Sait Faik, “yazmasam deli olacaktım” deyip yazdı da işini yapmanın iç erincini duymak dışında ne elde etti? Burgazada’da babadan kalma evi ve ailenin servetini idareli kullanıp oğlunun geçimini sağlayan anası olmasa, iş aramaktan ve berbat işlerde çalışmaktan o güzelim hikâyelerini yazmaya olanak bulamayacaktı. Belki de reklamcılık yapan nice şairler gibi yazarlık yeteneği yara alacak, körlenip gidecekti. Ya da onların çoğunun gündüz malların şiirini yazmaktan yorgun düşüp gece rüyalara benzer, yabancılaşmış imgelerle dolu şiirler döktürmeleri türünden yazılar yazmak durumunda kalacaktı.
Bu toplum, “Değirmen” ile “Kuyucaklı Yusuf”un yazarı, 1940’ların sonunda 50 bin satan “Markopaşa” dergisinin yaratıcısı Sabahattin Ali’ye geçinmek için kamyonculuk yaptırmış bir toplumdur. Yazarı bu hale düşürmek de az gelmiş, sermaye devletinin gizli örgütü eliyle öldürülüp bir ormana atılmıştır. Bugün ise “Kürk Mantolu Modanna” romanı, gençlerin elindedir, son yılların en çok satılan kitaplardan biridir.
Forbes’in en çok kazanan yazarlar listesi
Geçenlerde peş peşe iki haber okudum. Forbes dergisi, Türkiye’de, 2014 yılında en çok para kazanan yazarları açıklamış. Bir ilk on listesi var; birinci, bir milyon yedi yüz bin liralık kazancıyla “Allah De Ötesini Bırak” kitabının yazarı Uğur Koşar. Listede, bu türden, okurlara nasıl yaşaması gerektiğini, müdürünün gözüne çalışkan görünerek “kariyer”ini geliştirmenin yollarını, hiç doymazcasına ne bulursa yiyip şişmanladıktan sonra nasıl zayıflayacağını öğreten kitapların yazarları çoğunlukta. En çok para kazanan yazarlar listesi bir iki de romancı içeriyor. Haberin muhabiri, bu listeye bu yıl romancıların az girmiş olmasını, filanca ve falanca romancıların yeni roman çıkarmamış olmalarına bağlıyor. Haberden anlaşıldığına göre, sizin adlarını kolayca tahmin edeceğiniz filanca ve falanca romancılara, yeni kitap yazdıklarında bu listede kesin ayrılmış bir yer var. O filanca romancılardan birinin, bugünlerde gazetelerin kitap eklerinin kapaklarını ve reklam sayfalarını dolduran, kitabevlerinin vitrinlerini süsleyen dev fotoğraflarını görünce, 2015 listesindeki yerinin şimdiden kesinleştiğini anlıyoruz. Gazetelerde tam sayfa söyleşiler, televizyonda kanal kanal gezinmeler sıklaşacak demektir.
Onluk listeyi, ikinci onluk liste izliyor, henüz Türkiye’nin en büyük beş yüz işletmesi listesi benzeri geniş bir liste yapmamışlar ama en azından yayınevleri açısından böyle bir listenin yapılması da yakındır. Üretken emekçi bir çoksatar yazar, kitabından bir milyon yedi yüz bin lira kazanıyorsa, bu emekçinin ürününün sahibi yayınevi kimbilir ne kadar artı değere elkoyuyordur. Son yıllarda gittikçe büyüyen ve dünya sıralamasında ilk onları zorlayan bir yayıncılık sektörümüz vardır.
Hiçsatar yazarın kıskançlığı
Bu listenin yazarlarının kitaplarının kapaklarında patlayan bir grafikle ilk baskıda 100 bin, 150 bin basıldığı yazar. Bu listelerin yayınlanması sanki bizim gibiler, hiçsatar kitapların yazarları içindir. “Yazmasam deli olacaktım” dercesine geceleri okuyup yaz, kitabını beş yüz, bilemedin bin adet basacak bir yayınevini zar zor bul. Telif hakkı almak bir yana, üstüne kitabın baskı parasını ödemediysen bununla avun. Sonra bu çoksatarların milyonluk kazançları karşısında mahzun mahzun düşün…
Bu haberi okurken gel de bu yazarları kıskanma, diyemiyorum. Kıskansaydık onlar gibi olmaya çalışırdık. Onları taklit ederdik. Bizler, insanın yazarları olmaya çalışanlar, “yazmasam deli olacaktım” diyen yazarlara özeniriz. Sait Faik’e, Sabahattin Ali’ye, evinin kirasını ödeyebilmek için taksitle buzdolabı alıp yarı fiyatına peşin paraya satmak zorunda kalan Orhan Kemal’e özeniriz. Önümüzde, benim fakir milletime verebildiğim bir tek elmam var, kalbim, diyen Nâzım Hikmet yürür.
