Önemli bir çoğunluk, “hayır” ya da evet” mührünü, referandum pusulasına nasıl basacağını şimdiden iyi bilmektedir.
Ortada hem kararsızlar hem de son dakikada karar değiştirecek olanlar da bulunmaktadır…
Ancak ortada, ‘evet cenahı bakımından’, öyle güle oynaya sandıktan çıkılacak bir tablo yoktur…
Bu bakımdan ‘evet cenahı’ hayli tedirgindir. Daha tehditkâr olmaya meyillilerdir ve istediğini oldurma babında devletin her imkanını seferber etmek üzere de hazırlardır.
‘Hayır cenahı’ ise ‘yapabiliriz’ ile “ya bu iş bitti” arasında bir yerde, adeta arafta durmaktadır.
Oysa bir bilse…
Nisan’a daha zaman vardır…
***
Bu bir anayasa değişikliği midir?
Esasında bu “istenilen biçimdeki” bir anayasa değişikliği falan değildir.
Kimileri rejim değişikliği de demektedir. Oysa ona olan mesafe henüz daha uzaktır…
Yani bu makasta, henüz rejim değiştirilememekte ve fakat sonraki bir hamle için, yeni parke taşları döşenmektedir.
Referanduma sunulacak belge, bir meclisin şimdilik kendi kendisini nasıl tağyir, tebdil ve ilga ettiğinin ve bütün yetkilerini bir ‘tek adama’ devrettiğinin resmidir…
Dedik ama tekrar olsun ve akla yazılsın hesabına, bu belge esas anayasa değişikliği için şimdilik gelinebilecek en ileri hamledir!
Meclis ve kuvvetler ayrılığı ıskartaya çıkarılmış, burjuva parlamenter demokrasi bu hamleyle rafa kaldırılmıştır…
Esasen maddeler bazında artık yapılacak bir tartışma da kalmamıştır…
Oynanan parodi akla tecavüzdür. Hem partinin reisi olacaksın hem de tarafsız cumhurbaşkanı olacağım diye milletin aklını karıştıracaksın…
Gören görmekte, bilen bilmekte ve korkunun öteki adı, nereden ve ne zaman geleceği bilinmeyen cana kast eden, envai çeşit terör belası olduğundan, sesler de kesilmektedir.
İtiraflar diz boyudur. Tıpkı yetkili zatlardan birisinin geçenlerde açık ettiği gibi…
Mealen ne demiştir?
“Başkanlık gelince terör belası biter” diyesiye bakla ağızdan çıkarılmıştır.
Anayasa değişikliğinin rejim tadilatı olması için ne olması gerekir?
Güncelden bahsediyoruz ve verili anayasa üzerinden konuşuyoruz.
Anayasa Komisyonunun AKP’li kimi üyeleri de ağızdan kaçırıyorlar veya bu partinin siyasi taktikleri icabı ağız yokluyorlar.
Görüşmeler sırasında da taşeron bir milletvekili aracılığıyla nabız da yokladılar.
Şimdilik adı cumhurbaşkanlığı sistemi olan değişiklik, niyetin çözüleceği ve rejim değişikliğinin tam gerçekleşeceği biçime, hali hazırdaki metinde de korunan ilk dört maddenin kaldırılmasıyla bürünebilecektir.
Hatırlayalım, ilk dört maddenin meali değil, kendisi aynen şöyledir:
Madde 1. Türkiye Devleti bir Cumhuriyettir.
Madde 2. Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, millî dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk devletidir.
Madde 3. Türkiye devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür. Dili Türkçedir.
Bayrağı, şekli kanununda belirtilen, beyaz ay yıldızlı al bayraktır. Millî marşı İstiklal Marşı'dır. Başkenti Ankara'dır.
Madde 4. Anayasanın 1 inci maddesindeki devletin şeklinin cumhuriyet olduğu hakkındaki hüküm ile, 2 nci maddesindeki cumhuriyetin nitelikleri ve 3 üncü maddesi hükümleri değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif edilemez.
Özellikle ikinci maddedeki “Atatürk milliyetçiliği” ve “demokratik, laik ve sosyal hukuk devleti” ve üçüncü maddedeki öncelikli olarak “başkent” meselesi yeni rejimin kuruluşu bakımından, olmazsa olmaz bozma (tağyir); değiştirme (tebdil); ortadan kaldırma (ilga) hedefleridir. Bunlar değiştirilmeden ‘evet cenahı’ için henüz rejim de değiştirilmiş sayılmamaktadır.
