Bu yılki Sundance Film Festivali’nin Geceyarısı Bölümü’nde gerçekleşen dünya prömiyerinde büyük beğeni toplayan ve dolayısıyla yılın en merakla beklenen korku filmi konumundaki Ayin (Hereditary); ABD ile aynı anda dün (Cuma) ülkemizde de vizyona girdi. Özel olarak korku sineması müdavimlerine yönelik olmayan büyük festivallerde böylesi festivallerin gediklileri tarafından abartılı övgülere boğulan korku filmlerini normalde temkinli bir beklentiyle karşılarım ama Ayin gerçekten de son yılların en etkileyici korku filmlerinden biri çıktı.
Herşeyden önce Ayin özellikle son dönem korku filmlerinin önemli bir bölümünün, buna yerli korku filmlerinin de önemli bir bölümü dahil, sıklıkla başvurduğu en ucuz korkutma trüğüne başvurmuyor ve de bunun tam tersi bir tercihe başvurarak diğer yöntemin çok daha etkileyici olduğunu kanıtlıyor. Burada kastettiğim kesinlikle gösterme-ima etme ikilemi değil, Ayin bu dikotomi içinde ‘gösterme’ kutbuna daha yakın. Kastettiğim yalın biçimde şu: Yakın dönem korku filmlerinin önemli bir bölümünde perdede ürkünç bir figür belirdiği anda aniden müziğin patlama düzeyinde yükseltilmesiyle izleyicinin koltuğunda sıçraması sağlanıyor. Oysa böylesi bir ses efektine başvurmak zaten perdede ne olursa olsun, perdeye gelenden bağımsız olarak, işitme engelli olmayan her insanı gayet doğal olarak bir anlığına koltuğunda sıçratır ve böylece perdede karşımıza gelenin korkunçluğu, etkileyiciliği perçinlenmek yerine ikinci plana düşer. Ayin ise beklenmedik anlarda kadraja giren, üstelik genellikle de kadrajın odağında değil karanlık bir köşesinde beliren tekinsiz figürleri böylesi ucuz ses efektlerine başvurmadan yansıttığından bu sahnelerde soluk kesici bir deneyim yaşatıyor. Açıkçası korku filmleri izlerken korkma eşiği bir hayli yükselmiş bir sinemasever olarak Ayin’in pek çok sahnesinde tüylerimin ürperdiğini, diken diken olduğunu ifade etmek isterim.
Ayin orta-üst gelir grubundan bir ailedeki büyükanne Ellen’in cenaze töreninin arifesinde başlıyor. Ellen’in iki çocuk sahibi kızı Annie’nin filmin ilk yarısı boyunca peyderpey paylaştığı anlatımlardan Ellen’in oğlunun intihar etmiş olduğunu, Ellen ile Annie arasındaki gerilimli ilişkiden dolayı Annie’nin kocasınin iki kadının görüşmesine bir süre izin vermediğini, ancak Annie’nin ikinci evladının doğumuyla birlikte büyükannenin çekirdek ailenin yaşamına tekrar girdiğini ve erkeksi bir isim olan Charlie adı verilen bu kızı bir hayli sahiplenerek onunla çok yakın bir ilişki kurduğunu öğreniyoruz. Bu arada korkunç resimler çizmek gibi tuhaf huyları olan Charlie, büyükannesinin, kendisinin aslında bir erkek çocuk olmasını arzu ettiğini söylüyor. Filmin ortalarında ise Annie, ilk evladı olan Steve’i aslında anne olmaya henüz hazır olmadığı düşüncesiyle doğurmak istemediğini ama düşük yapma girişmlerinin başarısız olduğunu ağzından kaçırıyor.
Neticede bir hayli sorunlu bir aile tablosu var Ayin’de. Bu sorunlu aile tablosunun odağında ise, film boyunca hayattayken hiç görmesek de müteveffa büyükanne Ellen yeralıyor. Ellen, çocuğu kuşatıcı ve genellikle adeta boğucu biçimde sahiplenen arketip anne figürünün bir temsili gibi ki kadim “canavar anne” imgesinin ardında biraz da bu anne arketipi yatar. Çocuk sahibi olmayı tercih etmemiş olan Annie ise bu anne arketipinin tam zıt kutbunu temsil ediyor. Bu arada geçtiğimiz yıllarda izlediğimiz Arjantin yapımı korku başyapıtı Mama’nın (2013) da bu dikotomik temsil üzerinden işleyen –ve açıkçası Ayin’den bile daha etkileyici ve de daha derinlikli- bir film olduğunu geçerken not edeyim. Ancak Ayin bu dikotomik temsile ilginç bir motif daha ekliyor ve böylece filmin ekseni daha başka bir düzlem üzerinden yükseliyor: Ellen, yalnızca çocuk figürünü sahiplenici bir anne figürü değil, spesifik oarak erkek çocuk takıntılı bir anne figürü! Bu erkek çocuk takıntısı ise klasik Freudcu psikanalizin en tartışmalı (*) savlarından kadınların imrendikleri ve noksanlığını duydukları varsayılan “fallusun” yerine ikamet etmek üzere çocuklarına takıntılı oldukları nazariyesinin katmerli bir versiyonu; Ellen’in yalnızca herhangi bir çocuk değil erkek çocuk sahiplenme takıntısı onun bir “fallusa” sahip olma güdüsünü daha belirgin kılıyor. Heyhat, kendi oğlunun intiharı ve Annie’nin oğlu Peter büyürken Annie’nin kocasının Ellen’i uzak tutması Ellen’in bir erkek çocuğu sahiplenmesine ket vurmuş ve de sonuçta Charlie ile yetinmek zorunda bırakmış. Bu durum dikkate alındığında Charlie’nin tuhaflığının Ellen’in bu erkek çocuk takıntısı için bir ikame işlevi görmek durumundan bir şekilde kaynaklandığı belli oluyor. Bu kaynaklanmanın tam olarak ve aslen nasıl olduğu ise ilk yarısı, Ellen’in hayaletinin filmin en başlarında bir anlığına tezahür ettiği bir sahne hariç esas itibariyle bir korku filminden ziyade psikolojik gerilim formatında bir aile draması olarak akan Ayin’in vites yükseltip korku formatına geçtiği ikinci yarısında ortaya çıkıyor.
