'Yeni Türkiye’nin Ruhu': Organik yalan, otorite arzusu ve yarı bilgi

AKP rejiminin pek çok düzeyde radikal adımlarla inşa edildiğini görüyoruz. Anayasal yapı, kurumlar, devlet, sınıf ilişkileri gibi en katı düzeyden gündelik siyasetin seyri, ideolojiler alanı, kültürel hegemonya gibi daha soft düzeye uzanan geniş bir ölçek, değişimin nesnesi.

Tüm bunlar olurken elbette “bu ülkenin insanı” dediğimiz şey ve bizler de değişiyoruz.

Bu değişimin tam olarak ne olduğunu tanımlamak zor, betimlemek daha uygun.  Belki adım adım gitmek, birkaç kalın çizgiyi ortaya çıkarmak da mümkün.

Paranoya Algısı ve Otorite Arayışı  

Gündelik yaşamımızın belki de en karakteristik yanlarından birisi belirsizliktir. Belirsizlik her şeydedir.

Tehdit algısı, darvinist bir hayatta kal ya da yok et arzusu burada belirir.

Sağlıklı görünen o domatesler bir gün sizi kanser yapabilir. Çok güvendiğiniz işyeri ilk krizde sizi kapının önüne koyabilir. Tavuk etindeki antidepresan yüzünden dengeniz bozulabilir yahut hastanede AIDS kapabilirsiniz.

Bazı ülkelerin “gizli faaliyetleri” tavuk etindeki antidepresandan, meyve suyuna katılmış boyadan farksız görünür. Sütteki zehir ile rahip Brunson’un Kürtleri Hristiyanlaştırmak için gönderilmiş Fettullahçı bir ajan olabileceği fikri aynı zihinsel sekansa yerleşir.

Açık faaliyetler, ABD üsleri, açık askeri anlaşmalar vs yeterince gizli ve belirsiz olmadıkları için önemsiz hale gelir. Lakin hakikat “derin güçlerde”, akıl sır ermeyecek anlaşmalarda ve arka planda dönen tezgahlardadır.

Doğru ile yanlış, parça bilgi ile kurgu, olgu ile fantezi, çıplak hakikat ile “metal fırtına” hikayeleri iç içe geçer.

Tüm dünyada gözlenebileceği üzere belirsizliğin hakim olduğu yerde otorite arayışı da, lider kütlü de şapkadan çıkan tavşan değildir. Narsisistik kişilik yapıları, liderle özdeşleşen kitle bu tabloyu, bugünün kültürel örüntüleriyle mükemmelen uyuşarak tamamlamaktadır.

Yarı Bilginin Hakimiyeti

Gündelik yaşama uzanan yönleriyle baktığımızda, bilgiye erişimin geçmişe göre son derece kolaylaştığı bir dönemdeyiz malum.

Boynunuzda bir kızarıklık mı belirdi, doktordan önce google var. Aristoteles kim miymiş, bir felsefe kitabı edinmek yerine niye ekşi sözlükteki bir paragraflık bilgiyle yetinmeyelim. Teknolojinin olağanüstü faydaları bir yana bu “bir tık ötedeki” parça, yarı bilgi giderek tüm yaşamımız kaplamaya başlıyor.

Bilirsiniz o malumatfuruşlukları…

Yarı bilginin hakimiyeti, muhasebe mezununu burnundan kıl aldırmaz bir dermatoloğa, lise terk delikanlıyı felsefe masterı yapmış bir öğrenciye, hayatında hiç mantar yetiştirmemiş bir edebiyat hocasını mantar yetiştiriciliğinin inceliklerini bilen bir ukalaya dönüştürebiliyor örneğin.

Keşke böyle kalsa konu.

AKP rejiminin gericiliği, bilim düşmanlığı vb aradığı yatağı bu “yarı bilginin hakimiyetinde” buluyor. Sözgelimi aşı karşıtlığının tehlikeli boyutlara varmasında, Karatay diyetlerinde vs tam da bu özel buluşmanın sonucunu görüyoruz.

Günümüzde siyasi göndermelerle birlikte “cahil kitleler” olarak anılanlar, ironik biçimde bu yarı bilgiye, hap bilgiye fazla boğulmuş, denebilirse “bilgi” tarafından cahil bırakılmış insanlar değil midir aslında.

