1 Kasım 1922 tarihimize saltanatın kaldırıldığı gün olarak geçmişse, 1 Kasım 2015 de saltanatçıların en ciddi geri dönüş hamlesi olarak yazılacaktır.
Bu geri dönüş hamlesi için objektif koşullar uygundu. Sermayenin uluslararası krizi ve bölgedeki aktörler arasındaki pat durumu, sermaye sınıfının gericilikten beslenen yapısı, yeni siyasi temsilciler yaratma konusundaki zaafları ve AKP'yle köklü bir hesaplaşmaya girişmenin getireceği maliyetin yarattığı endişe, Türkiye'nin ilerici kuvvetlerindeki korku ve statükoculuk hep birlikte saltanatçılara manevra alanı sağladı.
Çok önemli bir siyasetçi olduğu 2007-2010 sürecinin ardından bir kez daha kanıtlanmış olan Erdoğan, bu koşulları, en uygun şekilde değerlendirmeyi bildi. 2007-2010 arasında, Ergenekon ve KCK "düşmanları" yaratarak, karşındaki güçleri bölmeyi ve böylece sindirmeyi bilen Erdoğan, Haziran Direnişi ve 17-25 Aralık tehditlerini de baskı, terör politikalarının yanı sıra muhalif kesimleri dağıtma becerisini kullanarak aşmayı başarmış görünüyor.
'BENDEN SONRASI TUFAN'
Suruç ve Ankara Katliamlarının, AKP'nin izlediği kan siyasetinin ne anlama geldiğini 11 Ekim tarihinde Ercan Bölükbaşı İleri Haber Portalı'nda yayımlanan yazısında anlatmıştı. O yazının özellikle şu bölümleri bir kez daha dikkatle okunmalıdır:
"Birinci notumuzu yazalım. Pek muhtemeldir ki bombayı patlatan IŞİD, yönlendiren ise Saray ve AKP’dir. AKP’nin son dönem stratejisi her türlü kitle eylemini polisiye vaka haline getirerek halkın kendisine karşı doğrudan güç göstermesini engellemek ve HDP’yi siyaset dışına iterek bir “PKK’ya karşı ortak vatan savunması” propagandası üzerinden ülke içerisinde temsil iddiasını somutlamak üzerine kurulu. Saldırı bu strateji ile tam bir uyum gösteriyor.
Ayrıca hükümetin hazırlıklı tavrı, sergilediği sakinlik ve bütünlük görüntüsü, hiç tereddüt etmeden yas ilan edilmesi buna benzer bir işin olacağının en azından bilgisine sahip olduklarını gösteriyor. Buna patlamanın hemen ardından delil karartmak için alanı suya ve gaza boğan polisin rahat ve durumdan keyif aldığını gizlemekten bile çekinmeyen tavrını da ekleyebiliriz. Ama diyelim ki görünenle yetinmedik, düşünmenin sınırlarını zorladık ve bunun hükümete karşı komplo olduğuna kendimizi inandırdık.
Sonuç yine değişmez. Asıl sorumlu aynıdır. Katliamın görülebilir, herkes tarafından anlaşılabilir sorumlusu Türkiye’yi bu yola sokan Saray ve AKP’dir. Hesap sormaya niyeti olanlar için ilk fail her koşulda bellidir.
İkinci notumuz bölge ile ilgili. Rusya’nın bölgeye müdahalesinin iki özel anlamı vardı. Emperyalizmin krizini ve yaşadığı zorluğu bir kez daha göstermesi ve tabi ki ülkemiz açısından Yeni Osmanlı saçmalığının bitişinin resmen ilanı anlamına gelmesi.
Ancak işin bir başka ve belki de ironik bir boyutu daha var. Rus müdahalesi, dış politikada iflas eden AKP gericiliğinin iç siyasette pazarlık kozunu artırmış; vazgeçilmezlik iddiasını güçlendirmiştir.
Biraz daha açalım. AKP’nin özellikle Suriye’de emperyalizmin dahi başına iş açan, onu başarısız maceralara çeken ve iç siyasette geleneksel sermaye sınıfı ile arasını açan tavrının muhataplarında sorun yarattığı biliniyor. Emperyalizmin AKP’nin yerine geçecek alternatifleri oluşturmak için uzunca bir süredir çaba sarf ettiği de yine açıkça görülen bir gerçek.
AKP’nin bu müdahaleye karşı en büyük kozu her aşamada 'benden sonrası tufan' diyebilmesi, bunu örnekleri ile gösterebilmesi oldu."