Ele aldığı filmin sonuç bölümünü kısmen de olsa açık eden yazıları, filmi bizzat izlemeden önce okumak istemeyenler bu yazının geri kalanını atlayabilirler, filme dair temel tespitlerimi yukarıda ana hatlarıyla da olsa yaptığımı düşünüyorum, bundan sonra bu temeli filmin sonuç bölümünü de ele alarak biraz daha açımlamaya ve bu arada dallandırıp budaklandırmaya yöneleceğim. Ellen’in ölümünden sonra evde Charlie odaklı tekinsizliklerin artması ve bilahare Charlie’nin de ağabeyinin direksiyonda olduğu bir araba kazasında kafası koparak ölümünün ardından doğaüstü bir varlığın Peter’e musallat olması üzerine Annie, Ellen’den kalan eşyalar arasındaki bir “ruhbilimi” kitabına gözatarak Payman adlı bir kadim iblisin kendisini davet edenlere servet ve benzeri olanaklar sağladığını okur ve böylece Ellen’in şeytani planının Payman’a dünyada tezahür edeceği genç bir beden angaje etmek olduğu anlaşılır. Bu noktada, Ellen’in bu tezgahı kurmadaki motivasyonun servet dahil dünyevi kudret elde etmek olması, onun yukarıda vurguladığım erkek çocuk sahiplenme takıntısının kadınların “fallus” sahibi olması arzusunun (böyle bir arzuya sahip oldukları varsayımının) yansıması olarak okunabileceği noktasını perçinliyor, “fallusun” cinsel kimliğinin ötesinde toplumsal kudret, iktidar simgesi olmasının ışığında. Ve “mutlu sonla” biten konvansiyonel korku filmlerinden, örneğin Şeytan’dan (The Exorcist, 1973) farklı olarak, Ayin’de Ellen’in bu tezgahı başarıyla sonuçlanıyor. Ellen’in tarikatının üyelerinden kaçarken evinin penceresinden atlayan ve böylece muhtemelen ölen ama doğaüstü varlığın bedenine nüfuz etmesiyle canlanan Peter, Charlie’nin favori mekanı olan ağaç evinde önce İsa benzeri ama başsız ve başı yerine Charlie’nin kesik başının konulmuş olduğu bir heykele tapınan tarikat müritleriyle karşılaşır, akabinde bizzat Peter’in başına bir taç geçilir ve Peter/Paymon tapınma seansının odağı olur. Tarikat, kudret sahibi olan ve ona hizmet etmeleri üzerinden kendilerine de kudret bahşedecek erkek figürüne huşu içinde tapınmaya devam eder.
Son olarak, Charlie ile başlayarak filmdeki kadınların niye hepsinin kafalarının koptuğu sorusunun yanıtının ise filmde tam olarak verilmediğini ama bu yanıtın film-dışı ve filmin muhtemelen beslendiği film-öncesi metinlerde bulunabileceğini teminli olarak not edeyim. Kısa bir online araştırma, Paymon’un betimlendiği en eski yazılı metinde, 16’ıncı yüzyılda yazılmış bir “demonoloji”, iblis bilimi (!) kitabında “erkek görünümüne bürünmüş” ve “efemine bir simaya sahip” olduğunun ifade edildiğini ortaya koyuyor! Bu betimlenmenin queer çağrışımı açık, öte yandan bir iblis üzerinden yapılması da herhalde homofobik, belki de “dolap içindeki” queer bir temsil. Ayin’in bu sulara açıldığını tam olarak öne sürmüyor, bedeni ele geçirilmiş Peter, Paymon olarak taç giymeden önce sahnedeki üzerine Charlie’nin kesik kafasının konulduğu İsa benzeri heykelin, Paymon’a dair bu kadim betimlemeye gönderme olduğuna işaret ediyorum. Öte yandan Ayin, kadın başlı erkek figürünün de yerine son tahlilde tam bir erkek bedeni, üstelik “sağlıklı bir erkek bedeni” diye vurgulanan bir erkek bedenin geçmesiyle noktalandığından katıksız bir erkek-egemen parametre içinde noktalanıyor, hatta tam erkek bedeni “sağlıklı” beden olarak vurgulandığına göre yarı-kadın, yarı-erkek figürünün, ‘ne kadın ne erkek’ kimliğinin de “sağlıksız” olduğunu ima etmiş olarak.
(*) Kadınların fallusun “noksanlığını” duyduğunu varsaymanın, kadınları erkeğe oranla noksan olarak varsayan erkek-egemen bakışın bir yansıması olduğu, klasik Freudcu psikanalize getirilen temel itirazlar arasında yeralır.