19 yıl önce bugün Türkiye yeni bir güne uyandı.
Dokuz saatlik Milli Güvenlik Kurulu toplantısında askerlerin Refah-Yol iktidarına karşı ağır suçlamalarda bulunması ve laikliğin tehdit altında olduğuna dönük uyarıların ardından siyaset alanı yeniden düzenlendi.
Açılan yeni dönemin en önemli sonucu, Refah Partisi'nin iktidardan düşmesi ve Milli Görüş geleneğinde yaşanan yol ayrımları oldu.
28 Şubat müdahalesinin, şeriat endişesiyle ordunun iki damarının buluşmasıyla mümkün olabildiğini söylemek mümkün...
Ayrımlarının nerede başlayıp nerede bittiği dahi belirsizlik taşıyan bu iki damarın bir tarafında ABD-İsrail tonu ağır basarken, diğer tarafı daha 'ulusalcı-Kemalist' renklere sahipti.
Refah-Yol iktidarının, bu çizgileri birbirlerine yaklaştırması; emperyalist merkezlerde Ortadoğu'nun yeniden şekillendirilmesi planları yapılırken Türkiye'nin daha doğrudan kontrol edilebilir ve güçlü bir iktidar yapısına kavuşturulması ihtiyacıyla çakışıyordu.
Bu ihtiyaç, İslamcılıktan tam bir uzaklaşma anlamına gelemezdi. Zira, Türkiye siyasetinin Yeni Osmanlıcı bir eksende yeniden şekillendirilmesi, uzun süredir (1980'lerin sonralarından itibaren) gündemdeydi ve daha sonra somut belgelerini de gördüğümüz gibi R.T. Erdoğan'a yönelik ABD ilgisinin bir mazisi bulunuyordu.
Tarihsel olarak ve objektif biçimde bakıldığında, 28 Şubat, AKP iktidarına kadar giden sürecin önemli bir dönemeci oldu.
ABD'den destek bulma zorunluluğu olan ve içinde bir dizi eğilimi barındıran bir düzen partisi olarak Asker Partisi'nin hamlesinin ilk sonucu, Refah Partisi'nin içinden "Milli Görüş gömleğini çıkarttık" diyen bir ekibin yaratılması, ikincisi ise Irak ve Afganistan müdahaleleri için gereken Batıcılığı sergileyebilecek bir yeni politik konfigürasyonun oluşmasıdır.
Ya gelinen nokta?
Mevlit okutan TSK'dır ve bu da 28 Şubat'ın bir sonucu sayılmalıdır.
Yanlış anlaşılmasın, 28 Şubat'ı emperyalist merkezlerin düğmeye basmasıyla gerçekleşmiş bir müdahale olarak görüyor değiliz ancak siyasetin ABD ve İsrail'e rağmen şekillendirildiği de söylenemez. Bir denge kurulmuştur, bir yola girilmiştir.
Gelelim 29 Şubat 2016'ya...
Bugün yapılması gereken, artık, 28 Şubat'la girilen o yolun ana hatlarının berrak bir şekilde tanımlanması ve gericilik karşıtı mücadeleye sağlıklı bir eksen çizebilmektir.
- Bu eksen, içerideki-dışarıdaki düzen güçlerinden bağımsız bir eksendir.
Yüzü Türkiye'nin içine dönük olmalıdır. Emperyalist-kapitalist sistemin (en azından) sınırları içinde yapılan her düzenlemenin Türkiye'de gericiliğe yeni boyutar ve yeni mevziler kazandırdığı açık olsa gerek. Dahası, laikliğin sermaye güçlerinin gelecek kurgusuna fazla geldiği, açıkça tehlikeli bulunduğu artık anlaşılmış olmalıdır.
- Bu eksen halk örgütlenmesine dayanmalıdır. Yüksek siyasetin bulutlarında yapacak şey kalmamıştır. Laiklik mücadelesi, gerçek siyasetin zeminine, toplumsal örgütlenme alanına ayağını basmalıdır. Türkiye siyasetini okumaktan aciz üç-beş kişinin emekçi halka söyleyecek sözü kalmamıştır. Emekçiler, gericilik karşıtı, ilerici mücadelelerini sokak sokak, mahalle mahalle örgütlemelidir.
- Bu eksen, özellikle gençlerin ve kadınların özgürlük talebinin temsilcisi olmalıdır. Laiklik olmadan özgürlüğün, özgürlük isteği ve kavgasıyla donanmadan laikliğin altı boş kalacağı bilinmelidir.