AKP'NİN MAYMUNCUKLARI
Erdoğan'ın birinci dönemde kilidi aşmasını sağlayan en önemli araçlarından biri (bir nevi maymuncuk) "Yetmez ama Evet"çiler olmuştur.
İkinci dönemin maymuncukları ise, "Vatan Savunması" diyenler ve korkak "solcular" olmuştur.
Soldan Erdoğan'ın politik manevralarına açılan alan tarihe geçecek boyuttadır, küçümsenmemelidir. Saray'ın savaşını vatan savaşı olarak kodlayanından, "10 Ekim Katliamı'nı Rusya mı yaptı, ABD mi?" diye soruşturanına, "AKP'yle mücadele dönemi sona erdi, restorasyon geliyor" diyenine kadar, küçük ama mide bulandıran bir ekip direnişin motivasyonunu düşürmüş, hedef saptırmış, konsantrasyonu dağıtmıştır.
SOL ADINA YAPILANLAR...
Düne kadar, ağır bir seçim basıncının tüm Türkiye solunun üzerinde olduğu tartışma götürmez bir gerçek. Sergilenen seçim tavırları, bu dönemde yazılan çizilenler, solun hangi hastalıklardan muzdarip olduğunu da oldukça yalın şekilde göstermiş oldu. Çok ironik örnekler yaşandı.
Örneğin, ayda bir rejime konan isim değişti. Önce liberalizm sonra bir anda faşizm, dendi...
Faşizm ama sandık önemli değil dendi.... Sandık önemli değil ama oyları neden korumuyorsunuz, dendi... Sandık değil sokak dendi ama sokak derken çay bahçesi kastedildi.
Emperyalizmin ne anlama geldiği bilinmiyormuş, her şeyi belirleyen bir "üst akıl" sanılıyormuş, anlaşıldı.
10 Ekim saldırısına maruz kalanların insanlıkları sorgulandı. Ve bunların hepsi sol adına yapıldı...
Tüm bunlar yapılırken neyse ki, sayıları hiç de azımsanmayacak devrimciler olarak, AKP'nin ana stratejisinin ne olduğunu tespit ettik, gücümüz yettiğince müdahale ettik, Türklerle Kürtlerin en ağır katliam günlerinde birbirlerinden kopmaması için çaba sarf ettik, ana kavgayı ilericilikle gericilik arasındaki tarihsel savaşım olarak değerlendirdik ve gereğini yaptık. 370 milletvekiliyle Saray'daki koltuğunu sağlamlaştırmış, bu sırada Kürt aydınıyla Türk aydınını da birbirine düşürmüş bir Erdoğan yoksa bugün karşımızda, çorbada tuzumuz vardır.
Ne kadar güçlü, ne kadar değil... Ne kadar örgütlü, ne kadar değil ayrı bir konudur. İrdelenmesi gerekir.
BUGÜNKÜ GÖREV
Güncel görevleri birkaç başlık etrafında toplamak mümkün.
- Öncelikle, baskı ve şiddetin ağırlaştığı bir döneme gireceğiz. Önlem alacağız... Öldürerek kazanmanın keyfini tadan bir çeteden bahsediyoruz. Hepimizi esir alan "rahatlık" dönemi bitmiştir.
- Aydınlanma ve özgürlük mücadelesi önceliklidir. Kavgamız gericiliğe karşı aydınlanma, diktatörlüğe karşı özgürlük kavgasıdır. Aydınlanma kavgasını zedeleyen ideolojik dağınıklığı toparlayacak, Türkiyeli bir üretime ihtiyaç vardır.
- Rejimin önündeki en önemli sorunlardan biri iktisadi bunalımdır, öyle olmaya devam edecektir. Emekçi sınıfların mücadelesinde küçük de olsa kazanımlar yaratılmalıdır. Hem iş yeri hem de sektör düzeyinde planlama yapılarak, AKP sermayesinin zayıf noktalarında birikim yaratılmalıdır.
Yerel örgütlenmede bütün konsantrasyon, emekçi mahallelerine ayrılmalıdır. Emekçi mahallelerinde yerel dayanışma ve direniş ağları örülmeli, ilericilerin cephesi bu sayede yaratılmalıdır.
- Kürtlerle Türklerin birlik ve kardeşlik içindeki geleceği üzerine pozitif önermeler ortaya konmalı, sermayenin dağıtıcı ve parçalayıcı tuzaklarına karşı önlemler alınmalıdır.