31 Mart ve susmak…

Rumi takvime göre 31 Mart 1325, miladi olarak 13 Nisan 1909 a denk düşer…

Miladi olarak 13 Nisan’ın tarih söylemimizde esamisi yoktur.  Varsa yoksa 31 Mart vakası diye şerh düşülür hakkında. Ve sanki miladi takvime ait bir zaman aralığıymış gibi de bahsedilir bu günden.

Neyse nedir; özetle Osmanlının son günlerine denk düşen ve tarihen gerici bir kalkışmanın adıdır 31 Mart.  Yani o güne gericilik atfedenler için adeta uğursuz bir tarih kavşağıdır tarihteki bu gün.

Bu yılın miladi 31 Mart günü de Cumhuriyet tarihinin bu aralığına hayli uğursuz bir gün diye geçmiş sayılabilir.

Günün üstündeki bulutlar henüz dağılmadı. Acısı da, hayreti de hayli sıcak ve henüz soğukkanlı değerlendirmeler yerine, bu acının, bir öfkenin, her boy ve soydan kışkırtıcılığın ve siyasi rantçılığın kol gezdiği bir duman tütmekte üzerinden…

***

Şu elektrik kesintisinin ne menem bir iş olduğunu anlayan beri gelsin. Düzmece mi; yoksa gerçekten teknik, teknolojik bir facia mı yaşadık? Kimimiz biliyordu; azılıkta olan bir kısmımız kestirdi; yakında çoğunluk olarak da her halde anlar, öğreniriz…

Anlarız da, bakalım neyi anlayacağız...

Önce düne gidelim ve dün sabah saatlerinden, akşamüstüne sarkan saatler boyu kimi habere göre 38 ilde, kimi habere göre Van hariç memleketin tümünde hayatı ‘a dan z ye’ durduran elektrik kesintisinin ne olduğunu en yetkili olması gerekenler, yani hükümet, bir türlü açıklayamamıştır.

Hadisenin güme gitmesine neden ise elektrik kesintisinden çok daha acıklıdır. Kesinti olayını gündemden düşüren başka bir olayın günün içine karışması ve o nedenle getirilen yayın yasakları, elektrik işinin ne olduğu, olabileceği üzerine soru sorup, söz söyleyecek derman bırakmamıştır.

Bu işi noktalamadan hemen şuna işaret edip diğerine geçilmelidir…

O da, günün gündüzüne sıkışan olayların şiddetle yaşandığı saatlerden sonra, yani dün gece meclisten Sinop’ta nükleer enerji reaktörü kurulması kanunu şıpın işi geçirilivermiştir. Eh onca elektrik badiresinden sonra, nükleer enerji tartışmasına itirazı olanlar dahi böylece mecburen ikna edilmiştir. Rantının ne olduğu ve kokusu kuşkusuz çıkacaktır. Ne ki her şey olup bittikten sonra…

Bir de, bizde olan bu olay, normal hayat ve siyaset koşullarının yaşandığı başka bir memlekette olsa, hükümetlerin bir dakika durmayacağı ve istifanın bir haysiyet sorunu olarak uygulanacağı gerçeği, Türkiye’de bir defa daha işlememiştir. Hükümet yerli yerinde ve icraatına pişkinlikle devam etmektedir.

***

31 Mart 2015 vakasının ikinci perdesi, ilkinden daha dehşetengizdir… 

Berkin Elvan’ın katilleri olan polislerin isimlerinin açıklanması isteğiyle, iki DHKP-C üyesi, Çağlayan Adliyesini basıp soruşturmayı yürüten Savcı M. Selim Kiraz’ı rehin almıştır.

Eylemin sona erdirilmesine ilişkin talep ve pazarlıklar ve aracı olan Berkin Elvan’ın babası Sami Elvan’ın girişimleri sonuç vermemiş ve tepeden verilen emirle Savcı dâhil diğer iki kişi operasyonla öldürülmüşlerdir.

Üzerinde çok yazılıp, çizilecektir. Sonrasında ve mutlaka başka gerçekler gün yüzüne de çıkacaktır. Ne ki giden üç kişinin ardından önce devletin başı, sonra hükümete bakanların başı başarılarından ötürü polisi kutlamıştır. Neyin başarısına imza atıldığı sorgulanmaya muhtaçtır. En olmaması gereken gerçekleştirilmiş, infazla işlem bitirilmiştir.

