Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) tarafından açıklanan 2020 yılına ait enflasyon verilerinin ardından, Ticaret Bakanlığı 2020 yılı ihracat ve ithalat verilerini açıkladı. Açıklanan dış ticaret rakamları da enflasyon verisi gibi uygulanan politikalar ve ekonomimizin geleceği hakkında pek olumlu sinyaller vermedi. Her ne kadar Aralık ayı ihracatı, şimdiye kadar ulaşılan en yüksek aylık ihracat olsa da; hem ithalattaki çok sert artış -ki bu artış son 36 ayda görülen en yüksek ithalat artışıdır- hem de dış ticaret açığının ulaştığı boyut, ekonominin geleceği konusunda ciddi kaygılar taşımamıza neden olmaktadır.
Önce aylık ve yıllık dış ticaret gelişmelerini özetleyelim. Aralık ayında ihracat yüzde 15,97 artarak, 2019 yılı Aralık ayı değeri olan 15,4 milyar dolardan 17,8 milyar dolara çıktı. Buna karşılık, Aralık ayı ithalatı ise yüzde 11,75’lik artışla 20,0 milyar dolardan 22,4 milyar dolara yükseldi. Dış ticaret hacmi yüzde 13,58 artışla 40,3 milyar dolara yükselirken, ihracatın ithalatı karşılama oranı yüzde 79,6 oldu. 2020 genelinde toplam ihracatımız, yüzde 6,3 azalarak 169,5 milyar dolara düştü. 2019 yılında toplam ihracatımız 180,8 milyar dolar idi. Toplam ithalatımız ise yüzde 4,3 artışla 219,4 milyar dolara yükseldi. Böylelikle dış ticaret açığımız yüzde 69,12 artarak 49,9 milyar dolar oldu. 2019 yılı dış ticaret açığımız 29,5 milyar dolar idi. Dış ticaret hacmi bir önceki yıla göre yüzde 0,57 oranında azalarak 391,2 miyar dolardan 388,9 milyar dolara; ihracatın ithalatı karşılama oranı da 86,0’dan yüzde 77,3’e düştü. 2020 toplam ihracat ve ithalat rakamları ile ilgili bir diğer dikkat çekici nokta ise her ikisinin de Orta Vadeli Program (OVP) hedeflerinin üzerinde gerçekleşmeleridir. Bilindiği gibi OVP’de ihracat 165,9 milyar dolar; ithalat ise ise 204 milyar olarak öngörülmüştü. Bununla birlikte, hem ithalat hem de dış ticaret açığındaki bu keskin artışlar, Türkiye ekonomisinin ileriki dönemlerdeki seyri konusundaki olumsuz beklentileri besler niteliktedir.
İTHALATIN YAPISI ALARM VERMEYE DEVAM EDİYOR!
Geniş Ekonomik Gruplar’ın (GEG) sınıflamasına göre 2020 yılının genelinde ve Aralık ayında en fazla ithalat “ham madde (ara mallar)” grubunda gerçekleşti. Bu grubun 2020 yılı Aralık ayı ithalatı 16,2 milyar olurken, 2020 yılı ithalatı 163 milyar dolar olarak gerçekleşti. Bu grubu sırasıyla “yatırım (sermaye) malları” ve “tüketim malları” grubu izledi. “Yatırım (sermaye) malları” ithalatı Aralık ayında 3,4 milyar dolar ve 2020’de ise 31,8 milyar dolar oldu. “Tüketim malları” ithalatı ise Aralık ayında 27 milyar dolar olurken, yıllık ithalat 25 milyar dolara yaklaştı. İzleyen grafik GEG sınıflamasına göre ithalatın yıllar içindeki gelişimini göstermektedir.
