Birkaç yıl öncesinin dikkat çeken filmlerinden Yozgaz Blues’un (2013) yönetmeni olarak anımsadığımız Mahmut Fazıl Coşkun’un, dünya prömiyerini yaptığı Venedik Film Festivali’nin Ufuklar bölümünde Jüri Özel Ödülü kazanan yeni çalışması Anons, geçen ayki Adana Film Festivali’nde yaptığı Türkiye prömiyerinin üzerinden çok geçmeden dün (Cuma) vizyona girdi.
Kişisel favorim olmasa da pek çok eleştirmen tarafından Adana’daki ulusal yarışmanın en güçlü adayı kabul edilen Anons jüri tarafından beklenmedik biçimde Yılmaz Güney Ödülü’ne layık görülmüştü (En İyi Film Ödülü’nü ise bir ortak-yapım olan Sibel almıştı).
1963 yılında yaşanmış başarısız askeri darbe girişiminin Istanbul ayağını konu alan Anons’u Adana Film Festivali’ne dair genel değerlendirme yazımda bir miktar ele almıştım. Kısaca yineleyecek olursam, beklenmedik aksaklıkların yarattığı beklenmedik durumların gülünçlüğünden mizah çıkarmaya yönelen bir film olarak Anons, “aksaklıklar güldürüsü” olarak nitelendirilebilecek bu tarzın başarılı bir örneği; öte yandan konusu itibariyle gerçek bir tarihsel olayı çıkış noktası alan bir film olarak tarihsel gerçeklikle kurduğu ilişkisi ise tartışmaya açık. 1963 darbe girişimi, ordu içinde hükümete sadık birliklerin karşı koymasıyla iki taraf arasında yaşanan silahlı çatışmalar ile bastırılmıştı. Mahmut Fazıl Coşkun ve
Ercan Kesal imzalı senaryoya temel teşkil eden “hikayenin” yazarı olarak Ahmet Hakan’ın adının geçtiği Anons’ta perdeye gelen ise darbecilerin gözü karalığına karşın en azından Istanbul ayağında beceriksizlikleri, öngörüsüzlükleri ve karşılaştıkları kimi aksaklıklardan ibaret. Bu haftaki yazımda, dönemin gazete arşivlerine dayanarak bu noktayı biraz daha ayrıntılandırmak istiyorum.
21 Mayıs 1963 tarihli Milliyet gazetesinin üçüncü baskısına göre, geceyarısından sonra Istanbul Radyosu’na gelen bir grup subay nöbetçi çavuştan kendisine bağlı askerleri toplamasını talep etmişler, çavuş ise önce itaat eder gibi görünerek birliğinin başına geçmiş ancak emrindeki askerler ile birlikte darbecilere silah çekerek karşı koymuş ve iki taraf arasında silahlı çatışma yaşanmaya başlamıştı. Anons’ta gördüğümüz ise sözkonusu çavuşun koşarak kaçmaya yeltenmesi ve derhal, kolayca, adeta ‘bir-iki tekme tokatla’, etkisiz hale getirilmesi.
Bir grup darbecinin binanın üst katına ulaşıp müdür muavinini uyandırmasına rağmen bu yetkilinin gece vakti binada teknisyen bulunmadığı için yayın yapılmasının olanaklı olmadığını söylemesi ise filmin öyküsünün odağını oluşturuyor ve o gece gerçekten de yaşanmış bir durumu temsil ediyor. Ancak akabinde, hem nöbetçi çavuşa bağlı askerlerin silahlı direnişinin sürmesi, hem de teknisyen yokluğu dolayısıyla yayın yapılamaması üzerine darbecilerin bazılarının binayı pencerelerden atlayarak terketmiş, kalanların da kısa sürede yöreye gelerek binayı kuşatan takviye birlikler tarafından kıstırılarak yakalanmış olması işin aslı.