“Organik Yalancılık”

 Kavramı sahibinden dinleyelim:

“Bütün bilinçli yalanların ve çarpıtmaların ötesinde derin bir ‘organik yalancılık’ vardır. Burada çarpıtma bilinç düzeyinde değil, izlenimler ve değer hisleri daha ilksel zihin süreçleriyle aynı aşamada oluşur: Deneyimin bilince gittiği yol üzerinde. Bu kişinin zihni ancak kendi ‘çıkarına’ ya da içgüdüsel tavrına hizmet eden izlenimleri kabul edebiliyorsa, ‘organik yalancılık’ vardır”(1)

Organik yalancılık, yalanın bütünüyle kasıtlı olarak üretilmediğini ya da asıl olarak üretenlerin dışında onu savunanların olayı/olguyu “öyle gördüğünü” anlatır. Daha açık ifadeyle burada bir tür eşitsiz koşulların eşitsiz bilinci olarak “yalan” vardır.

“Camide içki içtiler” ya da “Kabataş’ta türbanlı bacıya saldırı” gibi çok uç örneklerde toplumun bir bölümünün yalanı nasıl da kolay içselleştirebildiğini biliyoruz. Ne ki bu örneklerin ötesinde AKP rejimi, hisleri, duyguları, izlenimleri ve sembolleri harekete geçirerek bir gün ak dediğine başka gün kara diyebilmeyi, üstelik de buna milyonları inandırmayı başarabilmektedir.

Siyasal İslamcılığın “mağduriyet kurguları” bu zemine olanca hararetiyle yerleşir. Zulme uğrayan türbanlı bacılar, ahıra çevrilen camiler, Batı ve derin güçler tarafından Müslüman kimliği küçük görülen bir ülke olma iddiaları ama beri taraftan “eyyy Amerikalar” ve “bizi kıskanan Batı” temaları burada can bulur.

Son bir soruyla bağlayalım tüm bu değişimi…

“Bu ülkenin insanı” denilen şeyi belirleyen bu değişimler tümüyle AKP’nin eseri midir? Yoksa tüm bunlar “yeni türde bir insan tipinden” çok, eldeki malzeme zaten buydu anlamına gelen bir tarihsel (aşırı)sürekliliği, hatta kimi iddialara göre doğuş lekeleriyle birlikte bizdeki ulus-devletin varacağı zorunlu sonucu(paranoya algısı ile başlangıçtaki Türk milliyetçiliği ilişkisi gibi) mu işaret eder?(2)

Bize göre ikisi de değildir. Çünkü yukarıda anlattıklarımızın hemen tamamında AKP’yi de bizzat içine alan koşullar ve “koşulların ideolojisi” vardır. Sosyal medyanın varlığından neoliberal “kaotik dinamiklere” koşullar, eşitsizliğin belirlediği eşitsiz bilinçleri geçmişe kıyasla kat be kat artırmıştır.

Bu sonuç ise bizi bir kez daha “ideolojik mücadelenin” kimi sınırları olduğu gerçeğine taşımaktadır.

Daha açık ifade edersek, “koşulların ideolojisi”, bugün geçmiştekinden çok daha fazla egemenler lehine bir “yanlış bilinç” yaratıyorsa, ideolojik hamlelerin varacağı sınır, ancak ve ancak güç olmakla, “koşulları da etkileyen” karşıt bir güç olmakla kırılabilecektir.

Notlar

1-Max Scheller’den aktaran Zafer Yılmaz, Yeni Türkiye’nin Ruhu, Hınç, Tahakküm, Muhtaçlaştırma, İletişim Yayınları(2018); s.33

2- Bu yazıda “Yeni Türkiye’nin Ruhu: Hınç, Tahakküm, Muhtaçlaştırma” kitabından epey faydalandım. Kitabın temel tezi olarak tüm bahsedilen kültürel dönüşümün başlangıçtaki “arıza” olarak ulus-devletle bağdaştırılması fikrine katılmıyorum. Ne ki bu uzun bir tarih/yöntem tartışmasını gerektirmektedir.