Grafik, ithalatın bileşeni ile Türkiye ekonomisinin üretim yapısı ve sanayisinin dışa bağımlılığı arasındaki yakın ilişkiyi bir daha gözler önüne seriyor. Yine ithalatta en büyük payı ham madde (ara mallar) ihtalatı alıyor. Daha önceki yazılarımızda sıkça vurguladık, ne yazık ki, ithal girdi olmadan üretemeyen bir sanayimiz var. Sanayinin bu ithalat bağımlılığı, başarısızlığı kanıtlanmış bu politikalar daha uzun bir süre uygulandıkça başımızı daha çok ağrıtacak gibi görünüyor. 2020’de ham madde (ara mallar) ithalatının toplam ithalat payında az da olsa bir düşme var. Bu azalmanın kaynağını anlamak için Fasıl Verilerine Göre İthalat’ın bileşenlerine bakıyoruz. Ticaret Bakanlığı’nın açıkladığı bültende yer alan verilere göre, 2020 yılında en çok ithal edilen fasıl 29,0 milyar dolar ile “mineral yakıtlar, mineral yağlar” faslı. Bu faslı 27 milyar dolar ile “kıymetli veya yarı kıymetli taşlar” ve 25,2 milyar dolar ile “kazanlar, makinalar” ithalatı izlemektedir. Bu fasıllar içerisinde en dikkat çekeni, altın ithalatının da içerisinde yer aldığı “kıymetli veya yarı kıymetli taşlar” faslındaki artıştır. Bu fasıldaki artışı iyi anlamak gerekir. Her şeyden önce 2020 yılı toplam ithalatı 9,1 milyar dolar artarken, bu fasıldaki artış 13,2 milyar dolardır. Bu fasıldaki normal olmayan bu artış, hem toplam ithalatımızın bir önceki yıldan daha fazla artmasına neden olmasıyla, hem üçüncü çeyrek büyümesinin yüksek çıkmasını1 sağlamak için kullanılmasıyla; hem de ekonomiyi canlandırmak amacıyla “faiz oranlarını zoraki düşürme” ve iç kredi genişlemesine dayalı politikaların nelere yol açabileceğini göstermesiyle son derece önemlidir. Reel faizlerin olmadığı ortamda tasarruf sahipleri, büyük oranda altına yöneliyor. Yüksek kredi genişlemesi de yine altına olan talebi canlı tutuyor. Hadi diyelim ki, bu fasıldaki artışlar geçici! Peki artan ham madde (ara malları) ithalat bağımlılığımız ne olacak? İşte esasında yanıtı verilmesi gereken soru da budur!
İHRACAT İVME KAYBEDİYOR!
Ticaret Bakanlığı’nın açıkladığı son verilere göre ihracat, Aralık 2020'de bir önceki yılın aynı ayına göre yüzde 15,97 artarak 17,8 milyar dolara ulaştı. GEG sınıflamasına göre, Aralık ayında en fazla ihracat 8,2 milyar dolarla “ham madde (ara mallar)” grubunda gerçekleştirilmiştir. Bu grubu 7,1 milyar dolarla “tüketim malları” ve 2,3 milyar dolarla “yatırım (sermaye) malları” izlemektedir. İzleyen grafik GEG sınıflaması kapsamında ihracatın gelişimini göstermektedir.
Fasıl verilerine göre ihracat rakamları, Aralık ayında en çok ihracat yapılan fasılın 2,5 milyar dolarla “motorlu kara taşıtları, traktörler, bisikletler, motosikletler, diğer kara taşıtları” olduğunu gösteriyor. Bu grubu 1,8 milyar dolarla “kazanlar, makineler, mekanik cihazlar ve aletler” ve 1,2 milyar dolarla “demir ve çelik” izlemektedir. Ne yazık ki, yıllık bazda tüm bu gruplarda, 2019’a göre azalma olmuş. En fazla azalma da, Aralık ayında en fazla ihracat gerçekleşen grupta olmuştur. Bu grubun 27 milyar dolar olan 2019 yılı ihracatı 2020 yılında 22,1 milyar dolara düşmüştür. İhracattaki bu azalmada en fazla ihracat yaptığımız ülkelerde koronavirüs pandemisi nedeniyle oluşan daralmaların etkisi olduğunu söylemek mümkündür. Ancak bir diğer önemli neden ise bizim ihraç mallarımızın yükte ağır, pahada ucuz olmasıdır. Dünya gazetesi yazarı H. Bader Arslan’ın verdiği bilgiye göre, ihracat birim fiyatlarımız son yıllarda önemli ölçüde düşmüş; önceki yıllarda 1,6 dolar olan kilogram satış fiyatlarımız geçtiğimiz yılda 1,1 dolara kadar inmiştir. Yani Türkiye’nin bu durumu, iktisat öğretisinde “fakirleşerek büyüme” olarak adlandırılan ve ihracattaki artışın ihracat geliri artışı yaratmayacağını ifade eden bu kavram için iyi bir örnek oluşturmaktadır. Geçen ay en fazla ihracatı yine 1,57 milyar dolarla Almanya’ya yapmışız. Almanya’nın ardından 1,11 milyar dolarla İngiltere ve 1,08 milyar dolarla Amerika Birleşik Devletleri gelmektedir.
