasını isteyen otoritelere karşı durup kendi öyküsünü anlatırken aslında tüm kadınların hikayesini -kadınlığın elem, bilgelik, neşe ve başkaldırı hikayesini- anlatır. Sayısız klinik anılarından birini anlatırken “Hemşire gülümseyip bana ön sevişmeden söz etmiş, bir kadının orgazma ulaşması için gereken süreyi söylemiş, çoğu kadının yalnızca penetrasyonla orgazm olamadığını anlatmıştı. Cinsel hazdan her söz edişinde kızararak bu görüşmeye katlanmıştım ama bunlar hayat değiştiren bilgilerdi. Meğer seksin eğlenceli olması gerekiyormuş ve öyleymiş.” derken bastırılmışlığı, “Rahatsız edici bir kadın olmaktan korkuyorum. Ve yeterince rahatsızlık vermemekten. Korkuyorum. Ama yine de yapıyorum.” derken de başkaldırısını, bedeniyle nasıl barıştığını anımsar.

 

Kendime Notlar, Emilie Pine, Çev: Begüm Kovulmaz, Domingo Yayınları, 2021.

Kadınlara sessiz olmaları, dinlenmeye layık olmadıkları öğretilir. Konuşma riskini göze alanlar kibirli / edepsiz olduklarının düşünülmesi riskini de göze alır. Kadınlar korkularla, değersizlik hissiyle doğmuyorlar. Bunlar öğretiliyor kadınlara. Aile, toplum, siyasi erk, sevgili, eş öğretiyor. Erkek için kadın bedeni ciddi bir zaaftır, bu yüzden kadın kendisini erkeğin arzusundan sakınmalıdır, deniyor. Fakat arzu erkeğin tekelinde değildir.  Kadınlara erkek bedeni çekici gelemez mi? Erkekler için kırmızı iç çamaşırı uyarıcıysa kadınlar için de yeşil baksır uyarıcı olamaz mı? Kadınlar da erkek bedenine arzu duyamaz mı? Niçin bütün ahlak kurgumuz kadın bedeni ve cinsellik üzerine? İki kişinin tercihleri neticesinde yaşadıkları şey ahlaksızlık değildir. Ezcümle “Baksırını sevdiğim...” deyip soyunmayı da bedenini koruyup kollamayı da kadınlar bilir.