Acının bin bir biçimi yürek dağlamaktadır. Kimisi oh olsun, kimisi işi Geziciliğe bitiştirip onlardan da hesap sorulsun diye ayağa kalkmış bulunmaktadır. Ancak açık seçik olan ve gözler önünde devletin kolluk güçlerine emir verdirilerek işlenen bir cinayet vardır. Yani karine değil aleniyet galebe çalmış, devletin kendisi, suçlu diye gördüğünü yakalayıp adalete teslim etmektense, kendi savcısının bile infaz edilmesine karar almış görünmektedir.

Bu geçmişte Türkiye’de defalarca denenmiştir. Devletin bizzat rol dağıttığı tarihsel olayların nihayetinde, faşizm canavarlığının ceremesini, her seferinde halk çekmiştir…

Bu defa da filme çekilen senaryo, eski bildiklere yeni giydirilmiş bir kostümlerle vizyona sokulmuştur…

Lafı dolandırdığım sanılmasın; kuşkusuz bu olayın yaşanması veya yaşanmamasına dair söylenecek çok söz vardır. Ancak üç cenazenin olduğu bir kavşakta ve üçünün de sorumlusunun, faillerinin kimler olduğunu, bütün milletin gördüğü bir tarihsel anda, Savcı’yı da, diğer iki insanı da kurtarmak için canla başla uğraşan Sami Elvan ve eşinin akşam saatlerinde yayımlanan açıklamalarını okuduktan sonra, klavyenin başında durdum ve soluğumu tuttum.

Şimdi benim için biraz susma zamanıdır…  

Bakın Sami Elvan, kimi satır aralarında ne diyor…

“… Şimdi savcı Mehmet Kiraz’ın ailesine başsağlığı diliyoruz ve biliyoruz ki küfreden, hainsiniz diyen, helal olsun diyen bir dolu insan çıkacak. Umurumuzda değil ne dediğiniz. Biz Berkin’in anne ve babası olarak en içten duygularla ve tüm samimiyetimizle Savcı Mehmet Kiraz’ın acılı ailesine başsağlığı ve sabırlar diliyoruz, acılarını paylaşıyoruz, çok üzgünüz. Biz Berkin’in anne ve babası olarak Bahattin’in ve Şafak’ın ailelerine başsağlığı ve sabırlar diliyoruz, çok üzgünüz... 

Cumhurbaşkanından, sivil toplum kuruluşuna, medyasından, sokağına, siyasetleriniz, politikalarınız, çıkarlarınız, hesaplarınız artık bizden uzak olsun. Çocuğumuzu bize geri getirebilen var mı? Varsa öyle birisi o çıksın ve konuşsun ne derse, ne isterse yapmaya hazırız. Yok değil mi?

Susun artık. Berkin öldü. Biz her gün yeniden yeniden öldük.

Yeter artık. Kimse zarar görmesin. Görüşü, inancı, konumu, kim olduğu önemli değil. İnsan olan kimse artık zarar görmesin.

Ben Gülsüm Elvan, ben Sami Elvan…

Bundan sonra da kimsenin burnu kanamasın, analar ağlamasın diye elimizden geleni yapacağız. Evladını, eşini, babasını, annesini kaybetmiş ailelerle yan yana olacağız. Kan akmasın, silahlar sussun, barış ve adalet olsun, çocuklar öldürülmesin diye hayatımızın sonuna kadar mücadele edeceğiz…”

 

“Susun artık” diye haykırıyor Sami Elvan…

Ve sonra ekliyor, kaldığı yerden…

“Mücadele etmek…”

“Mücadele edeceğiz…”

Bizim de sözümüz söz olsun…

Bu acıların hesabı sorulsun…

Ve etmekle, edecekler arasında geçen hayatlarımızda,

Zamanın kadranında…

Akreple yelkovan arasına sıkışmışlıklar vaktinden

Bir gün mutlaka kurtuluruz diye düşünüyorum…

“Susun şimdi” diyorsa Sami Elvan…

Şimdi susuyorum…

nuriabaci@gmail.com

Okuyucuya öneri:

Sami-Gülsüm Elvan açıklaması ile Sami Elvan’ın infaz öncesi yaptığı telefon görüşmesini aşağıdaki kaynaklarda:

http://ilerihaber.org/elvan-ailesinden-caglayan-aciklamasi/12927/

http://ilerihaber.org/video-detay/caglayan-eylemcileri-operasyondan-once-sami-elvanla-konustu/123/