İhracat bizim gibi döviz açığı olan ülkeler için en garanti döviz kaynağıdır. İhracat demek dış talep demektir. İhracat artışı yurt içi üretimin de artmasını sağlar. İhracatın miktarı kadar, bileşiminin ve ülke gruplarının çeşitlendirilmesi de ihracatta kalıcı artış yaratacaktır.
DIŞ TİCARET DENGESİNDEN KÖTÜ SİNYALLER GELİYOR!
İzleyen grafik dış ticaret dengesi ve bileşenlerindeki gelişmeleri göstermektedir.
Son yıllarda hızla artan dış ticaret açığı, ihtalatın, ihracata göre daha hızla yükselmesinden kaynaklanmakta. İthalat artışında, uygulanan yüksek faiz-düşük kur politikalarının çok önemli olduğunu söylemek mümkündür. Sanayisi büyük oranda ithalata dayalı ve sürekli ithalatı özendirici politikalar uygulayan bir ülkeden başka bir sonucu beklemek de zaten hayal olurdu. 2020’de ithalat artarken ihracatın azalması ayrıca üzerinde düşünülmesi gereken bir gelişmedir. Yeniden normalleşmeye başladığımız Haziran ayı ile birlikte aşırı kredi genişlemesiyle artan iç talepten kaynaklı ithalat artışlarını frenlemek amacıyla konulan, ek gümrük vergileri de ithalatı azaltmaya yetmemiş anlaşılan. Üstelik daha önceki yıllarda yüksek oranlı büyümeden kaynaklanan dış ticaret açıkları, bu yıl da “altın sevdamız” yüzünden artmış durumda. Yani “altın sevdamız” yüzünden artık büyümeden de dış ticaret açığını artırmayı başarabiliyoruz!
Daha önceki yazılarımızda göstermeye çalıştığımız gibi, ülkemizin yapısal sorunlarından biri cari açığın temel kaynağı olan dış ticaret açığıdır ve bu açığı azaltmadan, cari açığı azaltmak mümkün değildir. 2020 yılının yüksek dış ticaret açığı bize yüksek cari açık, yani döviz açığı olarak dönecektir. Pandemi nedeniyle önemli ölçüde azalan turizm gelirlerimiz varken cari açığı nasıl finanse edeceğimiz sorusu bir diğer can yakıcı sorudur! Cari açığı dış ticaret açığını azaltarak düşürmenin sadece bu ülkede yaşayan yurttaşları değil, ülkemize yatırım yapmak isteyen herkesi ilgilendirdiğini bilmemiz gerekir. Yabancı yatırımcılar için, Türk ekonomisinin döviz riskinin artıp artmadığını izleyenler için, dış ticaret açığının, dolayısıyla cari açığın küçülmesi olumlu bir gelişme olarak değerlendirilmektedir. Dış ticaret açığını, ekonomiyi canlı tutarak, yatırımlar sonucu üretimi artırarak azalttığımız takdirde ekonomideki beklenen iyileşmeyi sağlayabileceğimiz unutulmamalıdır. Bu nedenle ülkenin ithalat bağımlılığını azaltacak birçok makroiktisadi politika eşgüdümünü gerektiren bir sanayileşme politikasına gereksinim olduğu çok açıktır.
ANLAŞILAN PAHALI DÖVİZ DE İŞE YARAMIYOR!
Ana akım iktisatta ne yazık ki, geçerliliği bizim ekonomimiz için tartışmalı bir önerme mevcut: Rekabetçi kur (pahalı döviz) bir ülkenin dış ticaret açığını düzeltmeye yardımcı olabilir. Bu rekabetçi kur sayesinde ülke ithalatı azalırken, ucuzlayan ihracat artar. Bunun Türkiye ekonomisinde bu şekilde işlemediğini daha önceki bir yazımızda ayrıntılı olarak açıklamaya çalıştık. Sanayisi aşırı biçimde ithal girdi ve ara malı ithalatına bağlı Türkiye ekonomisinin ithal etmeden üretemediğini, daha geniş bir bakış açısı ile cari açık yaratmadan kısa ve orta dönemde büyüyemediğini ayrıntılı bir biçimde gösterdik. Okurlarımızın hoşgörüsüne sığınarak ve onları da sıkmayarak izleyen grafik ile bu konuyu tekrar ele almaya çalışalım.
