Zıvana…

İki skandal kararın biri meclisten, öteki mahkemeden…

İlkinde, dört bakan eskisinin ayıpları mecliste örtülüyor. İktidar partisi şakirtleri, vicdanlarda aklanamayan hırsızlığa oylarıyla yoldaşlık ediyor. Ötekinde, Ali İsmail katliamının faillerini mahkeme iyi hal indirimiyle taltif ediyor. Toplumsal olarak bunlardan acı duyanların yaraları üzerine, böylece ve bir kez daha tuğ dikiliyor…

Başka bir şey mi bekliyordum? Kuşkusuz cevabım hayır. Faşizm zamanları, insanlık vicdanıyla alay edilen, insanlığın en acımasız biçimde aşağılandığı dönemlerdir. Şimdi, tam da göbeğinden geçiyoruz…

Bir gericilik çağının en azgın zamanlarını yaşıyoruz…

***

Meclise, vitrin olsun diye AKP saflarından duhul ettirilmiş izlenimini veren bir eczacı kadın vekil var. Vekil hanımefendi ile diploma eşdeğerliğinden, yani mecburiyetten meslektaş olduğumuzu öğrendim. Zira bu güne değin adını haber kılacak bir icraatını henüz duymamıştım. O da oldu ve karşıdan baktığımda, ettiği kelamların anlamını kavramaktan uzak bir hicap anıtı gibi duruyor. Anlaşılan Osmanlı hakkında derin bir birikime de sahip olmalı ki, dayanamayıp seçim öncesi afişe çıkmak serenadıyla patlıyor. Yok, Cumhuriyet onun için reklam arasıymış da; yok, bu ara artık bitmişmiş de; yok memleket, patronu RTE’nin çizdiği ufukta yarınlara ve yeni Türkiye’ye yol alınıyormuş da; falan filan… Yani mealen bir yığın safsata… Kuşkusuz azıcık eleştiri alınca, yanlış anlaşıldığı bahanesiyle kıvırma beyanlarını da etmedi değil. Yani cem-i cümlemiz odunuz ve her nedense değeri kendinden menkul bu şahısların laflarını bir türlü anlayamıyoruz. İnsanı hep ahmak yerine koymada kendilerini marifet sahibi sayıyorlar…

***

Değersizliklerden bahsedip, değer atfetmeye gerek yok. Olan biten akıl dışılıkların, değil haftalık, günlük bile alta alta sıralanamaz çokluğa ulaştığı bu zamanlar, artık tam da zıvanadan çıkma zamanıdır…

Zıvana meselesi mühimdir. Etimolojik anlamı “dil” dir. Hem erkeği, hem de dişisi olup, zıvana dili, zıvana deliğine geçtiğinde, iki parça en güçlü biçimde birleşmiş olur. Dolayısıyla gündelik hayatta “zıvanalı geçmeden” çıkmak neredeyse çok zordur. “Çivisi çıkmak” da zıvanadan çıkmanın kuzenidir. Duvara çakılan çivi erkek bir mildir. Duvarda açılan delik ise dişidir. Asılan ya da takılan ise zıvanalı geçmenin başka bir muadilidir. Çivi çıkarsa parça düşer;  iş biter.

Zıvanadan çıkma pek hayra yorulmaz; ne ki memleketin durumuna bakılırsa işin sünnet kısmı bitmiş artık farz olunmuştur… İster parçanın bütünü zıvanadan çıksın; isterse işin çivisi duvardan çıksın, yeni ve aydınlık bir Türkiye kurulacaksa, toplumsal olarak bu gidişata hayır deme mutlaka şart olmuştur… 

***

RTE her türlü provayı yapıyor. Alıştırarak, göze sokarak; olmadı tüm gücüyle üstüne abanarak, bastırarak. Elinde kolluk gücü var. Elinde yargı var. Elinde yandaş basın var. Elinde hem kendine biat eden, hem de palazlanmalarına yol döşensin diye ona tebaa gibi hizmet eden sermaye var. Öyleyse bildiğini okuyacaktır.

