Türkiye’de asgari ücretin düşüklüğü/yüksekliği hep medyatik bir tartışma konusudur. Bu tartışmayı iktidar yanlıları Avrupa’da bir asgari ücretli kaç kilo domates alabiliyor ile örnekleyerek, ''Önemli olan satın alma gücüdür'' der. Muhalif kesim ise ''Türkiye'de bir asgari ücretli bir araba ya da televizyon için kaç ay çalışmalı'' hesabı yapar.
Yani domates ile araba arasına sıkışmış bir kısır döngü var. Her iki kesimin verdiği domates, araba ve ülkelere göre asgari ücret bilgileri doğru. Verilerde de bir yanlışlık yok. Ama ilk yazımda belirtmiştim. Ekonomi istatistiklerle yalan söyleme sanatıdır. Haliyle birçok veri setiyle karşılaştırma yapmadan asgari ücret/domates fiyatı size sadece kaç kilo salça yapabileceğinizin bilgisini verir. Salça nereden çıktı bir de onu karıştırma diyebilirsiniz. Mecazi anlamda salça diyelim.
Peki verilen bilgileri hangi veri setleri ile kıyaslamak ve anlamak lazım?
Sırasıyla gidelim.
Öncelikle bir ülkede çalışanların ne kadarı asgari ücret ile çalışıyor? İşte en büyük soru bu. Yani ülkenin birinde çalışanların sadece %9’u (misal Fransa) asgari ücret alırken, diğer bir ülkede çalışanların %40’ı (misal Türkiye) asgari ücret alırken, iki ülke arasında salça yarıştırmak anlamlı mı?
Peki nereye bakacağız? Gidip ülkenin veri setlerine bakacağız ama bakamıyoruz. Türkiye’de ortalama ücret çalışması 2014 yılından beri yapılmıyor. %40 oranını da farklı farklı veri setlerini ortaya koyarak çıkarsamalar yaparak çıkartabiliyorsunuz (ama hemen hemen doğru).
Yani “Fransa’da da Türkiye’de de asgari ücret ile 500 kilo domates alınabiliyor” dendiği zaman şöyle de bakılabilir; Fransa’da çalışanların %91’i ayda 500 kilodan fazla domates alabilirken bu oran Türkiye’de %60’tır.
O zaman alım gücü endekslerine bakmak daha anlamlı. Ama alım gücü endeksleri de ortalama ücret üzerinden çalışmıyor. GSMH yani kişi başı gelir üzerinden çalışıyor. İktidar taraftarlarının, özellikle Erdoğan’ın ''Satın alma gücünde dünyanın OECD ülkelerinde 13. ülkesiyiz'' şeklinde övünmesinin nedeni bu. Elbette ücretler OECD’ye göre daha düşük ama daha fazla harcama yapılabiliyor diyor.
Ancak ülkede GSMH dengeli mi? Misal Fransa’da halkın %20’si gelirin %55’ini mi alıyor? O zaman burada da bir doğrudan bahsedemeyiz. Satın alma gücümüz Cengiz İnşaat patronuna ayda 50 ton domates alma kolaylığı veriyor ama aşağıdakilerin bu ucuzluktan hunharca faydalanma hakkı yok. Yani eşitsiz bir gelir dağılımında eşitsizlerin satın alma gücü hepimizi daha yüksek gösteriyor. Yani; “Cengiz tonla domates yiyince, biz de yemiş sayıldık”.
Peki devam edelim, Türkiye gerçekten ucuz bir ülke mi? Gıda, meyve, sebze vs. anlamında evet. Pardon gıda fazla oldu. Yani et süt vs. değil. Hıyar gerçekten ucuz bizde. Buna benzer birkaç kalem daha var satın alma gücümüzü artırıyor. Ama burada da istatistiki yalanlar var. Nasıl hesaplandığını bilmiyoruz.
Okumaya üşenmezseniz devam edeyim. Satın alma gücünün birimi 100 olarak hesaplanıyor OECD raporlarında, OECD meyve-sebze ortalaması 100 iken Türkiye’de 40, misal İsveç 150. Ortalama hep 100. Ancak araç satın alma gücünde OECD ortalaması 100 iken Türkiye 130 görünüyor. Avrupa’da en yüksek vergi politikası izleyen İsveç’te ise oran 140. “Ne yani bizde araçlar sadece %30 mu daha fazla ortalamadan” diye içime kurt düşüp bir İsveç araç satış sitesine girdim. Arabalardan da zerre anlamam. Yani oradaki x markanın z modelinin y üretim yılı fiyatını görür görmez ne kadar ucuzmuş diyemedim. Öyle insanlar var özenirim onlara, bir araba fiyatını duyar duymaz ucuza/pahalı almışsın vs. diyebiliyorlar. Konuyu dağıtmayayım aynı özelliklere sahip araçları burada da sitelerden araştırdım. İsveç’te fiyatlar neredeyse yarısı. Özetle satın alma gücü hesaplarındaki belirlenen fiyatlar nasıl belirleniyor onu da bilmiyoruz. Tahminimi söyleyeyim, Türkiye bu istatistiklere ÖTV (Özel Tüketim Vergisi) olmadan giriyordur. Çünkü böyle bir vergi, vergi dünyasında yok. Türkiye’de de yoktu, 1999 depreminin hediyesi bize.