Grafikte görüldüğü gibi 2016 yılının Kasım ayından beri sürekli pahalılaşan döviz kuru, yani değer kaybeden ulusal paramız var. Ancak kurdaki bu artışlar, yani “güya” rekabetçi hale gelen kur, ithalatımızı azaltıp, ihracatımızı artıramamış! Zaten grafikte görüldüğü gibi, TL’deki değer kaybı ile ihracat ve ithalat arasında teorik olarak beklenen ilişki de söz konusu değil. Bunda daha önce defalarca vurguladığımız gibi, sanayimizin dışa bağımlılığının çok önemli etkisi var. Bir de buna siz altın talebi ve iç talebi artıran, iç kredi genişlemesine dayalı politikaların etkisini de kattığınızda, pandemiye rağmen ithalatta ve dış ticaret açığında keskin artışlar oluşması kaçınılmazdır.
2020 dış ticaret gelişmeleri bir kere daha bize, mevcut sanayileşme stratejileri ve iktisat politikaları ile Türkiye’nin bu kronik yapısal sorununu aşamayacağını göstermektedir. Sanayi bir ithalat cenderesine girmiştir. İthal etmeden ihraç edemeyen bir sanayimiz var. Ekonomimizin sağlıklı bir yapıya kavuşabilmesi için ihracatı artıracak yeni ürünler, yeni ihraç pazarları bulmak zorundayız. İthalatı azaltmanın en etkili yolu ise tarım ve sanayi üretiminde ithal girdi payını azaltmamıza yardımcı olacak, “ithal ikamesi” olarak bilinen politikalarla ithal ettiğimiz girdileri yurt içinde üretmektir. Rekabetçi bir kur ile daha fazla ihracat yapma yeteneği kazanma olasılığımız olabilir. Var olan üretim yapımız ile dış pazarda alıcı bulacak ve rahatlıkla rekabet edecek, yükte hafif pahada ağır malları üretmedikçe ihracatı artırıp, dış ticaret açığını azaltma şansımız ne yazık ki yoktur. Bunun için yeni bir ekonomiye, yeni bir anlayışa, eğitim, kur, para ve maliye politikaları ile desteklenen verimlilik artışını hedefleyen yeni bir sanayileşme politikasına gereksinim vardır. Ancak bu sayede tarım ve sanayide üretim yapımızı değiştirip, yüksek teknoloji içeren mallar üretip, satabiliriz. Bunun için gerekli olan politika demetlerini ve önlemlerini ancak ve ancak kamucu anlayışı benimseyen planlı bir kalkınma stratejisi olan yönetimler gerçekleştirebilir. Sahip olduğumuz doğal kaynaklar ile jeopolitik konumumuz ve tarım yapma potansiyelimiz ile bugünün oldukça rekabetçi dünya ekonomisinde, tabir-i caizse kurtlar sofrasında, söz sahibi olma olanağımız yoktur. Rekabetçi, üreten ve ürettiğini adil dağıtan bir ekonomi yaratabilmemiz için öncelikle adaleti sağlayıp, özgürlükleri yaşamın her alanına yaygınlaştırmamız, dayanışmayı yaşam biçimimiz haline getirmemiz gerekir. Bunları sağlamadan bugünün rekabetçi ekonomilerinin iki temel özelliğini yansıtan ileri teknoloji ve inovasyona dayalı bir ekonomi yaratmamız mümkün değildir. Boğaziçi Üniversitesi’ne son rektör ataması da bu konuda ne kadar karamsar olmamız gerektiğinin ve geride kaldığımızın iyi bir kanıtıdır.
1 Okurlarımızın rahatlıkla anımsayacağı gibi, altın ithalatı sabit sermaye artışı olarak kaydedilerek, 2020 yılı üçüncü çeyrek büyümesine büyük ölçüde pozitif katkı vermişti!