O nedenle, “Yüce Divan” oylamasından sonra, RTE yine çün buyuruyor: “Hayırlı Olsun”.  Bu tam da, evlerinizin damına daha ne tuğlar dikeceğim anlamına (mı) geliyor…

Öyleyse ve artık boğazlanmadan önce, sıra artık bizler için zıvanadan çıkmaya gelmiştir. Yoksa değirmen taşı gibi sıkışıp, kaynaşılacak ve yerinden oynatılmaz ölü bir toplumsal abide gibi kalınacaktır.

***

Haziran'da seçim var. AKP için hayat, memat meselesi. Tabii Türkiye’nin öteki tarafı için de…

AKP’nin amalgam çekirdeği, baş yapıştırıcı ve birleştiricisi RTE ise kündeye düşmeme adına önce kendini minderden yeni başkanlık sarayına attı. Şimdi oradan cem-i cümle yandaşı ile beraber yeni bir dünya kurmaya hazırlanıyor.

AKP sancılıdır. Zira partinin baş açmaz meselesi, seçimle, parti dengelerinin değişeceği bir ortak çağa rastlamasıdır. Buna dışarıdan da olsa RTE eliyle balans ayarı yapmak gerekir. Partinin kurucu babaları emekli oluyor. Hepsiciğini de bir biçimde istihdam etmek başka bir mecburiyettir. Ayrıca, RTE’nin saf dışı bıraktığı arkadaşlar meselesi, kenarda heyula gibi durmaktadır. Böylece, başta Gül olmak üzere ve cemaate tabi diğerlerinden gelecek taarruzlara yeni siperler kazma durumu hâsıl olmuş bulunmaktadır. Bu ve muadili iç meselelerde, RTE’nin en ufak yalpalaması ve güçlü olmadığı izlenimi oluşturacak bir davranışta bulunması, elini fena halde kısıtlayacağından, RTE kaçınılmaz olarak her zamankinden daha tetik ve otoriter olacaktır.

İçe dair başka bir mesele de başından beri bir saçılım tablosu veren “Kürt Açılımı”nın göbeğinin nasıl kesileceği işidir. Ortada dönen Kürt politikasının, neredeyse bin bir farklı yüzlü temsilcisi bulunmaktadır. RTE kendisiyle halvet ve diyalog halinde olan Kürt siyaseti kesimleriyle, eski bildik kumarının yeni bir sürümünü oynamaya çalışmaktadır. Bir şeyleri çözermiş görüntüsünde, tavşana kaç; tazıya tut; ben de havuçları toplayayım yapılmaktadır. Kürt siyasetinin AKP’ye mesafeli duran ya da mesafe almak zorunda kalacak olanlarıyla, seçim dönemi nasıl atlatılacaktır; RTE’nin başka bir sorusu budur…

RTE’nin dış siyaset sorunları ayrı sıkıntılı bir tablo oluşturmaktadır. Fütuhatçılık cephesinde Irak’tan, Suriye’ye değin yaşadığı savrulmalarla, dinci terörizme odaklık eden örgütlerin taşeron yetiştiriciliğine soyundurulduğu politikalarda geldiği nokta, bir iflas ve bitiş çizgisidir. Verdiği görüntü, efendi merkezleri de artık zorlar bir aşamaya varmıştır. Gerçi buna rağmen bu tablo, kendisini iktidara taşıyan emperyalist çevrelerden hemen çizik yemesine de neden olmayacaktır. Ancak göreli olarak biraz daha yoğun yalnızlaşma yaşayacaktır…

***

Doğru saptama ne denli gerekli ve zorsa, çözüm önerisi geliştirmek de bugün için daha büyük bir ihtiyaç ve çok daha zorlu başka bir güçlüktür.