Benzer durumları çoğaltabiliriz. Örneğin Türkiye bu satın alma gücü parametrelerine eğitim kamu tarafından ücretsiz verilmektedir şiarıyla girmekte. Ancak Avrupa’nın sanırım en yüksek özel okul ve öğrenci sayısı yine bizde. Yani kamu eğitimi ücretsiz ama ücretsiz bu eğitimi almak istemeyen milyonlarca zenginimizin olması bir garip! Misal bir Avrupa ülkesinde öğretmenlik yapan arkadaşıma ''Şimdi sen KPSS'ye vs. girmemişsindir özel bir okula mı girdin'' diye sormuştum ilk gittiğinde. “Koca başkentte özel ilkokul zaten 2 tane, tabii ki kamu okulunda başladım” dedi. Burada atanamayan öğretmendi. Ayrıca kamu eğitimi misal gerçekten ücretsiz mi? Kendi kızımdan biliyorum, okulun tuvalet kağıdından, öğretmenin fotokopi kağıdına, okulu temizleyen temizlikçinin gündeliğinden kapısında bekleyen görevlinin maaşına kadar hep beraber el ele veriyoruz. Aslında bir nevi “veli eğitim dayanışma kooperatifi”. Yan sınıf öğretmenlerine yeni PC almış! ''Bizim neyimiz eksik'' deyip gazla onu da alıyoruz.
Konuyu çok dağıttım yine, asgari ücrete dönelim. Bir tartışma da asgari ücretin eskiden ne olduğu ve şimdi ne kadar arttığı üzerine. Burada da yanlış bir tartışma var. Eskiden asgari ücretle şu kadar çeyrek altın alınırdı diye. Çeyrek altın fiyatları o kadar arttı ki, eskiden bir arkadaşınızın düğününe yolda giderken alıverirdiniz çeyrek altını hiç düşünmeden. Geçenlerde bir arkadaşla ortak gram altına girdik. Yani parametreler yanlış. Altına vurursak bu hesap tutmaz.
Ama şu bir gerçek AKP iktidarında asgari ücret enflasyon oranının üzerinde arttı. Ama burada da bir çelişki var. Asgari ücretin çok artması sermayeyi üzmez mi? İşte garip olan kısmı sermayenin emek maliyeti brüt üzerinden ve o kadar artmadı. Düzenlenen vergi dilimleri ve ek vergi teşvikleri ile sermaye yine aynı maliyette (enflasyona paralel) asgari ücret ödüyor. Peki bu vergi teşvikleri nereden karşılanıyor? İlk yıllar SGK’den! Yani şimdilerde “Böyle giderse ileride emeklilerin maaşlarını ödeyemeyiz” diyen iktidar SGK’yi sermaye lehine boşalttı. Son 2 yıldır ise bu vergi teşviki nereden ödeniyor peki? İşsizlik fonundan! Yani aslında işçilerin biriktirdiği paralar sayesinde asgari ücret enflasyon üzerinde arttı ama sermayeye yük getirmeden. Aslında asgari ücret üzerinde maaş alanlarda da bir gelir kaybı yaratarak (Çünkü daha yüksek maaşlılar bir nevi asgari ücretlileri sübvanse ediyor, sermayeye yük gelmesin de).
Sonuç olarak karşılaştırılan birçok ülkede istisna, genelde vasıfsız ya da düzensiz işler için belirlenen bir asgari ücret skalası yavaş yavaş Türkiye’de emekçilerin çoğunluğu için “normal ortalama ücreti” olma yolunda gidiyor. Kıyaslamayı şöyle yaparsak belki daha anlamlı olacak... Bir öğretmen orada ne kadar, burada ne kadar domates alabilir? Ya da üniversiteden mezun olup aylarca işsiz kalan ve ilk bulduğu işe giren bir genç mühendis orada kaç kilo, burada kaç kilo domates alabilir?
Düşünsenize Ermenek’te bir maden işçisiniz, ağır bir iş, maden göçükleri, grizular sıradan sektörde. Üstüne üstlük 1 yıl maaşınızı da alamıyorsunuz ama sizin ne kadar domates alabileceğiniz, Londra’da okuldan sonra günde 3 saat kafede çalışan bir öğrenci için belirlenen asgari ücret ile karşılaştırılıyor.
Peki bitti mi karşılaştırmamız gereken veri seti? Hayır maalesef bitmedi. Son bakacağımız veri ise bir ücretli kaç kişinin geçimini sağlıyor. Türkiye’de istihdam oranı %40’lara doğru iniyor. Yani bir çalışan 2,5 kişiye bakar hale geldi. Ama OECD ortalamasında bu oran 1,5. Yani aldınız domatesi ama onu daha fazla kişiyle paylaştırmanız gerekiyor.
Peki bitti mi? Maalesef bitmiyor. Peki çalışma saatleri ne olacak? OECD ülkelerinde ortalama çalışma saati 38 saat, Türkiye 45 saat. Yani aylık maaşla aynı kilo domates alsanız bile saat ücretiniz ile o 5 kilo domates alırken siz 4 kilo alabiliyorsunuz.
Tabii ki derdimiz OECD/Avrupa ülkeleri mis gibi, çalışanlar daha iyi, hayat daha kolay vs. demek değil, o ülkelerde de yaratılan zenginliklerin emekçi sınıflarla dengeli bir şekilde paylaşılmadığı, bizde olduğu gibi göçmen emeği üzerindeki sömürünün artık kölelik düzeni seviyesinde olduğu ve durumun daha kötüye gittiğini hepimiz biliyoruz ama en azından “bak Avrupa’da bir asgari ücretle kaç kg doma…” diye başlayan cümleyi tamamlatmadan domatesi yerine yerleştirmek de lazım.
Belki soru şu da olabilir: “OECD ülkelerinde bir üst düzey kamu yöneticisinin çocuğu, babasının geliriyle kaç gemi alabilir?”