Sandık başı tedrisat ne olacak?
Evet diyecek olan kesin biatçılar için çok söze ve hele ikna olup da döneceklerine ilişkin çocukça girişimlere ve bunlardan bahsetmeye burada gerek yok.
Hayırcı kesime gelince…
On dört yılda, toplumu karpuz gibi ortadan ikiye yaran bu yönetim anlayışından sonra, ‘hayır’a niyetlenen veya o cenahta sağlam duranlar bakımından dikkate alınması gereken işler vardır:
Ağlak olmaya ve burun çekmeye lüzum yoktur.
Niyetlenmek, başarabilirim demek ve dar alanda paslaşmayla “Türk’ün Türk’e propagandası”nı bir yana bırakarak, kararsız olabilecekleri ötekileştirmeden neden “hayır” denmesi gerektiğini anlatmak “eyvah, öldük bittik” demek aymazlığından evladır.
Yani bir tutum, tavır alınacaksa ve bunun adı “aydınlık Türkiye” şiarı olacaksa, öyleyse sahici olmak gerekir.
Çok önemli başka bir şeyin farkında olmak gerekir.
Tıpkı Haziran günlerinde olduğu gibi “hayırcı kesim” kendi göbeğini kesmiş ve kendi adını koymuştur. Yeni direnişin mottosu “#hayır” olmuştur.
Yani bu sandık başı, Yeni Hazirandır.
Seni yeterince seyrettim, şimdi “sıra bende”dir.
Sıra Yeni Haziran’ın, aydınlık ve laik Türkiye tezlerinin Nisan’da savunmasına gelmiştir.
Toplumsal dinamiklere ve sınıf örgüsüne bakarsak, Haziran da var olan emekçi-çalışan-ücretli cephesi, şehirlisi ve taşralısıyla kendiliğinden ve bugün bir defa daha kendi saflarını oluşturmaya başlamıştır.
Meclis tuluatı sonlanmış ve artık “hayır” diyeceğini beyan eden meclis içi ve meclis dışı siyasi partilerle beraber halk sınıflarının işi meydanlara ve sokaklara kalmıştır.
Hazirandan bu yana- (kuşkusuz ondan öncesinin deneyimleri de dahil) - ölümün soğuk yüzüne rağmen korkmamayı öğrenen ve kıpırdandığında bile, var olan denklemlerin çatırdadığını gören bir toplumsal bilinç, bu defa çıkışa kapı açmak adına, sandık başına ve sandıkların sahibi olarak gitme iradesini şimdiden beyan etmektedir.
Türkiye’nin bu aydınlık yüzü, yarınların da güvencesi ve toplumsal kurtuluş iradesidir…
***
Memleket son derece ağır bir ekonomik bunalım içinde yuvarlanmaktadır.
Dolar, avro paritesinin kırılganlığına sıkışmış bir ülke, kışın en soğuk günlerinde doğal gaz yetersizliği itiraflarını dinlemekte ve yanısıra elektrik kesintileriyle boğuşmaktadır.
Yani ‘biz şahlandık gidiyoruz, bizi kıskanan batı, köprü, tünel falan yapmayalım diye bizi batırmak istiyor’ ağızlarının hakikat olmadığını bilenler, bilmeyenlere uygun bir lisanla anlatmalıdır.
Anlatılacaklara ek olsun, ocak başında hükümet ilaca zam yapmış, zammın yürürlüğü için de şubat sonunu tarih diye göstermiştir. Ardından ilaç piyasadan kaybolmuş, eczacılar depodan, firmadan ilaç gelmiyor diye de beyanat vermiştir. Bu arada hasta telefatı olduysa, o da yukarı kata havale edilmiş ve “takdiri ilahi” hesabına yazılmıştır.
Yani kayıtlar tükenmiyor ve “hayır” denmesinin nedenleri bunlarla bitmiyor.
Yani korkunun ecele bir faydası yoksa…
Kendimize kendimizden başka sahip çıkacak bir merci aramayı bir kenara bırakalım.
Böylece sıra halkın kendi dersini anlatmasına gelsin.
Öyleyse sükunetle…
Ve “#hayırdır inşallah” diyerek…
nuriabaci@gmail.com