Azsatar bir yazarın kazancını hesaplamayı da ihmal etmeyelim. Kitaplarda yazara verilen pay genellikle kitabın satış fiyatının yüzde onu kadardır. Bu hesapla bin adet basılan, on beş liraya satılan bir kitaptan yazara düşen pay üç bin lira kadardır. Bunun vergi kesintileri de çıktıktan sonra eline geçen parayla kaç gün geçinebileceğini siz hesaplayın. Bir kitabın yazımı bir yıl sürse, bu kadar zaman çalışmanın kazancı en iyimser hesapla üç bin lira kadardır. Bu kitabın kısa sürede satıldığını düşünerek bu hesabı yapmış oluyoruz. Yayınevi üç yıl içinde satılacak bu kitabın yazar payını peşin peşin ödemeye yanaşmayacaktır.
İngiltere’de yazarın durumu
Sözünü ettiğim ikinci haber, İngiltere’de yazarın kazancıyla ilgili. İleri haber’de 4 mayıs 2015’te yayımlanan haberde, İngiltere’de Queen Mary Üniversitesi’nin 2 bin 500 yüz yazarla görüşerek yaptığı bir araştırmanın sonuçları yer alıyor. Araştırmanın sonuçlarına göre kapitalizmin en erken geliştiği ülke olan İngiltere’de, yazdıklarının geliriyle geçinebilen yazarlar, yalnızca toplamın yüzde 11,5 kadarı. On yıl önce yapılan benzer bir araştırmada bu oran yüzde 40’mış, demek oluyor ki, en ileri kapitalist ülkelerden birinde, yazarlığın varlık koşulları 10 yılda olağanüstü bir hızla ortadan kalkıyor. Yazarak geçimini sürdürenlerin dörtte üçü başka işlere geçmek zorunda kalmış.
Bu araştırmaya göre, yazarak yaşamını sürdürebilenlerin yıllık ortalama gelirleri de 11 bin pound, aylık 900 pounda karşılık geliyor. 900 pound ise, İngiltere’de asgari ücretin altında bir gelir. Yalnızca yazdıklarının geliriyle geçimini sürdürenlerin oranı ise, yüzde 17. Haberin ayrıntıları Türkiye’dekine benzer sonuçları gösteriyor; orda da yayınevleri çoksatar yazarların peşinde. Yeni ve nitelikli yazarların eserleri kolay kolay yayıncı bulamıyor.
Nâzım Hikmet’in Ağustos Böceği
Çocukken Nâzım Hikmet’in bir kitabını okumuştum: “Yel Üfürdü Su Götürdü”. Bildiğimiz Ağustos Böceği ile Karınca masalını başka türlü yazmıştı. Hiç unutmam. Karınca kışın ondan yiyecek isteyen Ağustos Böceğini kapıdan çevirince, onun haklılığıyla bitmiyordu masal. Ağustos Böceği karıncaya haksız olduğunu söylüyordu. Yazın türkü çağırıp durmakla boş iş yapmamıştı, karınca onun şarkılarıyla heyecanlanmış, yük taşırken daha dirençli olmuştu. Onun şarkılarının coşkusuyla yorgunluğunu altedip daha verimli çalışmıştı. Dolayısıyla yuvasına istiflediği bu yiyeceklerde bir sanatçı olan Ağustos Böceğinin de hakkı vardı. Nâzım Hikmet, Ağustos Böceğini sanatçının, yazarın simgesi olarak yeniden yazmıştı. Bu sonla, karıncanın çıkarcı ve bencil biri olduğu ortaya çıkmıştı.
Günümüz kapitalist toplumu, insanları çıkarcılar ve benciller haline getirecek ilişkilerle örülüdür. Tatsızlıklarına katlanıp biraz okursanız, çoksatar yazarların yazdıklarında da, bu ilişkilerin meşrulaştırıldığını, bencilliğin ve bireyciliğin erdem katına yükseltildiğini görürsünüz. Bu nedenle bunlara yazar değil, yazıcı diyoruz. Yazıcılık, “yazmasam deli olacaktım” diyenlerin değil, acaba ne yazsam çoksatar diyenlerin mesleğidir.
Kapitalist kültür demek, okur yazarlığın gereksizleştiği biri kültür demektir. Türkiye’de ve İngiltere’de yazarın durumu bu gerçeği bir kez daha ortaya koyuyor. Şimdilerde geliştirilen mobil iletişim teknolojileri gerçek anlamda bilgilenme ve duyarlılanma kaynaklarının alanını daha da daraltmıştır. Bir twitle bir haberi anında paylaşabilirsiniz ama bu kadar harfle neyi ne kadar anlatıp anlayacaksınız. Çoksatar yazarlar ile hiçsatar yazarların diyalektiği, okuryazarlığı dumura uğramış, seçmesini bilmeyen okurlara bağlıdır.
Unutmayın, bilinçli yaşama ve umutlu mücadele için Ağustos Böceğinin şarkılarının hakkını vermek gerekir.