Gittiğinde göreceksin salvoları, RTE için yerinde ve yeterince bir tehdit oluşturmamaktadır. Gittiğinde bu işin divana kalacağını ve orada hesabın başka türlü kesileceğini kestirmekle beraber, karşısındaki cenahın dağınık olduğunu iyi bilmekte ve görmektedir.

RTE iktidarı gitsin, yerine kaldığımız yerden sistemin diğer aktörleriyle devam edilsin şansı, bugün için bulunmamaktadır. Böylesi bir liberal restorasyon tezine hayırhah bakan odaklar ve hatta peşinden sürüklenebilecek kitleler bulunabilir. Ne ki, Türkiye’nin içine yıkıldığı bir gericilik çağından silkinip, aydınlanmacılığa yeniden yol döşeyecek verili bir sistemin artık anamalcılıktan geçmediği çok aşikârdır.

***

Memleketin verili dönem bakımından yegâne umudu Haziran direnişinin kendiliğindenci uyanışıdır. Uyanış isabetli olmuştur; korkularımızdan sıyrılmamıza yol açmış ve toplumsal bir özgüven kazandırmıştır. Ne ki siyasi odaklanma ve örgütlenmeyi içermediğinden, geçici olarak sönümlenmesi de kaçınılmaz olmuştur…

Şimdi bu deneyimin verisinden başka ve onun ipine yeniden sarılmak gerekliliği anlamında elde de kalan bir şey yoktur. Öyleyse Haziran direnişi, örgütlenmek zorundadır. Öyleyse Haziran direnişi, örgütlemek ve siyasi bir alternatif ve memleketin geleceği olmak zorundadır.

Bir araya gelmesi gereken toplam, bir ittifaklar manzumesi değil, yeni bir Türkiye, laik, ilerici, eşitlikçi, aydınlanmacı ve kamucu bir Cumhuriyet hayalinin ete kemiğe büründürülmesi meselesidir.

Böylesi bir memleket davasına inanların gönüllü beraberliğine ve siyasete ağırlık koyuşuna ihtiyaç vardır. Bu ihtiyacı hayata ve ayağa kaldırmak için gereken yolları ve siyaseti Haziran Direnişinin yaratıcı ve toplumcu ruhundan yeniden ortaya çıkarmak gerekmektedir. Bunun eşik noktalarından birisi, söz yok seçimler olacaktır. İktidara alternatif olarak kendini görmeyen bir ‘direniş ruhunun’ sürgit yaşaması mümkün değildir. Öyleyse Haziran, iktidara aday olmak durumundadır. Bu zorunluluk Haziran ruhunu içinde barındıran her bireyden, örgütlü kesimlere kadar yayılan bir sorumluluk bilinci ve tutumu ile hareket edilmesi zorunluluğunu dayatmaktadır.

Çözüm bizim bulunduğumuz yerdedir. Biz hayatın içinde ve her gün sokakta ekmek kavgasındayız. Sokakta işimize koşarak gidiyor, sokakta koşarak hayatımızı yettirmeye çalışıyoruz. Sokakta birbirimize merhaba derken; sokakta kimi kez birbirimize kızarken; bazen birbirimizle çarpışıp, çoğu kez birbirimize el verirken, benzer keyifler alıp, benzer acılara ağlarken, tam da o sırada ne Türk, ne Kürt, ne Alevi, ne Sünni’yiz. İnsan olarak birbirimizin küreğinde ve ortak olarak bir geleceği paylaşma çabası ve dileğindeyiz…

Çözüm bizim bulunduğumuz yerdedir. Haziran kendini hem sokakta yeniden ve hem de seçimde sandıkta mutlaka denemelidir. Artık bunu tartışıp, artık bunu örgütlüyoruz…  

Yani zıvananın perçinleri mutlaka çözülmek durumundadır…

Yani cenderenin yatağından boşalmak gerekmektedir…

nuriabaci@gmail.com