Anons’ta ise radyoevi kimsenin ruhu duymadan gece boyunca darbecilerin denetiminde kalıyor ve yayını gerçekleştirememiş darbeciler sabaha karşı (filmin sarı fonlu afişinde dekupe edilmiş olarak görünen, dolayısıyla ikonik bir işlev atfedilen sahnede); bir tanesi gece içtiği içki dolayısıyla kapı ağzına kusar halde, ellerini kollarını sallayarak radyoevini terkedebiliyorlar…
M.F. Coşkun, Adana’daki gösterimin ardından yapılan söyleşide aksiyona dayalı bir darbe filmi yapmak istemediğini söylemişti ve önceki yazımda da ifade ettiğim üzere bu, prensip olarak meşru bir sanatsal tercih. Ancak Anons tabii ki bir belgesel olmamakla birlikte, toplumsal belleğin ve algının inşasında sinemanın azımsanmayacak gücü dikkate alındığında, bu tercihin sonuçları ve yansımaları da tartışmadan muaf tutulamaz.
Öncelikle, yukarıda açımladığım üzere Anons, 1963 darbe girişiminin ordu içinde hükümete bağlı birliklerin silahlı karşı koyuşu ile bastırılmış olduğunu perdeleyerek bu gerçeği toplumsal belleğin dışına itmiş oluyor (*).
İkincisi, tarihten “içkici” darbeci figürü çıkartarak, daha yakın geçmişte çok kanlı bir darbe girişiminin “alnı secdeye vardığı” için baştacı edilmiş bir grubun mensuplarınca gerçekleştirilmiş olmasının muhafazakar, mütedeyyin kesimlerin malum ezberlerini bozması gereğine karşı bu kesimleri rahatlatıcı, o ezberlerini pekiştirici bir panzehir işlevi görüyor.
!f’teki görevden almaların düşündürdükleri
!f istanbul Bağımsız Filmler Festivali’nin aynı zamanda kurucuları da olan direktörleri Serra Ciliv ve Pelin Turgut geçtiğimiz hafta içinde "!f markasının yasal hak sahibi” Mars grubu tarafından görevlerine son verildiğini açıkladılar.
17 yıl boyunca, LGBTT temalı filmler dahil çoğunun vizyon şansı düşük veya hiç olmayan sıradışı, ayrıksı filmleri izleyicilerle buluşturmuş (bu arada özellikle bir dönem İslamcı sinema yazarlarınca topa tutulmuş, hedef gösterilmiş) bir festivalle özdeşleşmiş bu iki ismin kendi kurdukları festivalden uzaklaştırılmış olması sinemaseverlerce üzüntüyle ve endişeyle karşılandı.
Öte yandan Türkiye’nin en büyük, oligopol konumundaki sinema zinciri Mars ile !f arasındaki ilişkinin ana sponsorluk ötesinde bir mülkiyet ilişkisi olduğunun farkına bu gelişme üzerinden varılmış oldu. Festivalle, Ciliv ve Turgut ile yakın ilişki içerisindeki isimlerin verdikleri/anımsattıkları bilgiye göre !f, 17 yıl önce Türkiye’nin o dönemdeki önde gelen sinema zinciri AFM sinemaları ile anlaşarak yola koyulmuş ve isim hakkını, Ciliv ve Turgut’un kullandığı ifadeyle “marka hakkını” AFM’ye vermiş, bilahare AFM’nin Mars tarafından satın alınmasıyla festival de Mars’a devredilmiş olmuştu.
Öncelikle belirtelim ki, !f’in isim/”marka” hakkını en önce Mars’a değil de AFM’ye vermiş olması aslında konunun netameli yönü açısından pek bir şey değiştirmiyor kanımca. Sonuçta bir festivalin, üstelik “bağımsız filmler” sunan bir festivalin, bir sermaye grubuna şu ya da bu niyetle, şu ya da bu saikle son tahlilde tam bağımlı olması sözkonusu.
Kuşkusuz sponsorluk ilişkileri de bir hayli sorunlu ve sorgulanabilir ilişkilerdir ancak !f’te bunun da ötesinde bir durum sözkonusu; !f, sırtını büyük sermaye gruplarına dayayarak ilanihayet aykırı, sıradışı olunabileceğine dair tasarımların sınırını ortaya koyuyor.
(*) Öte yandan Anons’un hakkının verilmesi gerektiği yerde hakkını verecek olursak, finale doğru dinlenen radyo bülteninde, darbe girişiminin bastırılmasının, dönemin başbakanı İsmet İnönü’nün ismi geçerek duyurulmasının, Türkiye tarihinde bir askeri darbe girişimine karşı koyup onun bastırılmasına öncülük etmiş ilk siyasi liderin kim olduğunu anımsatması açısından dikkate değer olduğunu tekrar kaydedeyim.